Son yıllarda, geleneksel flört ilişkisinin yeni sürüm “takılma kültürüne” dönüşümü ile ilgili pek çok değerlendirme yazısı çıktı.
Hatırlatmak bakımından, takılma kültürü derken neyi kastettiğimizi açalım…
“Takılma kültürü” epey mekanik çağrışımlarıyla birlikte “kaliteli zaman” geçirme hedefine odaklı ilişki biçimleridir. Kaliteli sohbet, kaliteli seks, kaliteli sosyallik…Bu ilişkide mesuliyet almak, sevme potansiyelini ortaya çıkarmak, şefkat duymak, karşılıksız katkı sunmak, sadakat beklentisi ya da “kaliteli” olarak nitelenmeyecek şeyleri paylaşmak -sözgelimi hayat dertlerini- pek “cool” kabul edilmemektedir.
“İlişkide bulunmanın” bizatihi bir vaat olarak görüldüğü flört etme deneyiminden farklı olarak, takılma bir “ilişki olmayan” ilişkidir.
Bu dönüşümün özellikle kadınlar için ne ifade ettiği etrafında dönen hararetli tartışmalar hatırlanacaktır. Kimilerine göre “takılma kültürü”, geleneksel erkek egemen ilişki biçiminde ciddi bir kırılmayı işaret ediyordu; kadınlar da artık partnerlerini dilediğince “nesneleştirebilir”, onları örneğin cinsel performanslarına göre değerlendirebilir ve bizatihi eril değerlerle yüklü “duygusal bağlanma” etabını kolayca atlayabilirdi.
Benim de kendimi daha yakın hissettiğim diğer bir yaklaşıma göre ise, bu iddialardaki “cool haller”, seks-pozitif özgüvenler, sanki birden tümüyle “eşit olmuşuz yanılsamaları”, erkekliğe yeni bir kaçış staretejisi sunmaktan ve onları, basit sorumluluklardan bile muaf tutmaktan öteye gitmiyordu. Zira çoğu durumda “erkeğin kötü bir kopyasına” dönüşen kadının, romantize ettiği “takılmalarla”, bin bir surat yabancılaşmalarla, dolmayan boşluklarla uğraşırken, “erkekliğin yeni yüzünü”; sürekli kaçış ve firar stratejisini fark edecek mecali kalmıyordu. (1)
Tüm bunlar tartışıladursun özellikle karantina dönemiyle birlikte “dijital flörtleşme”, ana akım cinsel senaryolar içinde baş köşeye kurulmuş görünüyor. Diğer bir deyişle takılma kültürü içinde, bir boynuzun kulağı geçme hikayesi karşımızdaki. Karantina flörtü ya da “iso-mate” gibi adlar takılmış durumda…
Kimi araştırmalara göre karantina önlemleri hafifletildikten sonra bile insanların fiziksel olarak görüşmek (takılmak) yerine hala dijital ortamlarda kurdukları “ilişkiyi” sürdürmek gibi bir eğilimleri var.
Aslında takılmanın bile paranteze alındığı bir dönüşüm bu. Sözgelimi bir ortamda tanıştığınız insanın size, “instagramın var mı” diye sorması tuhaf karşılanmıyor: “Instagramım yok, ben varım ve şu an tam karşındayım”(2)
Aslında takılmak için var olan uygulamaların bile,“takılmanın” kendisinden daha önemli olması bu. Ve zaten dijital kimliğimizin (instagram, facebook vs) bizatihi varlığımızdan daha kıymetli hale geldiği bir dünya ile tutarlı görünüyor.
Zira artık takılmak bile riskli bir zaman /meta kaybı olarak değerlendirilebiliyor. Bu ortamda ideal olan, sağa veya sola kaydırarak bir “menü” oluşturmak, adının “hız” olduğunu bilmediğimiz bu erotizm kaynağından yararlanmak ve nihayet bizim olan “harcama puanlarına” bakıp muzipçe gülümsemek…
Hızı bu kadar erotik kılan nedir acaba?
Marx’ın “polemiği yapan birey değil, mülktür” sözünde olduğu gibi insan ile insan arasındaki yabancılaşma, metalar arasındaki ilişkiye dairdir. Tercüme edersek “ilişkiyi kuran birey değil, metalardır”
Hangi metalardan bahsediyoruz?
Sanal metalardan bahsediyoruz, sanal metalar arasındaki ilişkilerden; onsekiz filtreden geçirilmiş fotoğraf-meta ile okunmayan kitabın kahvenin yanında poza durduğu fotoğraf-meta arasındaki ilişkiden örneğin. Burada kavga eden, sohbet eden, sevişen, “cilveleşen”, çalım satan, böbürlenen, yazıklanan, iyilik perisi olan; insanlar değil, meta-personalardır.
Hızın hükmünü sürdüğü; tahrik eden sınır aşımlarının, ayartan teklifsizliklerin, herkesin hikayesi olmadığı sanılan “storylerin”, sınıf komplekslerinin, yarı ingilizce-tam felaket diyalogların çarpıştığı metalar-personalar kozmosu…
Dijital dünyada varolmayanın, orada tüketilebilir mamül sunmayanın, cinsel senaryoda ölü olduğu bir zaman aslında. Instagramım yok demenin, gerçek bir “yokluğu” işaret etmesi bundan.
Hızı bu kadar erotik kılan nedir?
Elbette toplumsal koşullardır. Teknolojinin hızlandırdığı şey, bizden çalınan zamanla ilgilidir; bakışmaya, kur yapmaya, sabretmeye, “ertelemeye”, keşfetmeye, merak etmeye, şaşırmaya zamanımız yok. Örneğin haftada altmış saat çalışan birini kim suçlayabilir ki bir “data kurdu” olduğu için. Evet, karşımızdaki insanın tüm datasını hemen tüketmek, hızla bir sonrakine bakmak zorundayız…
Bizim muhteşem yabancılaşmamız da bu: Flörte/aşka zamanımız yok, o zaman çoktan çalındı bizden…
Kaynak:
1-https://ilerihaber.org/yazar/iliskiden-kacanlar-kaybolan-babalar-kasaba-ahlakcilari-104235.html