Başlarken!

Bu ilk yazıma öncelikle, bana yazma fırsatı verdikleri için; İleri Haber ailesine teşekür ederek başlamak istiyorum. Yazacağım konular ağırlıklı olarak Türkiye ekonomisi ve dünya ekonomisinde ki gelişmeler üzerine olacağından, ilk yazımda, günümüz kapitalizmini şekillendiren neoliberalizm üzerinde durmak istedim.

Sermayenin mutlak tahakkümünü temsil eden Neoliberalizm, 1980’lerin başından itibaren  kapitaizmin girdiği yeni aşamanın adıdır. Bu yeni aşama, 1929 Büyük Buhranı’nını izleyen dönemde uygulanan Keynesçi politikalarla ve sosyal devlet uygulamları ile, egemen sınıflar içerisinde başat rolünü kaybeden ‘Finans Sermaye’nin, yeniden başat hale gelmesini simgelemektedir. Bu sayede, izleyen dönemlerde yoğun bir biçimde gördüğümüz, sermayenin uluslararasılaşması ve piyasaların globalleşmesi süreçleri hep finansın güdümünde ve gözetiminde gerçekleşmiştir.

Ağırlıklı olarak sağ siyasette karşılık neoliberal politikalar, iktisadi düşünce tarihi anlamında kökenine baktığımızda, ağırlıklı olarak Klasik ve Neoklasik iktisattan beslenmektedir. Bu nedenle, piyasaların kendi hallerine bırakıldığında etkin bir biçimde işleyerek, kaynakları en verimli alanlara yönledireceği görüşünü temel alırlar. Onlara göre de serbest kapitalist ekonomilerde piyasa başarısızlığı yaratan en önmeli etken gereksiz ‘devlet müdahalaleri’dir. Neoliberallere göre, devlet ancak altyapı gibi kamusal malları tedarik ederek üretken olabilir. Maliye politikası sadece kontrolden çıkan ekonomilerde istikrarı yeniden temin etmeye yardımcı olur.  Zaten bu akımın öncüllerinden Milton Friedman’ın bu tür görüşleri de  1970’li yıların iktisadi krizleri sırasında karşılık bulmaya başlamıştır. Başta IMF olmak üzere Amerikan emperyalizminin bütün kurumları Neoliberal politikaların dikte edilmesinde önemli roller oynamıştır. Bu politikalar ABD’de de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher, Almanya’da Helmut Kohl ve bizde de Turgut Özal tarafından uygulamaya geçilmiştir. Yalnız, bu politikaları sadece sağcı iktidarlar değil, İngiltere örneğinde olduğu Tony Blair öncülüğünde ki İşçi partisi de uygulamıştır.

40 yılı aşkın ugulanan Neoliberal politikalar, yarattığı küresel çaptaki krizleri, dönüştürdüğü devlet yapısı ve yarattığı yeni iktisadi ilişkilerle artık ciddi bir biçimde sorgulanır hale gelmiştir. Bu bağlamda alternatiflerin neler olacağı üzerinde en çok tarışılan konuların başında gelmektedir.  Bu alternatiflerin ortak noktası hepisnin de ‘ilerici’ olarak görülmesidir. Büyük Buhran sonrası uygulamaya konulan ve 1970’lerin sonlarına kadar genel kabul gören Keynesçlik’e ve reel sosyalizme dönüş en çok dillendirilen alternatifler olarak karşımız çıkmaktadır.  21. Yüzyıl sosyalizmi olarak adlandırılan Mondragon, Kerala gibi yeni kalkınma deneyimleri ile ABD demokrat parti başkan aday adayı Bernie Sanders’ın seçim kampanyasında çözüm olarak gösterdiği ‘Modern Para Teorisi’nin önerilerini de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür.

Sonuçta alternatif ne olursa olsun, ki bizim tercihimiz ve inancımız reel sosyalizme dönüş olsa da, dikkat etmemiz gereken önemli husular vardır. Bir kere bugün durum nedir bunu iyi analiz etmemiz gerekir. Geçen sürede Neoliberalizmin performansı üzerine sağlıklı değerlendirmeler yapmak, çıkış noktasını iyi belirlemek gerekiyor.  Bu da öncelike Neoliberal sistemin ‘gücü’ nasıl ele geçirdiğini doğru bir biçimde değerlendirmekten geçmektedir. Çıkış noktası iyi tanımlanıp, iyi analiz edildikten sonra, sıra nereye ulaşmaya, varmaya çalışıyoruz bunun belirlenmesine gelir. Bu kapsamda öncelikle yanıtlamamız gereken temel iki soru vardır: ülkemizin geleceği için nasıl bir kalkınma modeli benimseyeceğiz ve bunu gerçekleştirmek için ne tür stratejiler izleyip, araçlar kullanacağız. Başarı için, uygulayacağımız politikaların öncelike mevcut politikalarla olan farklılıklarını ve özellikle de mevcut politikalara oranla üstünlüklerini ortaya koyup; amaçlarımıza hangi politika araçları ile nasıl ulaşacağımızı geniş halk kitlelerine çok iyi anlatmamız gerekiyor.