Barzani ve bağımsız Kürdistan

Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi (IKBY) başkanı Mesut Barzani’nin geçtiğimiz hafta içerisinde ABD’ye yaptığı gezi ve sonuçları üzerine bir değerlendirmeye geçmeden önce birkaç noktayı belirginleştirerek işe başlamak gerekli.

Öncelikle dört farklı devletin içerisinde yaşayan ve farklı süreçlerin parçası olan Kürtlerin, devletleşme sürecine dair söz söylerken sadece parçalardan biri üzerinden değerlendirme yapmanın doğru bir yaklaşım olmayacağı açıktır.

Bununla birlikte geçmişte (1990 yılında) İsmail Beşikçi’nin “Devletler arası sömürge Kürdistan” üst başlığıyla oluşturduğu tanım önemli ölçüde aşılmış (ya da farklılaşmış) durumdadır. İsmail Beşikçi ilgili kitabında meseleyi kabaca şöyle tanımlıyordu: “Kürdistan sorunu, bir ulus ve ülkenin, soykırım hedefinden çıkarılması, sömürge konumundan kurtarılması, parçalanmışlığının telafi edilerek, dünya milletlerinin yaşadığı eşit koşullara erişmesi, özgürleşmesi sorunudur.”

Ulusal kurtuluş mücadelelerinin ya da daha doğru bir ifadeyle Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin günümüz koşullarındaki düzeyi ve şekli ile Ortadoğu’daki verili durum ve emperyalizmin pozisyonu arasındaki ilişki dikkate alınmadan, bunların üzerine bölgedeki diğer aktörlerin değerlendirilmesi yapılmadan adım atmak yanlış olacaktır.

Türkiye sermaye sınıfı, AKP iktidarı ve bunların bilumum bileşenleri açısından Irak Kürdistanı’ndaki durum önem taşımaktadır. Son tahlilde politik ve ekonomik olarak iç içe geçilemeyen Irak merkezli bir Kürt devletleşmesi Türkiye’nin egemen sınıfları açısından tercih edilir değildir.

Ek olarak bugüne kadar gerilla mücadelesi üzerine kurulmuş PKK özellikle Türkiye dışında (Irak ve Suriye’de) siyasi bir güç olmaya başlamış, gerilla gücü düzenli ordu şekli kazanmaya başlamıştır.

Barzani’nin son ABD gezisi bu değerlendirmelerimize belki bugün birebir örtüşmeyebilir. Ancak gerek bölgeyi, gerekse Kürt sorununu irdelerken yukarıda saydığımız ve farklı şekillerde çoğaltabileceğimiz soru ve saptamaları bir kenara koymak gerekiyor.

Gezinin basına yansıyan kısmı Barzani’nin “Bağımsız Kürdistan’ın eninde sonunda kurulacağı” kısmı oldu. Açıklamanın geneline baktığınızda ise aslında bundan iki yıl önce söylenmiş bazı sözlerin tekrarı ya da bundan iki yıl sonra yapılabilecek birtakım açıklamaların benzeri olduklarını görebilirsiniz. IŞİD’e karşı mücadelede peşmergenin ABD yetkilileri tarafından tebrik edilmesi, IŞİD’e karşı mücadelenin mutlaka ABD ile birlikte devam ettirilmesi gerektiğinin söylenmesi, işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu dile getirilmesi vb… başlıklar ise işin edebiyat kısmını oluşturuyor. Ancak özellikle Obama ve başkan yardımcısı Joe Biden’in “Amerika’nın Stratejik Çerçeve Anlaşması dahilinde Irak Anayasası’nda belirtildiği üzere birleşik, federal ve demokratik Irak’ı desteklediklerini” açıklamaları aslında bu gezi aracılığı ile Barzani’nin şu anda hedefine çok yaklaşamadığını gösteriyor.

Ancak hedef değişmeyecektir. Söz konusu Barzani olunca bu hedefe ulaşma yolunun emperyalizme karşıtlıktan değil onunla işbirliğinden geçeceği açıktır. Aynı zamanda Barzani’nin devletleşme düşüncesi IŞİD’in varlığından istifade etmek üzerine kuruludur. Barzani devlet bütünlüğü IŞİD tarafından bozulan Irak’ta hangi kenti nasıl tutarım telaşındadır.

