Bira içmek için güzel bir İngiliz barına (pub da diyebiliriz) gittiniz veya İskoç barına, (İrlanda barlarında her şey olabilir o yüzden garanti vermek zordur (!) ); eğer alışık değilseniz ilk hayal kırıklığınız bir su bardağında oda sıcaklığında gelen bir İngiliz birası olacaktır. Bulmacalarda da hep çıkar, sıcak İngiliz birası nedir diye; yanıtını bulmaca sevenler zaten bilir: “ale”. Neyse ikinci hayal kırıklığınız saat konusundadır, saat 23.30’da çan çalar, hadi biraz daha takıldınız elinizdekini bitirdiniz diyelim en geç 24.00’te bardan çıkmak zorundasınızdır. Bu mu ya dersiniz, belki keyfiniz kaçar ama bu böyledir, kuraldır.
Başka bir coğrafyaya gidelim. Küba’da gittiğimiz bar ve restoranların hepsi devlet tarafından işletiliyordu. Örneğin belli bir ölçeğin üzerinde işçi çalıştıran restoran ve barlarda sendika panoları bulunuyordu. Gittiğimiz bir koridorda baştan aşağıya restorandaki işçilerin bağlı olduğu sendikanın panosu vardı, işçilerin yazdıkları, hijyen, sağlık ve güvenlik ile ilgili işçilerin önerileri, Küba Devrimi’ne ilişkin önemli tarihler vs. bulunuyordu. Çalışma saatleri oldukça düzenliydi aynen İngiliz pubları gibi…
Ama bu yazıyı yazmama neden olan Küba’daki devlete ait bar ve restoranlar değil, İngiliz ve İskoç pubları…
Bundan yaklaşık 100 yıl önce o yıllarda liderliği ABD’ye kaptırmayan emperyalist Britanya İmparatorluğu yüzlerce pub ve kafeyi devletleştirmişti. Bunu yaparak yeni bir yeme ve içme kültürünü de yarattı. İçilen içkilerin ölçülerinin, alkol oranının standart olmasından, yenilen yemeğin hijyenine, pubların birer sosyal mekan olmasından çalışma koşullarına kadar ciddi bir atılım gerçekleşti. Bunlar yapılarak içki tüketiminde azalma da sağlandı, bilinçsiz tüketimin önüne de geçildi. Örneğin Britanya’da barların resmen 23.30’da kapatılması da bu dönemden bugüne kadar gelen bir uygulamadır. Birleşik Krallık “devlet elini ekonomiden çeksin, hele restoran mı aaa restoran mı işletirmiş” diyen liberal bakış açısına net ve kapsamlı bir yanıtı veren emperyalist bir ülke olarak da tarihe geçti!
İnşaat şantiyeleri, kömür madenleri, tekstil atölyeleri gibi yerler varken barlara mı sıra geldi diyebilirsiniz. Ama biraz daha bekleyin, Ekim Devrimi’nin yıldönümünde kamulaştırmanın her durumda işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından daha iyi olduğuna binlerce örnekten yalnızca birisi olan bir başka örneğe daha bakalım. Biraz tarih…
Sosyal Devlet, Sosyal İçicilik!
İlginç ve yaratıcı yazılarıyla ufuk açan ABD merkezli Jakobin dergisi “Pubları Millileştirin” başlığıyla ayrıntılı bir şekilde anlatmış. Biraz özetleyelim isterseniz.
Birinci Dünya Savaşı yılları, İngiltere ve İskoçya sınırında silah ve mühimmat fabrikalarının olduğu bir bölgedeyiz. 12 bini aşkın işçi silah fabrikalarında çalışıyor, binlerce inşaat işçisi, askeri personel cabası… Bölgedeki sayısız pub 50 binden fazla insanı çekiyor, içki tüketimi çok yoğun, dönemin başbakanı D. Lloyd George “Almanya, Avusturya ve içki ile mücadele ediyoruz” bile diyor. Merkezi Denetim İdaresi bölgedeki 339 barın ve 5 bira üretim merkezinin yönetimini üstleniyor, sahiplerine tazminat ödeniyor ve buralar devletleştiriliyor.
Peki bundan sonra neler oluyor? Çalışma saatleri yeniden düzenleniyor, barlarda çalışanlara özel eğitim veriliyor, yüksek alkollü içecekler daha geniş bardaklarda seyreltilerek servis edilmeye başlanıyor, veresiye kesinlikle reddediliyor, çay ve kahve gibi sıcak içecek servisi başlıyor, işçiler için ucuz ve lezzetli menüler oluşturuluyor, en az içki kadar yemeye de ağırlık veriliyor (gelirlerin %55’i yemek kaynaklı gelirler haline geliyor); seks işçiliği tamamen uzaklaştırılıyor, İdare tarafından “yüksek alkollü içki olmayan Cumartesileri” (spiritlessSaturdays; bira veya İngilizlerin tabiriyle ale içkiden sayılmıyor) düzenleniyor, fiyatlar böyle zamanlarda düşük tutuluyor. Tüm bunlarla “sarhoşluk” ciddi boyutlarda azaltılıyor, özellikle de hafta sonlarında.
