Ah, umursamazlık... Modern zamanların hastalığı... Dikkat edin, bulaşıcı olduğu kadar bunaltıcıdır. Yorganın altına saklanmanızdan yahut gerçeklerden kaçıp başınızı kuma sokmanızdan ibarettir. Kişinin kendince mutluluk veya huzur sandığı vazgeçiştir. Son vazgeçeceği şeyi en başta göze alabildiği için bu bireyde etik bir yan aramak da çoğu zaman divaneliktir.
"Yüzüm hep asık. Kendimi iyi veya kötü bir birey olarak görmüyorum. Dünyayı, bir başkasının dünyasını değiştirebileceğime inanmıyorum. Kimseyi üzmek ya da mutlu etmek gibi bir derdim yok. Böyle gelmiş, böyle gidiyor işte. Aman, her şey aynı. Hiçbir değişiklik yok. Hayırlısı..." Çok duyuyoruz bu tip cümleleri, öyle değil mi? Bu insanların hedefleri günlük, tutkuları yok. Öğrenme becerileri sınırlı ve kabul etmeseler de çıkarlarını gözetmekten kendilerini alamıyorlar. Ama dünya b*ktan. Ülke perişan. "İnsanlık gitgide şişerek dev bir kanser tümörü haline geliyor. Karayolu ağları, demiryolları, gemiler ve uçaklar da kanserin yayılmasını sağlıyor. Ve bu dev tümörlerin altında, asfalt ve parke taşı yolların altında lağım kanalları dolaşıyor dev bir bağırsak sistemi gibi. (...) Aşağıda fareler ve bakteriler cirit atarken, yerüstünde güç sahibi adamlar gökdelenlerinde oturmuş, yeni bir dünya savaşına ait masraf ve kȃr hesabını yapıyor." (Jensen 2015: 139)
Yılmamak gerek deyip kolları sıvıyorsunuz. Bak, güzel kardeşim! Bu adamlar yıllarca halka tam demokrasi, yolsuzlukla mücadele, komşularla sıfır sorun, eğitime ve sağlığa geniş bütçe, kadınlara pozitif ayrımcılık vaatlerinde bulunup eğitim, sağlık, ekonomi alanlarında toplumu darboğaza sokarak muhafazakar yaşam tarzını empoze eden sosyal politikaları hayata geçirip, otoriter söylemleriyle kadınların, çocukların, gençlerin, emekçilerin mağdur olmasına, sömürülmesine, hatta hayatını kaybetmesine neden oldular.
“Ben de varım! Beni önemse!” diyenlere çapulcu dediler; kadının üç çocuk doğurmasından, kapanmasından ve mümkünse evde oturmasından dem vurup diz kapağından falan tahrik oldular, doğayı ve kültürel varlıkları önemsemeden kentleşme planları yapıp özelleştirmeleri, taşeronlaştırmayı bayrak niyetine salladılar. “4+4+4 sistemiyle birlikte, bütün okulları imam hatip okuluna dönüştürme şansı yakaladık!”, “Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değildir!”, “Bunlar sürekli olan şeyler, ölüm bu işin fıtratında var!", " Gençler, bakınız, her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok!" gibi vecizeleriyle kendilerini haklı göstermeye çabaladılar.
Yetmedi, kendi ayıplarını örtmek üzere ülkeyi ateşin ortasında bıraktılar. Hayallerini gerçekleştirebilmekten ziyade yaşamak için mücadele etmeyi öğrenen çocukların hikâyesiyle dolu Güney Doğu. 23 Nisan’da başbakan / cumhurbaşkanı olan çocuklardan farkları ise yanlış coğrafyada doğmuş olmalarından ibaret. Yoksul / yoksun çocuklar bu memlekette dayak yerler, hakarete uğrarlar, tecavüz edilirler. Mülteci çocuklar boğularak ölür, pedofili alır şanını yürür, çocuk cezaevleri sessizliğe bürünür.
Uyan artık uyan! Görmezden gelmek seni kurtarmayacak! Niye ölsün çocuklar, niye ağlasın kadınlar? Niye madende ölmek işin fıtratından doğsun, niye iş güvenliği hayal olsun? Niye evine gitmek için tenha bir yerden geçmek zorunda kalan kadına 'yollu' gözüyle bakılsın, Hasret'e 43 kez tornavida saplayan Y. K. serbest bırakılsın yahut adamın teki kendisinden boşanmak isteyen eşine bıçağı saplayıp 'Erkekliğime dokundu,' diyerek paçasını kurtarsın? Ah, güzel kardeşim! Deli divane oldum sana laf anlatacağım diye. Hiç değilse etrafına şöyle bir bak, her şeyin aynı olmadığını ve olmayacağını gör, kulak ver devinime!
Dr. Patch Adams, “Bir hastalığa karşı savaşacaksak, önce gelmiş geçmiş en kötü hastalık olan ‘umursamazlıkla’ savaşalım,” demiş. Belki de Stockholm sendromundan sonra çağımızın en büyük hastalığı çevremizde olup bitenlere ‘kayıtsız kalmak’. "Eğer denizci gibi olabilseydim, kanaryanın salıncaklı tüneğinde sallanması kadar rahatça bir hadiseden diğerine geçebilseydim, eminim bütün bunlar farklı olacaktı. Zira kuşun kafeste yaşıyor olması denizcinin umurunda bile değil." (Jensen 2015: 39) Halbuki biz kuşun özgürce semada uçması için didiniriz!
* Ikarus, Axel Jensen, Çev: Banu Gürsaler Syversten, Dedalus Kitap, Ekim 2015.