Altıncı duyu: Şiir

Şiir zor iştir; sadece yazana değil, okuyana da. Emek gerektirir; öyle bir kez okumayla da olmaz, her okuyuşta başka bir ayrıntıya takılır insan, “anladım” dediğin yer, son okumanın bir öncekinden farksız kaldığı andır.

    Sözlüklerde şiirin tanımı nasıldır, bilmiyorum. Bakmadım, bakmayacağım da ama bana kalırsa şiir dediğin sözcüklerde karşılığı olmayan “şeylerin” sözcüklere dökülmesidir; fotoğrafın, kokunun, çığlığın, acının… Hani, “sözün bittiği yer” denir ya, işte bu nokta şiirin başlayabileceği yerdir; Oğuz Atay’ın, Tehlikeli Oyunlar’da, “Kelimeler, albayım bazı anlamlara gelmiyor” dediği, şiire geçilmesinin işaretidir bence. 

      Elbette bir de ne olmadığını söylemek gerekir, tanımı konsolide edebilmek için: Şiir, alt alta güzel sözleri sıralamak değildir. Aslında bu söylediğim, tam da şiir ile manzumenin ayrım noktasıdır.  Zaten diğer beş duyudan biriyle, ki bence şiir altıncı duyudur, algılananı yazıya dökünce hem sözler artık güzel olur, hem de manzumeden uzaklaşılır. Sonrası iyi şiir-kötü şiir ayrımının konusudur.

     Bu kadar duyulardan söz edince, şiir soyut olmalıdır gibi bir anlam da çıkarılmamalıdır. Somut, gerçekçi, hatta sosyalist gerçekçi güzel şiirler de yazılabilir; yeter ki yukarıda yazdığım sınırlar göz ardı edilmesin… Emekçi kadını belki de Türkçe en iyi anlatan Sennur Sezer, Akşam Haberleri’nde şöyle diyor:

          -İşçiler kumaş istiyor, ürettikleri iplikten.

          Bayramdır.

     Bence hiçbir fazlalığı olmayan, yalın, yoğun, hedefe doğrudan ulaşan dizeler. Bu ince bir çizgidir, şiir yazacağım derken makale yazıverir insan. Ya da şöyle bir şey:

          Dutlarım pekmez kazanında tanırdı sıcağı…

          Bu nasıl sıcak…bu ne kaynamaz pekmez…

          Bu nasıl helva…

          Ölen kim?

     Kullandığı dile karşı sorumluluk duyan, yetkin bir anlatım var Sennur Sezer’in şiirlerinde.  Beni çeken bir diğer noktası da şiirlerinin ritmi. Ancak bunu birkaç dizeyle veya şiirle anlamak çok güç, şairin bütün bir kitabını okumak gerek. Aslında bunu sıklıkla hissederim; belki de bu yüzden antolojileri bir türlü sevemedim.

-Akşam Haberleri. Sennur Sezer. Evrensel Yay., 2. baskı, 2011. Etiket fiyatı 6 TL.

     İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin geçtiğimiz Haziran ayında düzenlediği edebiyat festivalinden seçmeler Antoloji 2019 adıyla kitaplaştırıldı. Öncelikle şunu söylemeliyim, kitapta yer alanların tümü şiir değil; edebiyatın diğer türlerinden örnekler olduğu gibi karikatür bile var. Yine de çoğunluğu şiir. İçlerinde güzel dizeler var ama dediğim nedenle kitabın bir ritmi yok… İyi dizeler de var demiştim:

          Tayfalarız biz, biliriz mercanlar

          misali, şikayetsiz

          beklemeyi.                                (W.B. Bayrıl)

     Biliyorum, tek bir örnekle bir şey anlaşılmıyor ama üşenmeyin seçin kitaplığınızdan bir antoloji ve açıp okumaya başlayın. Ne dediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.

-Antoloji 2019. İzmir Büyükşehir Belediyesi Yay., 2019. Satılmıyor, belediyeden bulunabilir.

