Armağan kitaplar

Mumcu, Öngören, Altunya, Yurtsever…Dört yaşam öyküsü…Dört aydın, dört yazar, dört mücadele insanı…Kitapları okuduktan sonra keşke daha çok olsalardı diyorum. Eğer bana bunları düşündürüyorsa kitaplar amacına ulaşmış demektir.

Her tür kitabın bir tutkunu vardır: sadece tarih okuyanlar, kısa öykü dışında eline kitap almayanlar, bilimkurgu tutkunları, “çizgi roman dışına asla çıkmam” diyenler... Ben şimdiye dek her tür okura rastladım da “armağan kitap dışında okumam” diyeni gördüğümü anımsamıyorum. Belleğimi zorluyorum, koleksiyoncular dışında bu tür kitapların peşinde koşan kimse gelmiyor aklıma.

Bildiğim kadarıyla Türkiye’deki ilk armağan kitap, doğumunun altmışıncı yılı nedeniyle 1953 yılında Fuad Köprülü için Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin yayınladığı kitaptır. Yine bildiğim kadarıyla ikinci baskısını yapan tek armağan kitap da budur. Tarihi önemi nedeniyle olsa gerek, 2010 yılında Türk Tarih Kurumu yeniden basmıştı.

Armağan kitaplarda genellikle kişiyle yapılan ayrıntılı bir söyleşi ve/veya yaşamının anlatıldığı bir kısım olur. Bunu sıklıkla kişiyle ilgili yazılar izler, bazen dozu kaçar tam bir "hatıra defterine" dönüşür.  Ayrıca kişinin çalışma alanından, yine başkalarının kaleme aldığı, çoğunlukla akademik yazılar da bulunabilir. Son kısım fotoğraflara ayrılmıştır.

Evet, bu tip kitaplar kişiyi ve/veya yakınlarını onurlandırmak için hazırlanırlar. Ancak armağan edilenle ilgili özgün bir görüş ya da anı aktarmaksızın, “önemli birisiydi” veya “iyi ki onunla tanışmışım” kıvamındaki sözlerin de okuyuculara kişiyi tanıma anlamında bir yararı olmaz. Elbette eleştirel bir yaklaşımı görmeyi pek ummuyorum ama bu tip tekrarlar da okumayı sıkıcı hale getiriyor. Şimdi diyeceksiniz ki, “armağan kitapların kişi ve/veya yakınları için hazırlandığını biraz önce sen söylemiştin”, evet ama tek amaç buysa o zaman büyük boy bir plaket verilebilirdi; kitap olarak hazırlanması ayrıca başkaları da okusun diye değil mi? Böyle tekrarlar, ek olarak kitapları fazlaca uzatır, yani okumayı bir kez daha zorlaştırır. İşte tam da bu yüzden ikinci baskıları olmaz armağan kitapların.

Bu tip kitapların bir diğer sorunu da ne armağan edilen kişiden ne de onun bir eserinden bahseden yazıları da içerebilmesidir. Örnekse, bir hekim için hazırlanan armağan kitapta, covid-19 önlemlerini anlatan bir yazı olması gibi. Özelikle akademisyenler için hazırlanan armağanlarda bu duruma sık rastlanır. Geçenlerde hazırlanan bir kitap için şöyle bir nota rastladım: “İşçi sağlığı iş güvenliği, çocuk emeği, kadın emeği, sosyal politika, toplum örgütçülüğü, çevre, sosyal hekimlik, sosyal güvenlik gibi Hocamızın çalışma alanlarından konuların armağan kitabımızın temel konularını oluşturacağını tahmin ediyoruz.(1) Sonuçta, armağan kitaplarda teknik bir takım yazılar yer alır. Teknik olmasını geçtim, bu yazıları bulmak isteyenin de armağan kitaba bakması tümüyle şansa kalmıştır. “Bu eserler çoğu zaman sadece içerisinde yazısı bulunan kişiler tarafından bilinmektedir. Özellikle araştırma yapılmazsa bu eserlerin isimlerine dahi ulaşmak büyük bir problem teşkil etmektedir. İsimlerine ulaşmak dahi bu kadar zor olmaktayken, bu eserlerde bulunan yazıların içeriğinin ne kadar büyük bir gizem olduğu tahmin edilebilir.(2)

Neyse, bunca genel sözden sonra, bugünün kitaplarına geçebilirim. Elimde daha önce kitaplarını okuduğum, ikisiyle tanışıklığım da olan dört kişi, Uğur Mumcu, Mahmut Tali Öngören, Niyazi Altunya ve Haluk Yurtsever için hazırlanmış armağan kitaplar var. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi uzmanlık alanları farklı bu kişilere armağan edilen kitapların içeriğinden çok biçimini tartışmaya çalışacağım; yoksa bu yazı sizlerin sabırlarının çok ötesinde bir uzunluğa seyredebilir.

