Aydınlanma ve Cumhuriyet

Aslında örtüşen iki kavram. 

‘Aydınlanma’ ve ‘Cumhuriyet’. 

Cumhuriyet, ‘Aydınlanma’nın toplumsal düzlemde ve kamusal alanda somutlaşmasını ifade eden bir yönetim biçimi. 

Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından kurulan Türk Devletinin ‘idare şekli’nin Cumhuriyet olarak saptanması, aynı zamanda Mustafa Kemal’in yeni topluma değgin bir çağdaşlaşma ve uygarlaşma girişimiydi. Osmanlı İmparatorluğunun enkazı üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti, aynı zamanda ‘bilimsel çağ’ diye anılmaya başlanan bir yüzyılın ilk çeyreğinde ancak böyle bir yapı ile ayakta kalabilirdi. 

Cumhuriyetin kurucusu, yalnızca kurmakla kalmamış, kurduğunun sürekliliğini sağlayacak hemen bütün önlemleri de almıştı. Almaya vakit bulamadıklarının da yollarını işaretlemişti.

Bugün, 91.kuruluş yıldönümünde o Cumhuriyetten geriye kalan pek az şey var. Son 15-20 yılın yaygın modası, bu gerilemenin hesabını genellikle hep Mustafa Kemal’e çıkartmak oldu. 1938’den bu yana geçen sürede bu bağlamda olup bitenlerin hesabını o sürede sorumluluk taşıyanlar tarafından üstlenilmesine ise pek az rastlandı. 

Her kurum ve her kişi eleştirilebilir. Daha doğrusu, insan aklının doğal işleyiş biçimi olan eleştirel düşüncenin bir gereği olarak, eleştirilmelidir de. Elbette ‘yermek’ ve ‘eleştirmek’ kavramlarını birbirinden titizlikle ayırarak. 

Ancak bugün geriye baktığımızda, Mustafa Kemal’in kurduğu cumhuriyeti her zaman öneminin gerektirdiği ciddiyetle değerlendirebildiğimizi hiç sanmıyorum. Bu ciddiyetten yoksun tutum, yaklaşık son 15-20 yılda tarihimizdeki Cumhuriyetlerin(!) ‘numaralandırılmasıyla’ daha da yoğunlaştı. 

Ortaya bir ‘İkinci Cumhuriyet’ çıkartıldı. Sanki birincisi bütün koşulları ile denenmiş, ama sonuçta işe yaramadığı anlaşılmıştı. Çare, Batının tarihsel koşulları bizimkisinden çok farklı ülkelere özenilerek ‘yeni’ cumhuriyetlerin kurulmasında arandı. 

Ama olmadı. Çünkü ‘ikincisi’, birincisinin çok kötü ve acınası bir taklidi olmaktan öteye gidemedi. Dahası, aslında taklit bile olamadı. ‘Yetmez ama evet’ oylarının çukurunda debelenen bir ucube olarak kaldı. 

Ama kimileri, günümüzde ‘İkinci Cumhuriyet’in aksaklıklarından söz ederek yeni cumhuriyet arayışları içersindeler. 

Aslında hiç olmamış veya ölü doğmuş bir cumhuriyetin yerine yenisini aramak...

Böyle bir girişimde bulunulmasın demiyorum. Ama bunu yaparken, Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet’in dönemini ve kuruluş koşullarını çok, ama çok iyi inceleyip öğrenmek gerekmez mi?

Elbette gerekir. En azından tarih bilinci dediğimiz kavram, bunu koşul kılar.

Peki, yapan var mı?

‘Cumhuriyet’ kurmak, kolay iş değildir!

Bu işe kalkışanlara, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihini bir kez daha, ama gerçekten dikkatle okumaları ve okudukları üzerinde düşünmeleri tavsiye edilir!