“Sarıyer’deki bir inşaattan aldığı molozları saat 15.30 sıralarında Hamidiye Mahallesi Selçuklu Caddesi üzerinde bulunan moloz döküm alanına döken kamyon şoförü molozların içinde bir erkek cesedi olduğunu fark etti. Olay yeri inceleme ekipleri yaptığı incelemede cesedin molozların geldiği inşaat şirketinde çalışan 21 yaşındaki Veysel Karani Keleşoğlu’na ait olduğunu belirledi. Ceset yapılan incelemelerin ardından Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı.”
Bu kadar!
Başka bir şey söylemeye gerek var mı?
İnşaat sektörü şu durumda, inşaat sektöründe şu kadar işçi öldü, sakatlandı, yaralandı vs. demeye…
Öldü ve çöpe atıldı… Bu kadar! İnşaat işçisinin değeri bu kadar!
Söylemek, anlatmak, istatistikler vermek yetmiyor, daha da çarpıcı hale getirmek gerekiyor. Bu noktada sanata gereksinim duyuyoruz. Unutturmuyor çünkü sanat, anımsatıyor, acıtıyor. Sinema olunca ise kare kare, sahne sahne zihnimize kazıyor. Emek cehennemi Türkiye’de emekçilerin öykülerini anlatmak gerekiyor, özellikle de sinema yoluyla. Babamın Kanatları işte tam da bunu yapıyor. Ne şanslıyım ki, öncesinde senaryosunu okuma fırsatım oldu filmin yönetmeni ve senaristi sevgili Kıvanç Sezer sayesinde. Bir inşaatçı gözüyle bakma birkaç şey söyleme fırsatım da.
Babamın Kanatları ilk gösterimini 51. Karlovy Vary Film festivalinde yaptı. Duhok IFF Yılmaz Güney en iyi Uluslararası Film Ödülü’nü aldı. 23. Uluslararası Adana Film Festivali’ne damgasını vurdu, 18 ödülün 7’sini aldı:
1* Yılmaz Güney En İyi Film (Yönetmen - Kıvanç Sezer, Yapımcı – Soner Alper)
2* Siyad (Sinema Yazarları Derneği) En İyi Film (Yönetmen - Kıvanç Sezer, Yapımcı - Soner Alper )
3* En iyi Müzik (Bajar – Vedat Yıldırım, Cansun Küçüktürk)
4* En İyi Kurgu (Umut Sakallıoğlu)
5* Tarık Akan En İyi Erkek Oyuncu (İbrahim - Menderes Samancılar)
6* En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Yusuf - Musab Ekici)
7* En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Nihal - Kübra Kip)
Filmin çarpıcı fragmanını mutlaka izleyin. Basit bir öykü, güçlü bir öykü ama, çarpıyor düşündürüyor, sinir bozuyor, bunaltıyor, sinirlendiriyor. En azından benim tepkilerim bunlar oldu. Ama sonunda, macera filmlerinde dahi Yılmaz Güney’in yaptığı şeyi yapıyor; “bir şey yapmalı” diye öfkeyle kalkıyorsunuz koltuktan. Bazı sorulara, daha doğrusu sorulmadık soruların da en azından yanıtlarından birisini veriyor bize; “bir inşaat işçisi ne yapar, nasıl yaşar?” Düşünsenize, yüzbinlerce genç insan, bir şantiyeden diğer şantiyeye, kimi zaman inşaatın içinde, kimi zaman bir konteynerde, kimi zaman bir çadırda yıllarca oradan oraya gidiyor, dolaşıyor, yaşamak için ölmemek için çalışıyor ve bir kısmı da çalışırken ölüyor! Peki bir inşaat işçisi 50 yaşında ne yapar, nasıl yaşar, ailesi var mıdır, ailesiyle ilişkisi var mıdır, hasta mıdır, yıllar onu ne hale getirmiştir? Menderes Samancılar’a baktığınızda bunu görüyorsunuz zaten. Ağır çalışma ve sömürü koşullarını, şantiye özelinde anlatıyor Kıvanç Sezer yüzümüze gündelik yaşam içinde görmediğimiz inşaat işçilerinin yaşamını çarpıyor…
Bu filmin vizyona girmesi önemli. Vizyona girer girmez de ama bir sinemada ama daha fazla sinemada, mutlaka izlemek, örgütlü bir şekilde izlemek önemli. Partiler, sendikalar, dernekler, öğrenci kulüpleri bu filmi izlemek için toplu organizasyonlar yapmalı. Sendikalar, odalar bu filmi kendi şubelerinde göstermeli anlatmalı. Tarık Akan’ı andığımız bu günlerde Türkiye emek tarihine yapılan bu katkı kesinlikle sahiplenilmeli…
Eline sağlık Kıvanç Sezer!