Yine ‘o malum gün’, sevgililer günü geldi çattı sevgili okuyucu. Sizin için seçilmiş bir gün.
Tüm dünya, kimsenin açıkta kalmadığı bu ultra-aşk düzeninde ne kadar ‘anormal bir tip’ olduğunuzu söylüyor bugün. Sevgilisi olmayana yer yok. Kaçınılmaz, oyun dışına düşen çocuğun tuhaf gururlu hüznü dudağınızın kenarında dolanıp duracak gün boyu. Ne ki pelüş ayılı, kırmızı güllü aşk düzeninin sizi ‘burunlamasına’ izin veremezsiniz.
Safları sıklaştırıp (kahrolsun mutlu çiftler!); direne direne kazanmak için (yalnız arkadaşlarla iş çıkışı buluşması) müthiş bir gün!
Belki de lügatındaki ‘kapitalizm’ sözcüğünü başka şeyler için pek kullanmasa da bugün için kullanan bilgiç sevgilinizle geçireceksiniz bu günü. Sevgiliniz, öyle tumturaklı laflar ettikçe, kapitalizmin aslında bir ‘sevgililer günü icadı’ olduğuna ikna olacaksınız. Anti-kapitalist bilincin böylesine zirve yaptığı gün bulamazsınız, kıymetini bilin.
Aşk/aşksızlık nasıl olursa olsun, üzerine düşünmeye değer bir soru var: ‘Bizim aşk hallerimiz’ diye bir şeyden bahsedebilir miyiz? Bizim yani üzerinde devindiğimiz kültürel, tarihsel, politik atmosferin, ‘aşka dair’ özgül yanları var mıdır?
Örnek olsun, bambaşka bir coğrafyadan örnek…
“Eskiden, birisiyle birkaç kez çıkar sonra yatağa girerdiniz, şimdiyse durum farklı. Birisiyle birkaç kez seviştikten sonra onu daha yakından tanımak için çıkmayı düşünebilirsiniz”. (1) Flört epey romantik bir şey, bunun adıysa ‘takılma kültürü’; aşkın tüketici-dostu son teknoloji sürümü.
Bu tespitin akla getirdiği soru doğal olarak, ilişkilerdeki bu dramatik bağlam değişimin, ‘takılma kültürünün’ Türkiye toplumunun aşk matrisine uyup uymadığı. Aynı coğrafyada bile farklı sınıf ve kültürler arasında, bin bir surat aşk hallerinin, ortak bir doğrultuya, belki denebilirse bu doğrultunun çeşitli veçhelerine işaret edip etmediği saptanabilir mi?
Malzeme oldukça çeşitli ama bir ucunda izdivaç programlarına çıkıp maliyet analizine bağlı olarak ‘elektrik alamadığını’ söyleyen teyzeler var, bir diğer uçta skor olarak seks pratiğini ‘bağlanamıyorum abi yeaağğ’ diye estetize etmeye çalışan ‘özgür aşk’ militanları. Maliyet analizinin skorla, ‘elektrik alamamanın’ ‘bağlanamamakla’ benzerliği olabilir mi? Belki de ‘takılma kültürü’ aşk düzenimizin iktidarını ele geçirdi.
İlişkilerde dramatik bir bağlam değişimi varsa, biraz daha gerilere gitmeye ihtiyacımız var.
Bu toprakların geleneksel aşk anlatısının ilginç yönü, aşkın sıfır noktasında hastalıklı, patolojik bir şey olması. Geleneğin hükmüne bakarsanız, oyun dışı olan ‘aşka düşenler’. Aşk, toplumun dışına düşmek anlamında bir sapmadır; aşkından verem olanlar, ince hastalığa düşenler vardır.
Dahası, geleneksel anlamda, aşık olan yalnızca fiziksel olarak toplumun dışına düşmez, topluma, düzene karşı gelerek de kendini yalıtır.
Aşık olan kavuşamaz, deli divane olur, aşkı aşk yapan da budur.
Aşıklar ola ki kavuşsa sanki tüm büyü bozulacak gibidir. Hala bile aşkın son sahnesi kavuşma sahnesidir. Film orda biter, kamera yavaşça uzaklaşır. Aşk kendini gerçekleştirdiği anda hızla oradan yok olmaya yüz tutar sanki. Film devam etse, o yağız delikanlının köşelerde bıraktığı kokan çoraplarından, sabahları bir tür ayini andıran tuvalette uzun kalmalarından, aşkın sesi denilemeyecek o horlamalarından döne döne aşk büyüyecek midir?
Modern aşk anlayışı ise geleneksel olanın tam tersidir. Aşk topluma karşı değildir, hatta toplum için norm olan budur. (2) Modern toplum aşık olana ‘verem olmaya ya da dağları delmeye gerek olmadığını’ anlatmaya çalışır ya da kısık bir tonda da olsa bunu ima eder. Aşkla evliliğin, kavuşmanın bir arada olabileceği fikri ya da iması o kadar ümit vaat edicidir ki 20. yüzyıl dönümünde ‘mümkünlü aşkın’ serenadı kamusal alana yayılır. Romanlardan gazetelerin izdivaç ilanlarına aşk modernleşmektedir.
Yine de ‘geleneksel imkansız aşkın’, belki artık pastoral bir tonda değilse de lekesizliğe, saflığa özel gereksinmesi, bir dönemin aşk filmlerinde olduğu gibi kendini günaha batmış ‘kader mahkumlarını’ kurtarmaya adaması, ‘modern aşk anlatısından’ intikamını almaya çalışması olarak görülebilir. Aşk imkansız değilse bile en olmadık yere, yasak alana açık açık genelevine kurar tezgahını.
Aşkın arabeskte olduğu gibi hıçkırıklarla, gözyaşlarıyla, bir ibadet gibi yakarışlarla ama toplumdan kaçarak değil sesini bizatihi toplumun orta yerinde duyurarak varoluş biçimi bizim aşk hallerimizdir. Kuşkusuz eşitsiz, eril, tahakkümcü bir aşk düzeneğidir ve kendini ‘imkanlı olanın kıyısında’, geleneksel olanla modern olanın sınırlarını eriterek gösterir.
İşte belki de geleneksel olanla modern olan arasındaki ‘tatlı flörtü’ bozan ve baştaki soruya dönersek, kültürleri aynılaştıran süreç, 80’li yılların kendini bir ‘haz faşizmi’ olarak kuran bireyciliği, geçmişin ‘şövalyece tutkularının’ ‘elektrik alamayanlara’ ve ‘bağlanamayanlara’ kalması.
1- Takılma Kültürü, Kampüste Seks, Flört ve İlişkiler, Kathleen A. Bogle, Güldünya Yayınları,2015
2-Ailenin Serencamı, Türkiye’de Modern Aile Fikrinin Oluşması, Ahmet Murat Aytaç, Dipnot Yayınları(2012) s. 155