1993 yılında bombalı bir suikastla öldüren gazeteci yazar Uğur Mumcu’ya Armağan edilen kitap anlattığım formata uygun: önce yaşamını anlatan yazılar, arkasından ölümünden sonra yazılanlar, sonra genel yazılar ve fotoğraf albümü. Cinayetin hemen ertesi günü CIA ve MOSSAD’dan yardım istenmesi olayın zaten faili meçhul kalacağını o günden gösteriyordu ama o dönemde yazılan makalelerde çözüm umudunu görebiliyoruz; demek devlete yine de güveniliyormuş. Gazeteci Mustafa Ekmekçi’nin sözleriyle, “Yazarlığın en insafsız yanı, insanın üzüntüsünü bile içine bastırıp, ölen arkadaşının, sevdiğinin üstüne yazı yazmak zorunda olması değil mi?”.  Kitaba alınan yazılar siyasi yelpazenin her kesiminden ama içerikleri doğal olarak birbirine çok benziyor.

478 sayfalık kitabın yaklaşık 130 sayfası ‘Medya ve Demokrasi’ konusuna ayrılmış ve bence çok önemli yazılar var. Ancak kimin aklına Uğur Mumcu’ya Armağan’ın içinde böyle bir bölüm olacağı gelir de buraya bakar? Keşke diyorum, kapakta ‘Medya ve Demokrasi’ vurgusu olsaydı. Kitapta ayrıca Aziz Nesin’in Sivas Katliamı sonrası mağdur tanık olarak poliste verdiği ifade var. Bence tarihî ve özel bir metin ama burada ne işi var? Eğer bu yazıyı arasaydım asla buraya bakmazdım. Anlatmaya çalıştığım bu.

Tek Başına Orkestra, 1999 yılında yitirdiğimiz, kendi anılmak istediği şekliyle yapımcı, benim için ise insan hakları emekçisi ve ‘Senaryo ve Yapım’ kitabının yazarı Mahmut Tali Öngören için hazırlanmış armağan kitap. Büyük boy ve 502 sayfa. Başlangıçta yaşamını anlattığı, ayrıntılı ve içten bir bölüm var. Elbette hakkında yazılanlar yine önemli bir yer tutuyor kitapta ama bence en vurucu tanımlamayı Varlık Özmenek yapıyor: “Türkiye evrensel bir değerini yitirmiştir, ancak haberi yoktur”. 

Öngören’in yaşamından bazı notlar aldım kitabı okurken. İlki 1960’lı yılların sonuna doğru: “Röportajdaki insanların Kürt aksanıyla Türkçe konuşmaları çok çarpıcı oldu. Adalet Partisi senatörü İskender Cenap Ege ‘Bunlar orada yaşayan insanlar değildir. Mahmut’u ben tanırım, o tiyatroya meraklıdır. Devlet Tiyatrosu sanatçılarını böyle giydirmiş, oynatıyor’ der”. Halka yabancılık bu düzeydeydi.  

Diğeri kendisine ilişkin: “Amerika’da hocalarımdan öğrendiğim bir deneyim vardı. O da olayları unutmamak için hemen not etmek, yazmak. Sonra bu notlarımı değerlendirdiğim kitaplar yazmak”. Benim de hep çevreme verdiğim bir öğüt bu.     

Aydınlanmanın Öğretmeni Niyazi Altunya’nın “gerçek bir eğitim emekçisi olarak nitelendirilmesi yanlış olmaz sanırım. Şöyle anlatayım, öğretmen okulunu bitirdikten sonra tek tercih olarak Hakkari’yi seçip, buranın bir dağ köyünde öğretmenlik yaşamına başlamış. Sonra, o zamanki adıyla Gazi Eğitim Enstitüsü’nde eğitim bilimleri okumuş, bununla da yetinmeyip yüksek lisans ve doktora yapmış. Çeşitli eğitim kurumlarında rehber öğretmenlik ve yöneticiliğin yanı sıra ilköğretim müfettişliği görevinde de bulunmuş, değişik fakültelerde dersler vermiş, öğretmen yetiştirmiş. 12 Eylül sonrası ilk kurulan öğretmen sendikasının kurucu genel başkanlığını yapmış ve tüm bunların arasına otuzun üzerinde eğitimle ilgili kitap yazmayı da sıkıştırmış. Yazdığı makalelerin ve yaptığı sunumların sayısını kendisi bile tam olarak söyleyebilir mi, emin değilim.(3) 2020 Mustafa Necati Öğretmenlik Ödülü’nü alan Altunya için hazırlanan kitap (655 sayfa), altmış sayfa tutan yaşamını anlattığı söyleşi dışında, yakınlarının kendisi hakkında anlattıkları ve daha önceki yazılarından seçmelerden oluşuyor. Öğretmenliğini, örgütçülüğünü, yazarlığını, insanlığını tanıklıklar üzerinden anlatmış oluyor kitap.