     Sabahattin Ali, son yılların en çok okunan yazarlarından. Evet, romanları daha çok ilgi çekiyor ama Ali’nin şiirleri de var. Her ne kadar kendisi şair olmadığını söylese de bence iyi şairdir. Basılı iki şiir kitabından birini, Dağlar ve Rüzgar’ı yeniden okudum. Kendisi yazdığı mektuplarda bu kitabını hiç beğenmediğini söyler ama okurken çok sayıda şiirinin bestelenmiş olduğunu, hadi itiraf edeyim, bazılarının Sabahattin Ali'ye ait olduğunu bilmediğimi gördüm. Neyse, bestelenmesi ve hala dinleniyor olması, sevilmesi anlamına gelir de, sadece bir şiir olarak okunması farklı algılar yaratabilir:

          Dertlerin kalkınca şaha

          Bir küfür yolla Allaha…

          Görecek günler var daha;

          Aldırma gönül, aldırma…

     İngiliz yazar Marie Von Ebner’in dediği gibi “Sadece anlaşılır olanı anlayan, çok az şey anlıyor demektir”. Sabahattin Ali’nin şiirleri basitmiş gibi durur ama tekrar okuyuşlarda derinliği ortaya çıkar. Sanırım halk şiiri tarzında, genelde dörder dizeli beş kıta şeklinde yazması bu izlenimi yaratıyor:

          Çiçekler açmaz oldu,

          Pınarlar içilmez oldu,

          Yâr bize bir gülmez oldu,

          Böyleymiş kara yazımız.

     Tam bu noktada Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şu dizeleri aklıma geldi:

          Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,

          Ayak seslerinden tanırım.

          Ne zaman bir köy türküsü duysam,

          Şairliğimden utanırım.

-Dağlar ve Rüzgâr. Sabahattin Ali. Çeşitli yayınevlerinden baskıları var, etiket fiyatları 3.5-8 TL arası.

     Özellikle Bektaşi deyişleri, ki bunlara çok yerinde bir adlandırmayla nefes denir, Eyüboğlu’nun dizelerine uygundur.  Cumhuriyet döneminin ilk tarikat araştırması olan Besim Atalay’ın Bektaşilik ve Edebiyatı (eski yazıyla yayım tarihi 1924) adlı çalışmasında çok sayıda nefes derlenmiş:

          Kim bu sözden alır öğüt

          Ana mürekkeble divit

          Dil kalemdür gönül kâğıt

          Kelâm üstüne dizildi

     Atalay’a göre edebiyat, fikir akımlarının doğması, yaşaması ve yayılması için zorunludur: “Her mezheb, her akîde ve her fikir yolu, iyi kötü bir edebiyata istinâd eder: Söyleyen bir kitâbı, şakıyan bir şi’iri, düşünen bir felsefesi bulunmayan her türlü fikrî hareketler ya doğmadan ölürler veya doğmalarıyla ölmeleri bir olur.” Ancak bu ideolojinin şiirin içinde bağırmaması gerekir. Yoksa şiirden başka bir şeye, manzumeye, makaleye; ne derseniz deyin, dönüşür…Ben yine nefeslere döneyim:

          Cihan var olmadan ‘adem deminde

          Hakile birlikte yekdâş idim ben

          Var eyleyip çün bu mülkü o demde

          Yazdım tasvirini nakkâş idim ben

     Kitapta çok sayıda nefes var ama Atalay’ın gerek sözel, gerekse cönklere yazılı olarak derlediği daha fazlası varmış. Ancak Kurtuluş Savaşında Yunan işgali sırasında Uşak’tan bir süre uzak kalmışlar. Döndüklerinde: “nâmûssuz Yunanlıların Uşak’tan def’ olup giderken yaptıkları yangında- birçok değerli şeylerim gibi- bunlar da yanıp gitmiştir.”

-Bektaşilik ve Edebiyatı. Besim Atalay. Latin harfleriyle daha önce Ant Yayınlarından basılmıştı. Kitapçılarda Ötüken Yay. 2015 baskısı var, etiket fiyatı 40 TL.

