Berfo Ana’ya Mektup

Tam üç yıl önce yayınlanan bu yazımı tekrar yayınlamak  Kenan Evren’in ölümü üzerinedir.    

Bizler sözlerimizi bu düzenin sırtına bindiği analarımıza ederken lafı uzun tutabiliriz. O düzenin sahiplerine ise  döner dolaşır hep aynı şeyi sözleriz. Kısa bir özettir.   Özellikle son paragrafa verdiğimiz söz ve mücadele sürüyor. Kenan Evren köhneleşmiş düzeninden önce öldü.  O köhne düzen Kenan Evren kadar şanslı olamayacaktır. 

Berfo ana, Berfo anamız. Sana nasılsın diye soramam. Daha adından başlamış kışın, yazın hiç gelmemiş bilirim. Yüreğinin üstünden hiç ayırmadığın oğlun Cemil'in fotoğrafı içini anca ısıtırken, bizim içimiz, aklımız ve beynimiz seninle birlikte, Cemil'in hemen üstündeki yüzünle ısınıyor. Cemil'e baktığımızda seni, sana baktığımızda Cemil'i görüyoruz. Konuşurken bile, oğlunun resmine bakarak sanki onunla konuştuğunu, katillere isyan ettiğinde resme daha sıkı sarıldığını görüyoruz.

Ancak benim yiğit anam, Cemil’in onurlu anası, senin bildiğini bizim gördüğümüzü görmeyenler, görmek istemeyenler de var. Cemil'i başka seni başka yere koyan, seni makbul, Cemil'i basit bir faili meçhul olarak gören, seni sadece bir ana, Cemil'i sadece bir ölü gibi düşünerek acılarımızı sahte umut dağıtma dünyalarına yamamaya çalışanlar var. Biliyorum, şimdi o kendine has üslubunla bir beddua edeceksin. Tam yeridir anam, tam zamanıdır. Diyeceksin ki “Boyları devrilsin, evi, ocakları yıkılsın”. Söyle anam daha fazlasını söyle. “Gidişleri olsun dönüşleri olmasın” de, “Günyüzü görmeyesiniz” de, “Benim elimden kurtulamazsınız” de, “Cemil benim, işte buradayım” de...
Berfo ana, Cemil'in anası... Cemil'i senden aldıklarından bu yana, 32 yıl geçti. 72 yaşındayken sen, önce inanmak istemedin oğlunun öldüğüne. Gelir dedin, şu kapıdan içeri girerse bir gün kapıda kalmasın dedin de, o gün bugündür kapına kilit vurmadın. Sen bunu yaparken, binlerce Cemil'in kaybedildiği yerler, makamlar ve erkânlar da kapılarına kilitlediler. Senin gibi binlerce anaya, babaya, kardeşe, arkadaşa... Elinde dilekçe ile girdiğinde karşında sen bu kapıları görürken, elinde kitap, alnında Cemil'in kavgası olan binlerce gence, bu kapılar hep açık kaldı. Diyarbakır zindanından, Mamak'a, sonra Ulucanlar'a, Bayrampaşa'ya. O da yetmedi açık hava infaz alanına dönüştü Cemil'in ülkesi. Bir yol kenarında, bir sokak ortasında, bir meydanda...

Şimdi, Cemil'in ülkesine, zindanlar yetmediğinden yeni zindan inşaatları yapılıyor düşünen, sorgulayan herkese bu kapılar gösteriliyor biber gazından ölen öğretmene eşkıya, sokakta sıkılan kurşun ile ölen öğrenciye terörist deniliyor. Cemil varken Hrant Dink, Uğur Mumcu, Metin Altıok, Behçet Aysan, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu vardı. Şimdi hiçbiri yok. Hepsi ve niceleri Cemil gibi öldürüldüler. Aradan geçen 32 yılda hiçbir şey değişmedi anacım. Her şey daha bir ağırlaştı. Yani anaların yüreklerinde yeni fotoğraflar taşınmaya başlandı.

Şimdi belki de sen bana diyeceksin ki “Kızım senin ağzın ne söyler? Sen değil misin ki demin elinde dilekçe ile kapı duvarla karşılaştığımı söyleyen? Anlattım ben derdimi Başbakana, meclis başkanına, hâkime, savcıya. Beni buyur ettiler. Beni dinlediler. Bana söz verdiler. Bulacaklar Cemil'imin kemiklerini, sarılacağım ona, bir de şu Kenan Evren'i göreydim karşımda iki çift sözüm vardı...”

Canım anam, ben sana ne diyebilirim, senden ne isteyebilirim. Sen bir ana olarak 104 yaşında sadece oğlunun kemiklerini aramıyor, 32 yıllık öfkeni, acını son nefesine kadar haykırıyorsun. Bunu yapmadığında kendini ölmüş olarak kabul ediyorsun. Söyle anam, her yerde söyle, herkese söyle, “oğlum nerede” de, “hani mezarı” de. Başbakana da, Cumhurbaşkanına da, polise de hâkime de sor. Öyle bir sor ki, senin bedduaların onların kâbusu olsun. Senin o bükülen belinin başında eğilmeyen bir baş olduğunu da görsünler.