Gerek Öngören gerekse Altunya kitaplarında sadece kendi ürettikleri ve kendileri hakkında yazılanlar var, konu dışı bir yazı yok. Bu iyi olmuş ama her ikisinde de tekrarlar çok fazla.

Direngen Komüniste Yazılar, özetle “Türkiye sol sosyalist hareketin en üretken, en mücadeleci komünisti olan Haluk Yurtsever’in 70. yaş günü için çeşitli derlemelerden oluşan hem Haluk Yurtsever’in devrimci mücadelesi hem de bu yolda ürettiklerinin tahlili, mücadele ile geçmiş onlarca yılın armağanı.(4) Türkiye sosyalist hareketinin önemli kollarından birinden gelen, gelen ama hala mücadele içerisinde olan kaç kişi var ki? TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın sözleriyle, “Türkiye sosyalist hareketinin son elli yılının hem emekçisi hem de ürünü olan Haluk Yurtsever” (s.164) her ne kadar “yapma ile yazma arasında tuhaf bir ilişki var” (s.239) dese de kendisi hem yazmış hem de yapmış. Sanırım en üst düzeyde mücadelenin ancak her ikisinin bir arada yürütülmesiyle olacağının en iyi kanıtlarından biri.

Aslında, bana sorarsanız bu birliktelik, yani teori ve pratik birlikteliği, armağan kitaplar için de en iyi biçim olsa gerek. Şunu söylemek istiyorum, salt kuramsal yazılar hem yazara haksızlık oluyor; makaleleri kayboluyor, hem de okura; o kitaptan beklemedikleri bir okuma olduğu için. Salt anılar yazılınca da genellikle tekrarlara düşülüyor. 

Haluk Yurtsever armağanındaki yazıların, ama özelikle iki yazının bu anlatmaya çalıştığım biçime çok uygun olduğunu söylemeliyim. Öncelikle Ali İleri’nin yazısının armağan kitaplar için ideal olduğunu düşünüyorum. İleri, hem Haluk Yurtsever’le yollarının kesişmesini anlatırken, hem de aralarındaki teorik tartışmaları okurla paylaşıyor ve Yurtsever’in kitaplarına gönderme yapıyor. Böylece anılar, tartışmalar, kitaplar, pratik, teori iç içe bir bütün olarak önümüze geliyor. Tartışmaların bir kısmını tam anladığıma emin değilim ama okumanızı kesinlikle öneririm, biçim açısından.

Diğer yazı da Zübeyde Dizdar’ınki. Dizdar yine bir yandan Yurtsever’le “birlikte yürüdükleri yılları” anlatırken, diğer yandan “ondan öğrendiklerini” aktarıyor ve bunları Yurtsever’in kitaplarına değinilerle destekliyor. Armağan kitap yazıları bence böyle olmalı.

Direngen komüniste yazılar tekrarlara düşmeyince makul boyutlarda (284 sayfa) kalmış. Güzel bir kitap olmuş ama bir de Yurtsever’le ilgisi olmayan o tek yazı keşke yer almasaydı; iyi bir makale ama orada ne işi var?

Mumcu, Öngören, Altunya, Yurtsever…Dört yaşam öyküsü…Dört aydın, dört yazar, dört mücadele insanı…Kitapları okuduktan sonra keşke daha çok olsalardı diyorum. Eğer bana bunları düşündürüyorsa kitaplar amacına ulaşmış demektir.

NOTLAR:

(1)https://www.calismatoplum.org/makale/prof-dr-gurhan-fisekin-anisina-armagan-kitap

(2)http://abakus.inonu.edu.tr:8080/xmlui/handle/11616/18072?locale-attribute=en

(3)https://ilerihaber.org/yazar/gercek-bir-egitim-emekcisi-niyazi-altunya-128665

(4)https://ilerihaber.org/icerik/direngen-komunistin-direngen-yasami-135343

KÜNYELER:

-Uğur Mumcu'ya Armağan. Metin Aksoy, Cengiz Kuşçuoğlu, Veli Özdemir, Ali Tartanoğlu (Haz.) Çağdaş Gazeteciler Derneği Yay., 1994. Satılmıyor, dernekten bulunabilir.

-Tek Başına Orkestra. Metin Aksoy (Der.), Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yay., 2002. Satılmıyor, vakıftan bulunabilir.

-Aydınlanmanın Öğretmeni Niyazi Altunya. Rifat Güler, Gökhan Bal (Haz.), Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, 2021. Yaygın dağıtımı yok, dernekten istenebilir, fiyatı 80 TL civarında.

-Direngen Komüniste Yazılar. Ebru Pektaş (Ed.). İleri Kitaplığı 2021. Kitapçılarda 25 TL civarında.