        Benzer yazgıyı, elbette otuz altı yaş farkla, İlhan Berk de yaşamıştır. Atalay 1882, Berk 1918 doğumludur. 8 Eylül 1922’de, İlhan Berk dört yaşındayken, Yunanlılar Manisa’yı yakarak terk ederler. Öncesinde Berk, annesinin kucağında Manisa’dan ayrılmıştır. Elbette bu yaşta yakılacak eseri yoktur ama Hakkı Avan İlhan Berk’in Manisa Yılları kitabında Rauf İnan’dan şöyle bir olay aktarır: “Muradiye kitaplığının çok sessiz ve alçak gönüllü bir görevlisi vardı: Hoca Abdullah Efendi. Hoca bir gün Anadolu’daki Yunanlıların bozulduklarını, kaçacaklarını anlamış. Bir gece sabaha dek, Yunanlıların sıkı kol gezmelerine (devriyelerine) karşın, kitaplıktaki tüm kitapları yakınındaki bir yıkıntıya taşımış, taşların aralarına, altlarına saklamış, kapısını da açık bırakmış. İki gün sonra Yunan askerleri Manisa’dan kaçarken kitaplığa saldırmışlar; bir şey bulamayınca duvarları, içlerindeki camlı dolaplarını, rafları, kubbeyi kurşunlamışlar. Onlar gittikten sonra, hoca kitapları yıkıntının taşları arasından çıkarmış, kitaplığa taşımış, dolaplara yerleştirmiş”. Kitaba saldırı iki oldu: bir kenara yazıyorum.

-İlhan Berk’in Manisa Yılları. Hakkı Avan, Edebi Şeyler Yay., 2019. Etiket fiyatı 23 TL.

      İlhan Berk gibi, Türk şiirinde sözcükleri en iyi kullanan, en deneyci şairlerden birinin yetişme koşullarını öğrenmek benim için ilginç oldu. Avan’ın kitabıyla birlikte İlhan Berk’in kendisini anlattığı, “kendim üstüne bir kalem denemesi” diye nitelendirdiği Uzun Bir Adam’ı da okudum, bence herkes okumalı çünkü kendi alanında okuduklarımın en iyisiydi diyebilirim.

     İlhan Berk’in yoksul bir çocukluğu olmuş. Şaşırdım. Nedense hep aristokrat bir aileden geldiğini düşünmüşümdür. Bunun bir temeli yok elbette, şiirlerinin bende bıraktığı izlenimden olsa gerek böyle düşünmem. Çıraklık yaptığı yerleri anlatmak yerine, “Paşa dedem şöyle derdi” vs tarzında anıları olsa, yadırgamazdım. Şöyle diyor Berk: “Özelikle de zengin çocukları. Hep onların çevresinde olmak, onlarla arkadaş olmak isterdim”. Emrullah İlhan Birsen olan ismini değiştirmesi de bu bağlamda ele alınmalı. Sonrasında “kentli” şiirler yazmasının anlattıklarımla ilgisi vardır diye düşünüyorum.

     Ahmet Güntan’a göre daha on yaşındayken, daha okul yaşamının başlangıcındayken Latin alfabesine geçilmesi, ona dilin esnekliği konusunda değilse bile, kesinlikle bir perspektif kazandırmış olmalı.

     Başlangıçta toplumcu gerçekçi şiirler yazarken, ki ilk kitabı Güneşi Yakanların Selâmı’dır, sonraları değişse de her zaman içinde bulunduğu akımın en iyi örneklerini vermiştir. İlginçtir, en çok eleştirildiği noktalardan birisi de bu olmuştur. Hatta Ece Ayhan kendisi için “bukalemun” demiştir.  Ama Berk’in yanıtı hazırdır:

          Hoş çakal, hoş tilki.

     Daha ne söylenebilir ki?

-Uzun Bir Adam. İlhan Berk. Yapı Kredi ve YAZKO’dan çıkmıştı. Baskısı yok, sahaflarda 5-350 TL arası.