Bunlarla yetinilmiyor, bilardo, dart gibi oyunlar konuyor, bazı akşamlar tombala, bilgi yarışması gibi etkinlikler düzenleniyor, ailecek gidilecek bir ortam yaratılıyor. En önemli atılımlardan birisi de barların mimarisinde yapılan değişiklik. Sosyalist William Morris’ten etkilenen mimar Harry Redfern öncülüğünde “yeni tip pub” geliştiriliyor, eski barlar yıkılıyor, yenileri yapılıyor. Bugün gördüğümüz İngiliz publarının bir anlamda temeli atılmış oluyor.
Çalışanlar açısından ise ciddi anlamda değişiklikler mevcut. Yeni mimari yalnızca müşteriler açısından değil, bar çalışanları açısından da daha sağlıklı. Tuvaletler daha temiz ve güvenli hale gelirken, eşyaların istiflenmesinden havalandırmaya, giriş çıkışlardan aydınlatmaya kadar pek çok şey yeniden düzenleniyor. Tabii ki en önemlilerinden birisi de çalışma saatlerindeki ayarlamalar. Pek aklımıza gelmeyecek bir alanda kamusal mülkiyet ve denetim ciddi başarılara imza atıyor. Sendikaların da tavrı olumlu ve bu girişimler destekleniyor.
“Biranızı getiren garson kaç saattir çalışıyor?”
Geçtiğimiz yıllarda Beyza Kural imzalı bir haber çıkmıştı Bianet’te bu başlıkla. Sorular çarpıcı, yanıtlar ise üzücüydü. Bize bira getiren garson kaç saattir çalışıyor, kaç saattir ayakta, neden her seferinde farklı birisiyle karşılaşıyoruz, o büyük fıçılar nasıl taşınıyor, havasız dar mekanlarda saatlerce kalmak nasıl etkiliyor çalışanları, elektrik arızasından tuvalet temizliğine içki servisinden ağır malzeme taşımaya kadar bu işçiler kaç saat çalışıyor?
Esnek çalışmanın en yoğun görüldüğü hizmet sektörü dallarından birisi kafe ve barlar. Saat kavramı yok, iş tanımı yok, dinlenme saatleri belirsiz, sigorta yok, iş güvencesi yok. Sağlık ve güvenlik açısından bakıldığında ise
Kas ve İskelet Sistemi Hastalıkları
Psikolojik Baskılar,
Yanma, haşlanma,
Kesilme, yırtılma,
İşyerinde şiddet,
Uykusuzluk, yorgunluk en fazla rastlanan sorunlar.
Denetim daha çok içki ruhsatı verilip verilmemesi üzerine yapılırken, çalışanların sağlık ve güvenlik koşullarına ilişkin denetim ve/veya iyileştirme girişimleri kesinlikle mümkün değil. Güvencesizlik ve esneklik ile sağlık ve güvenlik arasındaki olumsuz bağlantıyı somut olarak görebileceğiniz bir sektör. Kadehe koyduğunuz içkinin gramı bile denetlenirken, aynı şey çalışanların sağlık ve güvenliği için yapılmaz, mekan sahibinin keyfiyeti her konuda belirleyicidir. Hele bir de çalışanların büyük bir kısmının öğrenci olduğu düşünüldüğünde emek sömürüsünün boyutları daha da artmaktadır.
Çok uzatmayalım, kapitalist çalışma her sektörde sağlığa zararlı, sektör ayrımı gözetmek imkansız, her sektörden işçilerin birliğini sağlayacak en temel başlıklardan biri işçi sağlığı ve iş güvenliği. Sağlıklı ve güvenli bir çalışma yaşamı için ise kamusal mülkiyet ve denetim de tek çözüm olmasa da çözüme giden yolda ciddi bir adım. Siz siz olun ılık İngiliz birasından uzak durun (!) ama en önemlisi bir bara, kafeye gittiğinizde kendinizi biraz size servis yapan işçinin yerine koyun.
Kaynaklar
http://ilerihaber.org/icerik/calismanin-gorunmeyen-yuzu-ogrenci-isciler-ii-4034.html
https://m.bianet.org/bianet/yasam/158515-biranizi-getiren-garson-kac-saattir-calisiyor
https://www.jacobinmag.com/2017/10/pubs-drinking-nationalization-state-ownership
Fotolar: https://thestatemanagementstory.org/