Okuyucu Marks’a “Aydınlanmanın çocuğu” dendiğini pek çok kez duymuş ya da okumuştur… Bu iddia süreklilik olgusuna aşırı vurgu yapmanın ötesinde, yanlıştır da. Türkiye’deki pek çok sosyalistin hala Aydınlanma hareketinin düşünsel çerçevesinde düşünüp yazmasına sıkça rastlanılıyor. Bu yazının konusu olan laiklik sorunu da, sıkça Aydınlanma düşüncesi çerçevesinde ele alınıyor. Oysa, aşağıda sunulan sadece üç kavram, Marks’tan yüz elli yıl sonraki Marksistlerin ondan çok daha ileride olması gerektiğini söylemektedir.
Daha Marks’tan önce, örneğin Hegel Aydınlanma düşüncesinin eleştirisini yapıyor, son Aydınlanma düşünürü olan Kant’ı aşmaya çalışıyordu. Aşmaya çalışmayanlar için bile, Aydınlanma düşüncesinin dayandığı akılcılılık, birey, insancıllık, bilim, görgül bilgi, deizm, laiklik ve ilerleme ilkeleri üzerinde uzlaşı yoktu. Hareket tarihsel ve coğrafi olarak da bölünmüştü. İngilizler ile Fransızlar, Almanlar, bu harekete farklı şekilde dahil olmuş, ya da farklı katkılar sunmuşlardır.
Marks’ın Aydınlanma düşünce ve ilkelerinin eleştirisi yapıldıktan sonra yetişmiş olması, kendisinin erken denilebilecek bir yaşta doğrudan, ateist ve komünist düşünceye yönelmesi, diyalektik yöntemle düşünebilmesi, bizim gibi ülkelerde sosyalistlerin bile hala kullandığı kavramsal çerçeveyi oldukça gerilerde bırakmış olduğu anlamına geliyordu. Marks’ı okuyanlar, onun Aydınlanma düşüncesinin çok ilerisinde, bu anlamda da dışında olduğunu görürler. Saydığımız Aydınlanma ilkelerinin çoğu onun için tarihsel olarak aşılmıştır. Aydınlanma feodal topluma ve Ortaçağ düşüncesine karşı değişik türleriyle birlikte liberal burjuva düşüncesinin gelişimidir. Marks, hatta kendisinden önceki sosyalist kuşak, kapitalist toplumun düşüncede ve eylemde sosyalist eleştirisini yapmaktadır artık. Düşünsel anlamda bu eleştirinin konusuysa, artık burjuva Aydınlanmasının hedef aldığı feodal zümre, dinsel hurafeler ve kilise otoritesi değil, kapitalizmin yarattığı hurafeler, liberal ideoloji ve özel olarak kapitalist yabancılaşma sürecidir. Marks’ın daha sonra sermaye çözümlemesinde kullandığı “meta fetişizmi” kavramı da, özel mülkiyete dayalı maddi zenginliğe düşkünlüğü ve bağlanmayı anlatmasının ötesinde, bizzat metalara güç ve iktidar atfetmek, onları yaratan, devindiren gücü görememek anlamına geliyordu.
Yabancılaşma ve fetişizm gibi kavramların kullanılması için, mutlaka diyalektik yöntem gereklidir. Bilindiği gibi, Marks bu konuda da ileridedir. Kendisinden önce bitmiş Aydınlanma düşüncesi ikilikler (dualiteler) üzerine dayanıyordu. Aydınlanma, neredeyse Rousseau’ya kadar, diyalektiğe yaklaşamaz. Toplumsal değişimi de tarihsel olarak düz bir ilerleme ve yükseliş olarak görür.
