Ali İsmail, davaların işlevi ve Antakya

AKP’nin kurduğu düzeni anlamak isteyen bir yabancıya Salı gecesi Meclis’te gerçekleştirilen Yüce Divan oylamasının sonuçlarını göstermeniz; Çarşamba günü ise Haziran Ayaklanması’nın sembol isimlerinden Ali İsmail’in katillerine verilen ödül gibi “ceza”yı anlatmanız yeterli olabilir. Yolsuzlukların üzerinin örtülmesi,  AKP kadrolarının güvence altına alınması yolunda atılan adımlar konumuz değil.  Ali İsmail Korkmaz davasının politik önemini, davaların mesajını tartışacağım bu yazıda.  Ve Antakya’ya değineceğim.

AKP dinci, yağmacı bir saltanat rejimini inşa projesi. Dinci-kindar bir nesil inşası yolunda en büyük önemi eğitim alanına yüklüyor, oradan yükleniyor; saldırıyı oradan sistematik hale getiriyorlar. Bu durum ister istemez bir yandan çocuklar ve gençler üzerinde dinci-tek tipçi tahakkümü; diğer yandan da buna itiraz eden kuşaklara karşı diktacı baskı, sindirme ve öldürme yöntemlerinin dayatılmasını, teşvik edilmesini gündeme getiriyor. AKP bir yandan çocukluğa, gençliğe, geleceğe saldırıyor. Bir yandan da somut olarak bu gidişe karşı duran çocuklara, gençlere kelimenin gerçek anlamıyla öldüresiye saldırıyor.

Bu saldırılar sonrasında yaşananları münferit, basit birer yargılama süreci gözlüğüyle değerlendirmek, birbirinden koparmak hata. Berkin Elvan’ın öldürülmesinin ardından neredeyse 2 yıl geçmesine rağmen soruşturma dosyasının bizzat iktidar tarafından hasıraltı edilmesi de; Ali İsmail’in katillerinin yargılandığı bir önceki duruşma sırasında Erdoğan’ın yaptığı konuşmada “esnafımız gerektiğinde asayişi sağlayan polistir, askerdir” sözleriyle esnafın AKP’nin milis gücü gibi davranmasını teşvik eden sözler sarfetmesi de birbiriyle bağlantılı. Öldürenlere, katillere politik irade “arkandayız” mesajı veriyor. “Destan” diyor.

16 yaşındaki Mehmet Emin’in laik eğitim için korkusuzca meydana çıkıp konuşmasına karşı Adalet Bakanı Bozdağ’ın aynı gün apar topar yargılama izni vermesi ve Cizre’de son bir aydır çocukların katledilmesiyle süren kirli savaş da bu tablonun bir diğer yüzü. AKP ve milisleri korkuyor, korktukça baskılamaya çalışıyor. Baskılarken kurban seçiyor ve o “kurban” üzerinden herkese mesajını veriyor. Dinciliğe ve tektipleşmeye direnen her çocuk, her genç canıyla hedefte. Faşizm dediğimizde “abartmayın” diyen kaldıysa, bu örneklere bakabilir.

Görüntü şudur:  AKP bir yandan sokağı, toplumsal ve siyasal her türlü muhalefet ve direnme imkanını suç haline getirecek, bastıracak bir İç Güvenlik Paketi’ni geçiriyor. Dün bu tasarı İçişleri Komisyonu’ndan geçti. Bu, işin yasal altyapısıdır. Polis devletinin tam anlamıyla tesisi, her türlü itirazın bastırılmasının yasallık kılıfına sokulacağı bir dikta tedbirine işaret ediyor.

Buna karşın süregiden davalarda katillerin korunması başka bir sürece işaret. AKP bu dosyaları yargıdan saklayarak ya da katilleri koruma altına alarak, hukuku katlederek bir yandan toplumsal muhalefet güçlerine umutsuzluk ve korku aşılamak; bir yandan da kendisine itiraz eden kuvvetlere karşı milisleşme sürecine girecek her türlü unsura koruma kalkanı sunduğunu kanıtlamak istiyor. Bu açıdan davalar ve “adaletsiz” sonuçları, AKP açısından dikta inşa sürecinin ayrılmaz politik mesajına dönüşüyor.

Davalar bu açıdan önemli. Rejim, kırıntıları kalan adalet hissini tamamen ortadan kaldırmak; kendisine dönük itirazlar karşısında “ölenin öldüğüyle, öldürenin öldürdüğüyle kaldığını” göstermek istiyor. Bu nedenle Ali İsmail Korkmaz davasında katile verilen “iyi hal indirimi” ya da cinayetten değil, yaralama kastı üzerinden ceza verilmesi de, polis memurunun “Gezi AKP’ye bir darbe girişimiydi, ben de darbeyi önledim” savunmasının politik olarak sahiplenildiğini gösteriyor.