Bunlarla birlikte ABD, Irak içerisinde İran’ın güç kazanmasını ya da Irak Kürdistanı’nın kuruluş yolunda etkisi olmasını istememektedir. Örneğin 2014 yılı Haziran ayında IŞİD’in Musul’u işgali ve Erbil’e saldırısı esnasında ilk direnişi Şii milisler sergilemiş, Barzani’ye ilk silah yardımı İran’dan gelmiştir.

Önümüzdeki süreçte de Musul’un IŞİD’den kurtarılması operasyonunda özellikle bu etkinin kırılması ABD’nin çıkarına olacaktır. Türkiye ve oralarda söz sahibi olmak isteyen tüm güçler açısından tablo benzerdir. Dolayısıyla Barzani’nin erken devlet dayatmasına ABD henüz hazır görünmemektedir. Ama Barzani bir yandan bağımsızlık istiyorum derken, diğer yandan emperyalistlere hem IŞİD’e karşı mücadelenin zorunluluklarını işaret etmekte, hem de müdahale edilmezse Şii güçlerin orada güç kazanacağı sopasını göstermektedir.

Ek olarak büyük petrol rezervleri üzerinde kimin en çok söz sahibi olacağı bu sürecin bağlanacağı noktayı daha da belirginleştirecektir.

Şimdi bu noktada içinden geçtiğimiz kesiti yukarıda bahsettiğimiz bazı başlıkların içerisine oturtmaya çalışalım.

Kürt uluslaşmasının geldiği noktayı ve devletleşme dinamiklerini sadece Irak Kürdistanı üzerinden tanımlamak bizi doğru bir noktaya taşıyamaz. Özellikle son dönem Rojava’daki gelişmeler ve daha önemli olmak üzere Türkiye, Kürt meselesinin merkezinde aslında daha büyük bir ağırlık oluşturmaktadır. Bu durum emperyalizm nezdinde Barzani’nin değer kaybettiği anlamına da gelmeyecektir.

Kürtlerin farklı devletlerin içinde dağılmış, devleti olmayan sömürge bir ulus oldukları tanımı değişmek zorundadır. Bugün Irak ve Suriye artık neredeyse parçalanmış durumdadır ve örneğin bu iki merkeze bakarak Kürtlerin devletleşme sürecinde oldukları tanımını yapmak daha doğru olabilir. Bu noktada sınıfsal, siyasal, ekonomik ve askeri veriler mutlaka masaya yatırılmalıdır.

Bölgede IŞİD’e karşı verilen mücadele, gericiliğe karşı birleşme ve ulusal kurtuluş mücadelesi açısından yeni bir kanal anlamına gelmiştir. Ancak bu mücadelenin anti-emperyalist hatta taşınması, bölgedeki tüm ilerici güçlerin birleşik hattı haline gelmesi büyük önem taşımaktadır.

Türkiye’nin Kürt sorunu tüm bu bahsettiklerimizi aşma potansiyeline sahiptir. Kürt halkının emekçi temelli bir örgütlenme ile gerçek özgürleşmenin zemini olan devrim ve sosyalizm kavgasına en çok yaklaşabileceği yer Türkiye topraklarıdır. Burada söylemek istediğim şey bir üniter devlet tartışması değil elbette. Bu noktada da Türkiye’deki Kürt sorunu sınıfsal, ekonomik, siyasi ve hatta askeri açıdan mercek altına alınmalıdır. Bir önceki yazımda Türkiye devrimi ve Kürt hareketinin pozisyonu ile ilgili bazı yaklaşımları dile getirmiştim.

Dolayısıyla bugün Kürt sorununa bakarken meseleyi yakaladığımız yerden tanımlamaya çalışmaktansa, daha bütünlüklü bir çerçeve içerisinde ilerlememiz ve Türkiye’den hareketle bölgede Kürt emekçilerinin kurtuluş mücadelesine bir tanım geliştirmemiz olmazsa olmaz görünmektedir.