Yabancılaşma ve fetişizm kavramları yanında, Marks’ın kapitalizmin sistemli eleştirisinden önce yazdığı “Yahudi Sorunu Üzerine” adlı çalışması bugünü anlamak için verimli bir kavram daha sunmaktadır. Bu çalışmada, kapitalizmin “yahudileştirici” etkisinden söz edilmektedir. Bu o kadar önemli bir gözlemdir ki, Hıristiyan Batı’da kapitalizmin gelişimi, içerik olarak hem Hıristiyanlığı yahudileştirmiş, hem de, feodal yığınların içinden çıkardığı yeni burjuva bireyi, yahudi özelliklerle donatmıştır. “Yahudileşme” dar anlamda hem mevcut dinin kapitalizmle uyumlu hale gelmesi, hem de tanrısı para olan bencil burjuva bireyin ortaya çıkması anlamına gelir. Bu inançlı burjuva birey, zenginliğe taparken, sadece bencil değil, “kindar” ve acımasızdır da (bu konuda ideal tiplemeyi çok daha önce Shakespeare “Venedik Taciri” komedisinde “Shylock” karakteriyle çizer).
***
Bu gün Türkiye’de laiklik tartışmalarına ve laiklik mücadelesine ileri sosyalist katkı, Marks’ın “yabancılaşma”, “meta fetişizmi” ve “yahudileşme” kavramları üzerinden yapılabilir. Laiklik ister devlet veya geniş anlamda dünya işlerinin din işlerinden ayrılması olarak, ister, dinin kamusal alandan çıkarılıp özel bireysel alan tercihi ve özgürlüğü haline gelmesi olarak anlaşılsın, nihayetinde burjuva bireyle onun üzerine yükselen burjuva devletin özelliğidir. Ama bu devlet de, onun dayandığı birey de, dini inancıyla birlikte, kapitalistleşme söz konusu olduğuna göre, “yahudileşme” sürecinden geçmek durumundadır.
Ezici çoğunluğu müslüman olan Türkiye’de bu gün iktidarda olan siyasi İslam “yahudileşmiş” bir İslam’dır. Açıktır ki, henüz “yahudileşmemiş” olan yoksul halkın müslümanlığı karşısında hala müslümandır. Bu kesimlere kömür, yiyecek, yol sunmakta, alt düzeyde devlet memurluğu kapısı açmaktadır. Gittikçe artan ve yaygınlaşan İmam Hatipler yoksul müslüman çocukları içindir. Artık her boşluğa inşa edilen camiler, tüm kentleri, kasabaları İslamileştirmek içindir. Ancak bu İslamileşme oldukça biçimsel, simgesel, hatta çoğu zaman tepkiseldir. Bu biçimin içine hızla sermaye ilişkileri dolmakta, İslam İslam olmaktan çıkarmaktadır. Zaten İslam’ın yahudileşmesi dediğimiz bu sermaye içeriğiyle dolmaktır.
İslam’ın “yahudileşmesi” süreci, İslam’da ticaretin hem sevap, hem hizmet olarak görülmesi nedeniyle daha da kolaylaşmaktadır. İslamcı sermayenin birikmesi, tanım gereği İslamcı kapitalistle gerçekleşmekte, İslamcı kapitalist de, İslamcı emekçi istihdam etmek istemektedir. Haliyle, meta üretiminin ve ticaretinin başına geçen İslam, meta fetişizminin de esas üreticisi haline gelmektedir. İslamın ve zenginleşen müslümanın yahudileşmesi, meta fetişizminin toplumsal düzeyde gelişimiyle birlikte olmaktadır.
***
Öyleyse, özel olarak Türkiye için şu tespitlerle bitirelim:
Türkiye’de laikliğin gerilemesi diyebileceğimiz olgu, Aydınlanma düşüncesi ve ilkeleri kapsamında anlaşılamaz. Hatta, Türkiye, kapitalistleşme ve Avrupa tipi modernleşme arasında kurulan zorunluluk ilişkisinin ne kadar sorunlu olduğunu da göstermektedir. Kaldı ki, kapitalistleşme sürecinin modernleşme ve laikleşmeden bağımsız yönü olduğu da ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de laikliğin gerilemesi dediğimiz olgu, İslamcı sermayenin güçlenip iktidara gelmesiyle birlikte, İslamın ve müslümanların yahudileşmesi sürecidir.
***
Ne diyordu Recep Tayyip Erdoğan, “Hem laik hem müslüman olunmaz!”. Kendisine tümüyle katıldığımı daha önceki bir yazımda belirtmiştim. Erdoğan, “ Hem müslüman hem kapitalist olunur” demeye gerek bile duymamıştır.
Ama Marks’ın “yahudileşme” ifadesini de duymamıştır.