Antroposen’den Antroposentrizme
Teknolojiye aşırı güvenle doğaya küstahça meydan okuyan kentler kurulurken güneşin, hâkim rüzgarların yönü, kuşların göç yolları, su kaynakları hiç düşünülmeden olabildiğince dikey, zorba bir yapılaşmaya gidildi. Dikey yapılaşmanın suç oranlarını ve yalnızlaşmayı arttırdığı sosyolojik bir gerçektir. Bunun nedenlerinden biri de güneşin, ayın, yıldızların ve havanın herkes tarafından eşit kullanılamamasıdır.
Eriyor çimenler
üzerindeki son kar
öbekleri de
Emirhan Oğuz
Antroposen eski Yunanca bileşik bir sözcük. Anlamı; sen, yeni ve antropos, insan. Genel kabule göre 1700’lü yılların sonunda İngiltere merkez olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde başlayan sanayi devriminden günümüze kadar olan çağa verilen ad. Kimi araştırmacılar bu dönemin başlangıcını, yerleşik topluma geçişin gerçekleştiği döneme denk gelen, günümüzden on – on iki bin yıl öncesi olarak gösterir. Kimi araştırmacılarsa bu son on bin yıllık evreyi holosen, "bütünüyle yeni" bir dönem olarak adlandırır. Bu dönemin başlangıcı, Avrupa’daki son buzulların ortadan kalkması ve yerkürenin yaşamaya daha elverişli bir yer haline gelmesiyle de belirlenir.
Antroposen kavramının içinde saklı olan antroposentrizm yani insanmerkezliliği üzerinde düşünürsek, başlangıcı Ortadoğu dinlerinin felsefi kurgulanışı olan İ.Ö. 500’lü yıllar olarak da ele alabiliriz, köklerini orada bulabiliriz. İnsanmerkezlilik adlandırması ilk anda kulağa hoş gelebilir, bunun temel nedeni binlerce yıllık bir koşullanmadır. Her şeyin insan için ve insanın hizmetinde olduğu düşüncesi kendini dünyanın hâkimi gören üç Ortadoğu dininin sistematik bir propagandasıdır, zira buradaki insan tanımının da zamanla nasıl WASP’a (Beyaz Anglosakson Protestan) evrildiği tarihsel bir vakadır.
Antroposeni, yeni insan ve başlangıcını da Sanayi Devrimi olarak ele alırsak, evet, artık uyku, beslenme, cinsellik, kentlerin yapısı başta olmak üzere bütün bir üretim, tüketim ilişkisi artık başka bir duruma kaçınılmaz olarak dönüşecektir. Evler yuva olmaktan çıkacak, sadece alt sınırdan da olsa temel gereksinimleri sağlayacak şekilde birer bina olarak tasarlanacaktır (Hayatın pandemide eve sığmaması bundandır). Evin yuva olarak algılanmaması beraberinde yeryuvarlığının da yuva olmaktan çıkması, sadece bir yarar nesnesi olarak görülmesi, binlerce yıl önce başlayan toprağın tarımla köleleştirilmesi sürecini hızlandıracak, yerin madenler gibi bütün kaynaklarının enerji amaçlı sömürülmesini, rüzgârın, güneşin, suyun, gazın, fosil atıkların sınırsızca tüketilmesini de peşinde getirecektir.
Galileo’nun yargılanması ve mahkemeye “E pur si muove!” [siz ne derseniz deyin, dünya yine de güneşin çevresinde dönüyor] demesi, Batı dünyasında büyük bir paradigmadik yıkım ve antroposentrik zihniyete karşı büyük bir darbeydi, zira heliosentrik, güneş merkezli sistem bir gerçeklikti. Aslında dünya (yerküre) tüm canlılarıyla milyonlarca yıldır güneş ve ayla bağlantılı varolurken göreli olarak çok kısa bir zaman dilimi içinde insan güneşi ve ayı terk etti. Nâzım’ın şiirinde “yapma aylar geçer güneş doğarken” demesi gibi artık insan elektriği bulmuştu ve bu da gece gündüz ayrımını ortadan kaldırmıştı. Aşırı enerji tüketimi elbette enerji üretimini gerektiriyor ve bu da havada olması gereken gaz oranlarının hızla olumsuz yönde değişmesine neden oluyordu.
Öte yandan, şehirlerin / insan yerleşimlerinin hızla “kentleşmesi” söz konusu oldu. Teknolojiye aşırı güvenle doğaya küstahça meydan okuyan kentler kurulurken güneşin, hâkim rüzgarların yönü, kuşların göç yolları, su kaynakları hiç düşünülmeden olabildiğince dikey, zorba bir yapılaşmaya gidildi. Dikey yapılaşmanın suç oranlarını ve yalnızlaşmayı arttırdığı sosyolojik bir gerçektir. Bunun nedenlerinden biri de güneşin, ayın, yıldızların ve havanın herkes tarafından eşit kullanılamamasıdır.
Yaşadığımız dönemi adlandırmadaki en yeni tanımlama ise önceki tanımlara paralel bir ifadeyle kapitalosen çağı. Kavram, İsveçli marksist insan ekolojisti Andreas Malm’a ait. Buna göre, başta iklim krizi olmak üzere kapitalizm büyük felaketlerin baş sorumlusu. Öte yandan, dünya tarihi boyunca büyük iklim değişikleri hep olagelmiştir, yine olacaktır. Fiziksel dünya bir şekilde devam eder, bu/mevcut insan soyu tükenir; ama, sonrası için bir şey söylenemez. Konumuz bu değil, konu bugünkü varlığımız. Kapitalosen, holosenle başlayan sürecin günümüzde geldiği son aşama; çözümse insanlığın kapitalizmi bir daha geri dönmemek üzere yerkürenin derinlerine gömmesinde.
Güneş merkezli sistemin yasası bu, bahar yine gelecek, biliyorum ve kapitalizm insanın sonunu getirmeden, sosyalistler kapitalizmin sonunu getirecek.