Alın size restorasyon!

Görebildiğimiz şu: Bugün Türkiye’de bir restorasyon gündemi gerçekten vardır; ama bu, pek çok kişinin düşündüğünden farklı, başka bir restorasyondur…

Konumuzun siyaset olduğunu unutmadan kavramın en basit tanımını yapalım:

Restorasyon, eskiye, önceden olana dönülmesi, geçmişte var olan bir yapının bugünkünün yerine geçirilmesi anlamına gelir. Örneğin Fransa’da devrimin ve imparatorluğun ardından 1815 ile 1830 yılları arasında Bourbon hanedanıyla monarşinin “restore edildiğini” biliyoruz. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından bu ülkede meydana gelen gelişmeler de “kapitalizmin restorasyonu” olarak tanımlanır.

O zaman Türkiye’nin gündeminde nasıl bir restorasyon var?

Verilecek yanıt bizce şudur:Türkiye’nin restorasyon gündemi Cumhuriyet öncesine dönülmesiyle ilgilidir; yüz yıl önceki Türkiye’nin pek çok yönüyle geri getirilmesi öngörülmektedir. Ancak, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın iki gün önceki açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla restorasyona konu olacak tarih çizgisi daha da geriye çekilmiştir:

“Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır…” Yüz elli yıl dendiğine göre Birinci Meşrutiyet (1876) de “başkalarının hikâyesi” olmaktadır ve o da hedef alınmaktadır.

Türkiye’nin gündeminde olan restorasyon budur.

Başka “gelişmelerin”, başka siyasal değişim ihtimallerinin “restorasyonla” alakası yoktur.

***

Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın ve/ya da AKP’nin gidişiyle ilgili restorasyon senaryoları yedi yıl önce, özellikle Gezi Direnişiyle birlikte belirli kesimlerde yaygınlık kazanmıştı. Gerek uluslararası güç odakları gerekse ülkedeki sermaye sınıfı için Erdoğan’ın ve AKP’nin iktidarı artık “fazla olmuştu”.

Üzerleri çizilmişti ve artık gidiciydiler…

Bu restorasyon senaryosu, iki yıl sonra, 2015 Haziran seçimleri öncesinde az önce sözü edilen odakların “Türkiye’yi CHP ile HDP’ye yönettirmek istedikleri” gibi uç noktalara kadar çekildi…

Bunların olamayacağını ve olmadığını biliyoruz; ama olsaydı da buna “restorasyon” denemezdi…

Çünkü verili bir siyasal tabloda uçlar törpülendikten sonra kalan siyasal yönelimlerin belirli bir sentezde buluşturulması “restorasyon” değildir. Bugün için konuşursak, 18 yıl süren bir iktidarın yarın gitmesi halinde yerine gelecek iktidarın siyasal işlevi de “restorasyon” kavramıyla açıklanamaz.

Restorasyon kavramı bu genişlikte kullanılırsa, 1950 yılından başlamak üzere ülkedeki önemli her iktidar değişikliğine “restorasyon” demek gerekir ki böyle bir yaklaşım totolojiden başka bir şey ifade etmez. Her şey restorasyon olabiliyorsa bundan aslında hiçbir şeyin restorasyon olmadığını anlamak gerekir.

Sonuçta, günümüz Türkiye’sinde Erdoğan, rejim ve AKP sonrası herhangi bir siyasal kombinasyon restorasyon anlamı taşımayacaktır.  Çünkü böyle bir kombinasyonun geriye getirebileceği, dönebileceği, yeniden tesis edebileceği bütünlükte hiçbir şey kalmamıştır. Olabilecek olan, sadece ve sadece,18 yıllık AKP Türkiye’sinin “muhafaza edilmesi” herkes tarafından zorunlu sayılacak kimi özellikleriyle “yeni” ve “farklı” olduğu iddia edilen (gerçekten öyle de olabilecek) düzenlemelerin bir araya getirilmesi, sentezlenmesidir.

Bunun adı da “restorasyon” değildir.

***

Şimdi gerçek restorasyon gündemine dönebiliriz.

Görebildiğimiz kadarıyla Erdoğan, “yedeklenmiş” bir restorasyon stratejisi izlemektedir. Bu stratejide şu anda başat olan, Cumhuriyet’ten geri dönüş anlamına gelecek ne varsa bunları belirli bir sıra gözeterek zorlamak ve bu zorlamalarda “destekçi militan kitle” kozunu sonuna kadar kullanmaktır.

Gidilebildiği yere kadar…

“Yedek” ise, siyaseten gerekli görülen ya da mecbur kalınan esnekliklerde ve pazarlıklarda “destekçi militan kitleye” işaret edilerek (“bunları zor tutuyorum”) muhataplardan azami ödün koparmak, kendi “uzlaşı” çizgilerini bu taraflara dayatmaktır.

Türkiye’de “düzen siyasetinin” önümüzdeki yıllarına damga vuracak temel dinamik budur. Rejim bir yandan kendi restorasyon gündeminde yol alırken diğer yandan “yedeğini” devreye sokan mesajlar da vermektedir: “Bizim Cumhuriyet’le bir sorunumuz yok”, “Şu andaki sistemin en mükemmeli olduğunu iddia etmiyoruz” gibi…

Sol-sosyalist muhalefetin bu dinamikte taraf olan “resmi muhalefete” yukarıdan, tepeden nüfuz etme şansı yoktur. Kendi ayrı, ama ana süreçlerden kopuk olmayan muhalefet dinamiğini yaratması halinde “resmi muhalefetin” tabanı dâhil geniş kesimlerde etkili olma şansı ise büyüktür.