Geçen hafta Çubuk’ta yaşanan linç girişimi ile bir kez daha devletin “karanlık işlerini”, değişmeyen “devlet geleneğini” düşünür, tartışır olduk…
Tarihteki benzerlerinin hatırlattığı gibi “Çubuk olayının” planlı oluşuna dair epeyce veri ortaya döküldü. Ne ki iktidar bloğu açısından üzerinde karar kılınmış, “bu kesin çıkış yoludur” denmiş bir kaos dizaynı/iç savaş örgütlenmesi şimdilik kenarda görünmektedir.
En azından iktidarın “seçim tartışmalarını geride bırakalım” söyleminden “şaibe var, milletin için sinmedi” söylemine sert makas değiştirmelerinin gündeme geldiği şu günlerde “Çubuk Olayı”, kararsızlıkta yol almaya çalışan bir pragmatizmin ve deneyselciliğin ürünü gibi görünmektedir.
Elbette rejim “müessif olaylar” tertip etmekten beri durmayacaktır, ancak bunun bir “yol haritası” olarak belirmesi başka dinamikleri tümüyle körlemeyi gerektirecektir.
Evet, rejim güçleri böyledir. Bir de ötesi vardır.
Ötesinde, rejimin “karşı devrimci” yığınağı olarak halk kitleleri ve “Osman amcaları” karşımıza çıkmaktadır.
İşte tam da burada zülfü yare dokunan bir şeyler var gibidir. Zira egemen bir muhalif/sol muhakemeye göre sağ reaksiyonun/hareketin, “halk kitleleri” ile buluşması ancak ve ancak “organize işler” çerçevesinde olmaktadır.
Yoksa “halk” dediğimiz şey masumdur; işinde gücünde, yalansız sade yaşam kavgasındadır halk.“Halk” nasırlı yumrukta, kömür karası yüzde, bilenen öfkede, konduların muşamba pencerelerindedir. “Halk”, seyyar köftecilerin yanık et kokusunda, ucuz süper marketlerin kasa kuyruğunda, cadde başlarındaki amele pazarlarındadır vs vs.
Tüm bunlardan hareketle bizatihi sola meyyal bir kategori olarak “halk”, ancak kandırılarak ve hatta baştan çıkarılarak, düpedüz ayartılarak “Osman amcalara” dönüştürülmektedir.
Türkiye sağının bu topraklardaki toplumsal kaynakları yok sayılıp, “birileri düğmeye bastı” tadında tespitlerle yetinilecekse, “Osman amca” Amerikan sosyolojisinin Parsonscu ekolü için yerinde bir örnek-vakıadır yalnızca.
“Osman amca” olmak…
İsabetli bir adlandırmayla “Anadolu sağcılığıdır” karşımızdaki.
“Anadolu sağcılığı” imge, duygu, reaksiyon yüklüdür. Son otuz-kırk yılı hiç yaşanmamış saysanız bile onun duygusunu, bakışını, aklını, fikrini, jestini, postürünü bilirsiniz. Şükrü Erbaş’ın şiirindeki köylüdür “Anadolu sağcısı”.
Tüm bunları biliyoruz da “Osman amca” 40 yıldır değişmemiş midir?
Elbette değişmiştir. Öyle ki yalnızca AKP’li yılları bile ayrı bir değişme-dönüşme hikayesi olarak okumak mümkündür.
Üstelik buraya odaklanmak, zaafları ve kırılganlıkları bilmek önemli…
Yakın plandan baktığımızda “Anadolu sağcılığı” denilen şeyin AKP’li yıllar boyunca yerinde saymadığını, aksine yeni motivasyonlarla kireçleşip, taşlaştığını söyleyebiliriz.(1) Taşranın, kasabanın, köyün ve dahası büyükşehir çeperinin yaşadığı bu “taşlaşmanın” hem AKP’nin içine doğduğu “kimlik siyaseti” evreniyle hem de neoliberal cangılla bağını kurabiliriz.
Her biri iç içe geçen “ruh halleri”, taşlaşan Anadolu sağcılığının betimsel kuşağı gibidir. Bohça kalabalıktır…
Sözgelimi “Osman amcayı” Osman amca yapan Reisçiliktir.
Reisçilik; Anadolu sağcılığını geçmişte hiç olmadığı kadar özgüvenle, narsisitik muzafferlik duygusuyla ve büyüklenmeci pathosla donatmıştır. Hiçbir tek lider, böylesine kapsayıcı bir “duygu siyasetini” harekete geçirememiştir.
Üstelik geçmişin komünizm ve dinsizlik tehlikesinden mürekkep çorak sağ ideolojileri zenginleşmiş, kimisi yeni içerimleriyle ortaya bir siyasi jargon çıkmıştır. Burada ecdat, medeniyet, fetih, yeniden diriliş ve daha ne fanteziler, kathartik motifler vardır.
Reisçilik, Anadolu sağcısının “devletle ilişkisini” de dönüştürmüştür.
“Osman amcanın” torunu tuğralı yüzük ve “Osmanlı 1453” imzalı dobloyla dolaşmaktadır.
“Osman amca” yalnızca kendisi gibi İngilizce bilmeyen ama “one minute” diye diklenen Reis’inden etkilenmemektedir. Yarı-bilginin, “organik yalancılığın” köşe yazarı, tv programcısı, haber yorumcusu olmak için aranan şart olduğu bir zamanda “Osman amca” yirmi yıl önceki “Osman amca” değildir.(2)
Yine de Anadolu sağcısı hala “aşağılanma duygusu” ile cebelleşmektedir.
Olmayanın, yetmeyenin, tüm güç iddialarının ardında çatallanan sesin, buğulanan bakışın, bitmeyen mağduriyetlerin duygusudur bu. Herkesin her şeyi karşılaştırabildiği bir sosyal medya çağında “her şeyden önce bir karşılaştırma deneyimi olan aşağılanma duygusu” hiç olmadığı kadar telafi arzusuna, “kurtarıcı düşlerine”, ille de reisçiliğe tahvil olmaktadır.(3)
Hıncın, hasedin, intikamın ve nefretin yuvalandığı yer burasıdır.
Serbest kaldıktan sonra iki eli iki yandan öpülen “Osman amca” intikamdan gurur duymakta, bunu göstermeyi görev bilmekte ve narsistik hazlarla intikamı çoğaltmaktadır.
Tüm kırılganlığıyla Anadolu sağcılığı, ruh halleri, duygular, zihniyetlerdir…
Maddi/sınıfsal dinamiklerin, krizin etkilerinin tüm bu bulutsu ideolojiler kozmosuna nasıl sirayet edeceği, solun nasıl bir strateji izleyeceği kıymetli tartışma başlıklarıdır…
Kaynaklar
1.https://yesilgazete.org/blog/2011/06/16/anadolu-sagciligini-ne-yener/
2.Zafer Yılmaz, Türkiye’nin Ruhu, Hınç, Tahakküm, Muhtaçlaştırma, İletişim Yayınları(2018)
3.Bu yazıda epey faydalandığım kaynaktır: Nagehan Tokdoğan, Yeni Osmanlıcılık, Hınç, Nostalji, Narsisizm, İletişim Yayınları(2018)