Başbakanlar yargılanamaz mı?

Biliyorsunuz; Ahmet Davutoğlu Başbakanlığa Özal, Menderes ve Erbakan’ın mezarlarını ziyaret ederek başladı.

Davutoğlu sonrasında katıldığı bir toplantıda, mezarı başında Erbakan’a söz verdiğini belirtti. Verdiği söz şuymuş:

“Ne olursa olsun, inşallah bu ülkede bir daha hiçbir başbakan herhangi bir mahkeme karşısında hesap vermek zorunda kalmayacak. Hesap vereceği makam onu o iktidara getiren milletin ta kendisidir ve Allah'ın huzurudur. Şu veya bu gerekçeyle, şu veya bu komployla milletin iktidara getirdiği başbakanları sıradan ve temelsiz mesnetlerle bu şekilde tahkir edici bir tutumu bir daha bu ülkeye yaşatmayacağız.”

Bu toplantıda bir de devlet olmanın, devlet gücünü kullanmanın temelde iki önemli değere ve güce istinat ettiğini söylemiş. Bu değerlerin birincisi kudret diğeri ise şefkatmiş. Davutoğlu, "Devlet ya da devletler adına siyasi otoriteyi kullanan kişiler eğer insanoğlunun ihtiyaç hissettiği düzeni kurmak için yeterli kudrete sahip değillerse o ülkede huzur güvenlik olmaz” demiş.

Aslında başka şeylerde demiş. Ancak köşeyi Davutoğlu’nun sözleri ile doldurmayalım.

Tabii söylenenleri okuyunca akla Anayasa geliyor. Siyasi ve hukuki olarak sorumluluk yükleyen maddeler ve tabii ki Yüce Divan akla geliyor.

İnanın, Davutoğlu’nun aklına gelenler de bunlar. O, bundan böyle başbakanlar yargılanmayacak derken üzüldüğünü, Erbakan’ı (veya Menderes’i) dert ettiğini düşünmüyorsunuz, değil mi? Bir yandan kudretleri ile “insanoğlunun ihtiyaç hissettiği düzeni kurma” çabalarını sürdürürlerken hesabı da “Allah’ın huzuruna” bırakma niyetindeler.

17 ve 25 Aralık dosyaları hakkında “takipsizlik” kararı verilmesi ile de rahatlayamıyorlar. Bu nedenle HSYK seçimlerini “Cumhurbaşkanlığı seçiminden daha çok” önemsiyorlar. Hep beraber görürüz; seçimi kaybederlerse, sonuçlarını geçersiz kılmak için yeni düzenlemeler yapmak isteyeceklerdir.

İşte son “torba yasa”. 

Yasa yapma tekniği AKP tarafından çok zaman önce değiştirildi. Artık yasaların gerekçeleri yok. Ya da tek gerekçe var: “Ben bugün böyle olmasını istedim.”

Tek bir yasa ile 45 yasada değişiklik yapan 148 maddelik bu son torba yasanın içerisine yerleştirilmiş üç madde ile yargı bir kez daha devre dışı bırakılıyor.

İnternet ortamında yapılan yayınlar hakkındaki kanuna yapılan bir ekleme ile milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi hallerinde, gecikmesinde sakınca var ise (hep vardır) erişimin doğrudan TİB tarafından engellenmesinin yolu açıldı.

Erişim sağlayıcılar da erişimin engellenmesi taleplerini en geç dört saat içinde (eski halinde 24 saat idi) yerine getirmek zorundalar. Ancak, merak edilmesin; bu işlem 72 saatte bir hakim kararına (ama şu sulh ceza hakimlerinin kararına) dönüşebiliyor.

Diğer bir değişiklik ise İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda. Değişiklik ile üst düzey bürokratların, emniyet görevlilerinin atamaları, yer değiştirmeleri veya görevden alınmaları gibi işlemler hakkında verilen yargı kararları iki yıl uygulanmayabilecek. Ve hatta bu görevliler hakkında bahsedilen işlemlerin uygulanması “telafisi güç veya imkânsız zararları doğuran hallerden” sayılmayacak. Yani, artık fiilen yürütmenin durdurulması kararı da verilemeyecek.

Benzer bir düzenlemeyi “Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun”a yapılan eklemede de görüyoruz. Artık, devir ve teslim işleminin tamamlanmasının üzerinden beş yıl geçmiş olan özelleştirmeler hakkında verilmiş olan yargı kararları da uygulanmayacak.

Hep beraber, “idarenin bütün kararları yargı denetimine tabidir” ilkesi ne oldu diye sorabiliriz.

Çokça zaman önce dillendirmiştik; bu ülkenin “hukuk sistemi” artık kuralsızlık ve keyfilikten oluşmaktadır. 62. Hükümet göreve başlar başlamaz bizi bir kez daha teyit etti.

Yalnızca bir dakika kadar düşünürseniz, yukarıdaki üç düzenlemenin ne kadar dehşet verici olduğunu göreceksiniz. AKP bir yandan korkularından kurtulma çabasında diğer yandan ise bunun tek yolu olarak gördüğü için, “kudretini” artıracak düzenlemeler yapma peşinde.

Son bir örnek: Bilindiği üzere içlerinde İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’ın da bulunduğu 20 ilin valisi değiştirildi. Bunların yanında, Emniyet Genel Müdürü, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı ve MGK Genel Sekreteri de değişti. 

Bu atamaların üzerinde pek durulmadı. Daha çok, Hüseyin Avni Mutlu’nun merkeze alınması ile ilgili “neşeli” değerlendirmeler yapıldı. Atamaların, “çözüm süreci” ile bağlantılı olduğu söylense de, esas olarak, tabii ki çözüm sürecini de kapsayacak şekilde 2. Cumhuriyeti, bu gerici rejimi tahkim etme çabası ile bağını görmek gerekiyor.

62. Hükümet “yeni” döneme ilişkin hazırlıklarını hızlıca tamamlıyor.

Başlıkta sorduğum soruya gelince. Sorumu unutmadım. AKP Anayasa’yı baştan sona defalarca ihlal etti. Bu yazıdaki örnekler yalnızca en tazeleri. Anayasa’yı ihlal etmenin Yüce Divan’lık bir suç olduğu ise herkes tarafından biliniyor. Davutoğlu’nun temennisi pek bir anlam ifade etmiyor. Bu nedenle, böyle bir soruya da pek gerek yok. Ancak, bir şartla; AKP’nin ve kadrolarının işledikleri suçlar nedeni ile kendilerinden hesap sorulacağını yalnızca hissetmeleri değil görmeleri de mutlaka sağlanmalı. Burada ilerici hukukçulara çok iş düştüğü açık. Ancak, bunun esas olarak hukukun değil siyasetin işi olduğunu bilerek.