Zamanımızın en ilginç yönlerinden biri “duygular” gibi iç gıcıklayıcı konuların, kamusal alanda olanca açıklığıyla dışa vurulabilmesindedir. Günümüzün de içinde devindiği 30-40 yıllık siyasal yörüngenin, sözü pornografik kılan; onu çırılçıplak, filtresiz, sansürsüz bırakan bir eğiliminden bahsediyoruz.
Gündelik siyasetin diline yerleşmiş, artık kanıksanmış, garipsenmeyen “duygu ifadelerini” düşünelim. Miting meydanlarında yankılanan “ilk aşk İstanbul”, billboardları dolduran “gönül işi belediyecilik”, muhalefetin baharı müjdeleyen “umuttan” bahsetmesi, oy tövbekarlarını ikna etmek üzere “hatırım için” diye seslenmeler, seçim yenilgilerinin “ihanetle”, “herkes bir yere dağıldı” serzenişleriyle karşılanması vs.
Daha ötesi vardır. Yüzer-gezer siyasi motifleri tüm cesametiyle işgal eden “duygular”, siyasal analizcilerin de gözde konusu haline dönüşmüş durumdadır.
Uzak sayılmayacak bir örnek Konda’nın Mayıs-2017’de yaptığı bir araştırmada vardır. Burada AKP’liler ile R.T.Erdoğan ilişkisi “koşulsuz aşk”, MHP’liler ile R.T.Erdoğan ilişkisi “platonik aşk” olarak nitelenmektedir. Bir duygu olarak aşk’ın siyasette nasıl anlamlanacağı ise şöyle açıklanmaktadır:
“Burada ele alınan ‘aşk’, bir şekilde tekil bireyin kendisini tikel toplumsallığa bağlamasına, kendisini ideal olanla birlikte tanımlayarak imkan veren haldir. Sadece ideal olan ‘kişi’ üzerinden yaptığımız analize rağmen, ideal olanın yapı (vatan, millet, ırk, din) ya da düşünce (liberalizm, modernizm, muhafazakarlık) olabileceğini de belirtmemiz gerekmektedir”(1)
Aşkın, umudun, acının, öfkenin, hıncın, korkunun, nefretin kısacası duyguların, bireylere ilişkin psişik süreçler olarak değil, bireylere ilişkin “toplumsal unsurlar” olarak anlamlandırılmasıdır karşımızdaki.
Peki tüm bunlar niye önemli?
Kestirmeden ifade edersek, AKP rejiminin toplumsal bağının nasıl açıklanacağı üzerine yıllar yılı ortaya atılan çeşitli tezlerden biri burada hayat bulmaktadır. Buna göre AKP’nin temel marifeti yıllardır etkili biçimde adına “duygu siyaseti” denilebilecek bir ekseni kurabilmiş olmasındadır.
Bu “duygu siyaseti” denilen şey, modernist politik kavramlarla, onun akıl-duygu, aydınlık-karanlık, bilim-hurafe, kamusal-özel gibi katı ikilikleriyle anlaşılabilecek türden bir şey değildir. Fikirlerden çok duyguların, ne söylendiğinden çok nasıl söylendiğinin, gerçeklerden çok tavır ve duruşun (post-true) gündeme geldiği bir biçimdir “duygu siyaseti”.
Bu tezin iddialarına kulak verecek olursak muhalefet dinamikleri tüm bunları kabul etmeyerek bir tür “duygu körlüğü” yaşamakta ve hatta bu sebeple halkı küçük görmektedir.(2) Elitizm eleştirisiyle başlayıp sahiciliği, duyguları yücelterek devam eden bir yaklaşımdır bu.
Burada anlamak (sağın dinamiklerini anlamak) ile meşrulaştırmak (sağı bu topraklardaki ‘harbi duyguların’ doğal adresi olarak sabitlemek gibi) arasındaki çizgi kolayca ihlal edilebilir.
Hem liberal uzanımlarıyla birlikte bu riskler hem de siyasetin duygulara da kaynaklık eden maddi zeminden büsbütün koparılması “duygu siyaseti” tezinin açmazları olarak görülmelidir. Örneğin son seçim sonuçlarını ele alırsak, büyük kentlerdeki, ana arterlerdeki AKP-MHP bloğundan kaybın basitçe “duygusal sapma” olarak görülemeyeceği net olmalıdır.
Merkezlerdeki kaybı anlamak için metalaşmaya, mülksüzleşmeye eşlik eden sınıfsal sancıların izini sürmek zorunludur. Sınıflar arasındaki karşılaşmanın, “duygular arasındaki karşılaşma” olarak algılanması insanlar arasındaki gerçek/maddi ilişkilerin ters yüz edilmesidir.
Peki ya duygular nereye yerleştirilebilir?
Marksist anlamda “toplumsal ilişkilerin bütünü” olarak “insanın özü”, “duyguların” da içinde serpileceği bir ölçeği işaret edebilir. Güncel olarak ifade edersek…
Neoliberal cangılın Türkiye örneğindeki “tek adamcılığı”, reisçiliği, “duyguların” belki de hiç olmadığı kadar siyaset sahnesinde yer aldığı/işlevlendiği bir atmosferi işaret etmektedir. Bu atmosfer niyetlerden, konumlardan bağımsız olarak “karşı-duyguları” da seferber etmektedir. Örneğin Demirtaş, İnce, İmamoğlu gibi politik öncüller düşünülenin oldukça üstünde bir ölçekte/toplumsal karşılıkta bu “karşı-duyguları” seferber edebilmiştir.
Aşktan, ihanete, hınçtan öfkeye siyasetin “duygu dinamiklerinin” liberal tezlere meze edilmeden ele alınması, mücadelenin “zamana uydurulması” önemli görünmektedir.
Kaynaklar
1-https://konda.com.tr/wp-content/uploads/2017/05/KONDA_T%C3%BCrkiyenin_Siyasal_Evrenini_Anlamak_Mayis2017.pdf, s.111
2-http://ayrintidergi.com.tr/akp-iktidari-sona-erecek-belki-ama-ortaliga-sacilan-duygular-varligini-surdurecek/