Ancak Berfo Ana, bizim oraların mektuplarını sen benden daha iyi bilirsin. “Mektubuma son vermeden önce” diye başlayan cümlelerden sonra asıl mektup yazılmış olur, asıl dert ve istek bir kaç cümleye sıkıştırılır. Ben de öyle yapacağım. Mektubuma son vermeden önce sana bu mektubu neden yazdığımı anlatacağım.

Berfo ana, Cemil'i, Kars’ta bir kışlada askeri darbenin gönüllü uşaklığını yapan, aklı ve vicdanı faşizm tarafından teslim alınmış, solcuları öldürerek solun biteceğini düşünen kişi ya da kişiler katletti. Bu kişiler, emir komuta zinciri içerisinde hareket ediyorlardı emri veren de o gün Kenan Evren'in başında bulunduğu askeri darbe kurmaylarıydı. Bu emirde, “Yakalayın, işkence edin, ibreti alem için öldürün, beslemeyin, asın, toplumu solculardan temizleyin” yazıyordu. Ancak Kenan Evren ve diğer darbeciler hiç mi hiç yalnız değillerdi. Amerika'yı bilirsin ve eminim ki hiç mi hiç sevmezsin işte o Amerika. Cemil'den bilirsin sana anlatmıştır, patronlar demiştir, sömürenler demiştir. İşte o patronlar, o kanımızı, emeğimizi sömürenler. Cemil onlara ne kadar karşı idiyse, onlarda Cemil'e ve onun düşüncesine o kadar karşıydılar. Meydanlarda, sandıklarda, üniversitelerde, fabrikalarda alamadıklarını, bedenlerimizi yok ederek alacaklarına inandılar. Bu ülkede solu ve onun değerlerini bitiremediler anacım ama çok fazla zaman kazandılar. Çok rahatladılar. Düşündüklerini keyfini çıkara çıkara bir bir hayata geçirmeye başladılar. Ülkenin anahtarını ABD'ye teslim ettiler. Fabrikalarımızı kamusal değerlerimizi tek tek özelleştirdiler. Senin ana dilin olan Kürtçeyi ve Kürt halkını hapse tıkma geleneğinden asla vazgeçmediler. Cemil'in işçi sınıfı dediği sınıfa bol bol gericilik pompa etmeye başladılar. İşsizlik artarken, işçilerimizin mezarı işyerleri olup çıktı. Öğretmenlerimiz intiharın, öğrencilerimiz umutsuzluğun, çaresizliğin eşiğine getirildi. Sana nasıl anlatayım anacım. Kars'ta memleketinde daha bir yıl önce “Bu ucubeyi yıkın” diyen Başbakan, insanı anlatan bir heykele bile tahammül edemedi, sana bile sormadan heykeli yerle bir etti. 

Şimdi aynı Başbakan, belki Cemil yaşaydı onunla aynı yaşta olacak Başbakan, seni sofrasında ağırlıyor. “Analar ağlamasın” diyor. Sana söz veriyor. Başbakan “darbecileri yargılıyoruz” diyerek bir 12 Eylül mahkemesi kuruyor. Sana “Oğlunun hesabını sor” diyor. “İşte sanık işte mağdur“ diyor. “Sorun birbirinizden hesabınızı” diyor. Başbakan “ben de mağdurum, gel beraber hesap soralım“ diyor.

Berfo ana, hiç sormaz mısın kendi kendine. bu adam bende mağdurum diyor da, benim oğlumun bir mezarı bile yokken, onun şimdi bir devleti var diye? Benim oğlumun arkadaşları halen daha hapislere tıkılıyorken, onun ve onun gibiler içi geçmiş bir kaç paşayı yargılamakla ne yapmak istiyorlar diye? Otuz yıl boyunca, Kenan Evren'e misafirliğe gidenler, şimdi ne oldu da seni misafir eder oldular diye? Anacım, hiç sormaz mısın kendine, her gün onlarca insanın, genç yaşlı demeden, sabaha karşı evlerini basıp iki günde tutuklama kararı verenler, Kenan Evren'e çok yaşlı deyip tutuksuz yargılanmasına karar veriyorlar? Sor kendine bunları sor ama, sana “Hadi 12 Eylül davası başladı, gidelim Kenan Evren'e kin kus” diyenlere “Tayyip Erdoğan da gelmeyecek mi “diye de sor. “Onun partisi benim Cemil'imin karşı olduğu patronlarla el birliği yapmış anaları ağlatıyorlar. O da benim sanığım olmayacak mı?” diye sor.

Sor anacım sor ki, bu tiyatroda sana yer vermeyi bir kenara bıraksınlar. Şu aralar en çok mahkeme salonlarında esen yalan rüzgârları seni de önüne katıp gitmesin. Çünkü o rüzgârlar seni Cemil'imizin kemiklerine değil, AKP’nin bir on yıl daha kazanmaya çalıştığı bir 2023 Türkiye'sine götürecek. Biliyorum, “zaten az ömrüm kaldı” diyorsundur! Ama anacım, senin ömrün, Cemil'in ömrü baş eğmez insanlığın ömrü kadardır bilesin. Bu ömürde, darbeciler ve onun çocukları ile gerçekten hesaplaşacak bir umut ve irade var olmaya hep devam edecektir.

Hem Cemil hem de anası için...