ABD’de siyah yurttaş George Floyd’un polis tarafından güpegündüz boğazlanıp öldürülmesinin ardından kitlesel protestolar sürüyor. Günün sıcağında, konunun yakıcılığında çoğu zaman fark edemiyoruz elbette.
Yine de sormak gerekir. Bir süredir dünyanın çeşitli yerlerinde olan protestolar düşünüldüğünde, size de bu kadar sık biçimde kitlesel hareketlilik ve ayaklanma olması “tuhaf” gelmiyor mu?
Özellikle 2008’den sonra neredeyse kıta kıta dolaşan bir kitlesel hareketlilikten bahsediyoruz. Occupy Wall Street(2011); Arap coğrafyasında “baharla” başlayan büyük hareketlenmeler, Türkiye’nin Gezi’si, Yunanistan ve İspanya’yı saran grevler, pek çok ülkede yükselen kadın hareketliliği, Fransa’da aylar süren Sarı Yelekliler ve nihayet salgın dinlemeyen milyonların onlarca ABD kentinde sistemi kilitleyen ırkçılık karşıtı protestoları…
On-on iki yıl gibi kısa sayılabilecek bir zamanda bu kadar sık ve hacimli kitle hareketi ne anlatıyor?
Elbette en başta çeyrek yüzyıldan fazla süren neoliberal politikaların kümülatif olmuş, yığın haline gelmiş, içinden çıkılamayan, çıkılamadıkça ertelenen, ertelendikçe iyice şişen, şişip şişip patlayan sonuçları…
İşte tam da mesele artık şişip şişip patlayanın kendini “kitle hareketi” dışında ifade edememesidir. Daha açık ifade edersek, geçmişte öyle ya da böyle varlığını sürdüren, sendikada, partide, bağımsız örgütlenmelerde var olabilen, sözgelimi oy kullandığında anlamı olabilen “siyasal toplum” artık pek çok nedenle dımdızlak ortada kalmıştır. Dımdızlak ortada kalan, siyasetten men edilmiş, katılım mekanizmaları darmaduman edilmiş, siyasal mevcudiyeti anlamsızlaştırılmış, yalnızlaştırılmış, atomize edilmiş geniş halk yığınlarıdır.
Dahası bu kitlesel protestolar, sıklıklarına ve yaygınlıklarına bakılırsa pek çok örnekte formel siyasete katılım mekanizmalarından ya da “demokrasiden” daha geçerli hale gelmeye başlamıştır.
Tarihin ironisi şudur ki demokrasiyi giderek bir lakırdıya dönüştüren neoliberal otoriter rejimler, demokrasi isteyenleri, onun tam da küllerinden ve dumanından doğduğu yere, barikata doğru ittirmektedir.
“Demokrasi” iki yüz yıl önce barikattan çıkmış (1789); yine barikatta kaybedilmiş (1848); türlü maceralardan sonra bugün bir kez daha barikatla hayat bulmak derdine düşmüştür.
Egemenler için korku buradan kaynaklanmaktadır.
Bugünkü salgın, rejimlerin daha fazla otoriterleşme arzuları için “Allah’ın bir lütfu” olabilir ama diyalektiğin yasaları da boş durmayacaktır. Dolayısıyla egemenlerin korkusu mesnetsiz değildir.
Bu korku, adını koyarsak “kitle korkusudur”. Kitle korkusu, işçi sınıfı korkusu, kadın korkusu burjuvazi için denebilirse bir tür doğuş kusurudur.
Burjuvazi daha en baştan korkuyla lekelenmiş bir sınıftır. Nitekim Komünist Parti Manifestosu ilk cümlesinde bir “korkudan” bahseder; Avrupa’da dolaşan hayaletin saldığı “korkudur” o.
Korku, egemenlerin içine işlemiştir, tarihseldir, evrenseldir.
Eğitimsiz bırakılanların, açlıktan ve kirden kokanların, rutubetten hastalıktan kırılanların, dişsizlerin, çökmüş suratların, kayış gibi ellerin, baldırı çıplak bedenlerin, ezcümle çapulcuların dev cüssesi, kibar ruhları, zarif bedenleri ve kibirli sınıfları dehşete düşürmüştür.
Bu dehşet Minnesota’da yükselen ateşte çoğalıyor.
Biliyoruz ki dehşet ve korku varsa, fantezi koşarak gelecektir.
Yağmaya, şiddete, kundaklamaya karşı gelişen tuhaf reflekslere bakılırsa bu ateşlerde, onun bitimsiz alazlarında başka hikmetler de bulmak mümkün.
Zira kitle korkusu hemen her yerde kadınlarla ilişkilidir, “kitle hareketi” tekinsizliği, başıbozukluğu, zapt edilemezliği ile bizatihi bir kadın gibi bedenleşir. 19. yüzyılın, ışığı günümüze düşen ayaklanmaları tam da bunu anlatır.
Kitle hareketi egemenin gözünde tüm lanetiyle “barikattaki kızıl orospudur”.
Hayaletin fısıltıları yankılanır: Kontrolsüzlük, ahlaki ve cinsel tüm sınırların aşınması, batak ve kaos, yutucu, karanlık ve ıslak bir vajina, akılsız duygular, bet sesler, ateş ve kundaklama…
Son on yılda tanık olduğumuz ya da içinde yer aldığımız her kalkışmada fısıltıdan dehşetli korkuya bütün sesler buradadır. İtidal çağrıları kadar provokasyon tembihlerinde kendini gösteren bir “sakınma ahlakı”, kirlenmeden, kokmadan, dumana ise karışmadan yol alınabileceğini iddia ediyor.
Ne ki akıl verenlere, büyük resmi görenlere inat barikattan “demokrasiye” uzanan “bağzı anarşik” olayların hayaletli, fantezili, alazlı, kaotik serüveni sürüyor.
Selam olsun burjuvazinin yüreğine korku salanlara!