Pandemideki günlük vaka sayısını gözümüzün içine baka baka bir günde 7 binden 30 bine çıkardılar. Hiç utanmaları, arlanmaları yok, hesap vermek, sorumluluk üstlenmek gibi bir niyetleri hiç yok. Küçücük bir özeleştiri veya özür bile yok. Tam tersine, Cumhurbaşkanı kürsülere çıkıp vatandaşı tedbirlere riayet etmediği için suçluyor. Sağlık Bakanı “daha sıkı tedbirler almak isterdik, ama işte elden gelen bu kadar” diyebiliyor. Vakaları artık o kadar da gizleyemiyorlar belki, ama ölüm sayıları hâlâ çok şaibeli. Sadece İstanbul için açıklanan alternatif sayılar, Türkiye toplamından fazla. Ölümü, ölüm tehlikesini, ölümcül bir salgını bile iktidarını sürdürmek uğruna manipüle eden, çarpıtan, kullanan, görmezden gelen, iyice zıvanadan çıkmış, insanlıktan çıkmış, pişkin, yüzsüz, en temel insani değerlerle bağını çoktan koparmış, beceriksiz bir çete.
Karşımızda yeis, keder, acı veren bir perişanlık, bir sefalet resmi. Hastaneler mahşer yeri. Yüzlerce tabutun yan yana dizildiği, katliam manzaralarını andıran mezarlıklar. Her gün virüsle burun buruna, tıklım tıklım otobüslerde mesaiye gönderilen işçiler. Dağılmış pazaryerlerinde artık toplayan yoksullar. Feryadı, derdi, ıstırabı beton duvarlara, sağır kulaklara çarpan, kaderine terk edilmiş on milyonlarca yurttaş.
Ama iktidar ortağının, mafya reisleriyle yarenlik eden liderine bakarsanız, “muhalefet bir ulusal güvenlik sorununa” dönüşmüş. İktidarın diğer liderinin yıllardır tekrarladığı nakaratı da biliyoruz: Memleketin yarısı “terörist ve hain.” Boşa edilmiş laflar değil bunlar. Alt metin açık: Çok ileri giderseniz, maazallah, iktidar falan olmaya kalkarsanız, tekelimizde şiddet var, gözümüzü kırpmadan kullanırız. Kendi vatandaşına düşman muamelesi, düşman hukuku... Siz yurttaş değil, bize biat ve de itaat etmeye mecbur, anti-yerli ve de anti-milli bir sürüsünüz, diyorlar. Size her şey müstahak...
Sokağı ve eylemi muhalefetin büyük bir bölümü için sakıncalı kılan, hatta bir tür imkânsızlık haline getiren, “zaten tez zamanda gidecekler, ortalığı karıştırmayalım” yanlış-konforuna sevk eden işte bu gözdağı, bu tehdit tonu. Böyle olduğunu iyi biliyorlar, o yüzden sopa göstermekten, olur olmaz mevzuda efelenmekten bir an bile vazgeçmiyorlar. O yüzden kuyruğu dik tutmaya, süngüyü düşürmemeye, çatlaksız, yekpare, mermer misali sağlam olduklarını göstermeye çalışıyorlar.
Ama işte “hain ve terörist” nakaratının infilak ettiği bir hakikat noktası var. Emeğini satmaktan başka çaresi olmayan, çırılçıplak bir hoyratlıkla gasp edilen haklarını aramak için sokaklara çıkan, etiyle kemiğiyle devlet şiddetinin karşısına dikilip “Öyle mi alay komutanı?” sorusunu kor ateşler misali hayatlarımızın ortasına bırakan işçilerdir o hakikat. “Vallahi de billahi de korkmuyoruz” dediklerinde, korkmamak için sağlam gerekçeleri olduğunu bilen örgütlü işçilerdir... Hayatı ve ekonomiyi durdurup sarayları yıkabilecek çokluğa ve güce sahip olduklarını, bizzat muktedirlerin de gayet iyi bildiği, hatta en fazla onların bildiği işçiler!
Pandemi sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada şunu açıkça gösterdi:
Kapitalizm insanlık için artık hiç olmadığı kadar bir “can güvenliği sorunu”.
Kapitalizmi yıkıp özgürlüğün ve eşitliğin sınırsız, sınıfsız, doğayla uyumlu dünyasını kurmak artık bir ölüm kalım meselesi.
Sınıf mücadelesi bitti diyenlere şöyle ferahfeza bir küfür savurun!
Bitmek ne kelime, asıl şimdi başladı.
Devrimciler – Eric J. Hobsbawm (Agora)
Ülke ve Özgürlük – Ken Loach