Çocukları ve gençleri hedef alan bir inşa faaliyetinin, muhalif çocukları ve gençleri hedef alan bu davalarla vermek istediği mesajı gördüğümüzde, meseleyi hukuki terimlerle tartışmaktan; yargısal bir tartışmaya sıkışmaktan kurtulacağız.

Muhalefet güçleri olarak böyle bir sıkışma yaşadığımız iddia edilemez; fakat bu davaların politik işlevini doğru okuyarak, bu işlevi önceden boşa düşürecek bir mücadele tarzını henüz geliştiremediğimiz için yazıyorum bu satırları. Rejimin tüm kuşatmaları, saldırıları ve cinayetleri neredeyse “destan” olarak öven kışkırtmaları ortada; “emri ben verdim”, “esnafımız polistir” açıklamaları ayan beyanken, sonucun ne olacağını mahkeme heyeti açıkladığında öğrenecekmişiz gibi davranmak başlı başına sorunlu. Yargıdan böyle bir karar çıkacağı önceden hesaplanmalı ve hem Emel annenin çektiği acıları azaltacak, hem de toplumsal muhalefete verilmek istenen politik mesajı boşa düşürecek bir kampanya çok önceden örgütlenmeliydi. Yapılmadı, yapamadık. Dava sonucunu duyduktan sonra apar topar meydanlara çağrı yapmamız da bundan. Bu davalar politik davalar, arkasında AKP Rejimi var, sonuçları bundan bağımsız değerlendirilemez. Bu açıdan toplumsal ve siyasal muhalefetin Berkin dosyasının kaçırılması, Ali İsmail’in, Ethem’in, Abdocan’ın katillerinin  yargılanması, Mehmet Emin’in gözaltına alınması ve bölgede çocukların birer birer katledilmesi sürecini bir bütünlük içinde okuyarak, “çocuklarımıza ve geleceğimize sahip çıkıyoruz” mesajını ortaklaştırması gerekiyor. Ortaklaştırmalı ve hep birlikte bu saldırıyı durdurmalıyız. Aksi tutum, toplumsal direnme bilincinde geri çekilmelere, hayal kırıklıklarına yol açmakta, yalnız, sahipsiz ve kazanımsız kalma hissini pekiştirmekte; deyim yerindeyse “sel gitmekte, kum kalmakta”dır.

Bu tespitleri birkaç gözlemle desteklemek isterim. Geçtiğimiz hafta sonu Eğitim Sen’in Laiklik ve Eğitim başlıklı bir paneli için Hatay-Antakya’daydım. Ali İsmail’in, Abdullah’ın, Ahmet’in memleketinde. Burada geçirdiğim üç günde elimden geldiğince çok kişiyle görüşmeye, konuşmaya çalıştım.

Birkaç maddede özetleyeyim gözlemlerimi:

-       Hatay, Haziran Ayaklanması’nın en direngen şehirlerinden birisiydi. Bu şehir aynı zamanda üç gencini toprağa verdi. Katillerin iktidar tarafından korunduğu; teşvik edildiği, adaletin asla tesis edilmeyeceği hissi genel olarak yaygın görüş. “Çocuklarımızı kaybettik, sonuç ortada”düşüncesi Gezi’nin anadamar kitlesinde belirgin. Ve bu his, toplumsal muhalefetin demokratik her tür toplantı ve gösterisinde bir kitlesel geri çekilmeye tekabül ediyor. Haziran’a giden süreçte AKP’nin Suriye politikasından, cihatçı unsurların şehirde ve çevrede cirit atmasından duyulan rahatsızlığın özellikle Arap Alevileri arasında yarattığı sokak radikalizmi Haziran’la birleşmiş ve büyük bir kitlesellik kazanmıştı. Şimdi rüzgar tersine dönmüş durumda. Sendikaların, kitle örgütlerinin faaliyetleri, basın açıklamaları ve protesto gösterileri içe kapanma, daralma eğilimi gösteriyor. Hatay’da durum Haziran’la değil Haziran öncesiyle karşılaştırılabilir ve şehir o sürece göre daha sinmiş ve geri çekilmiş görünüyor.

-       Haziran’ı yaşamış bir esnaf son durumu “bir yıl öncesine kadar çok umutluydum, artık bütün umudumu yitirdim” sözleriyle anlatıyor. Bunda hem öznel hem de nesnel sebepler etkili. Öznel sebepler arasında “isyan ettik, çocuklarımızı kaybettik, üstüne üstlük AKP iki seçim geçirdi, hala iktidarda, katiller de ödüllendiriliyor” duygusu en belirgini. Halk, çocuklarını yitirmediği, kazanım elde edebildiği, somut, AKP’yi gerileten seçenekler yaratılmasını istiyor. Nesnel sebepler arasında ise Haziran sonrasında AKP’nin şehirde neredeyse gizli bir sıkıyönetim ilan etmesi, sokağın kriminalleştirilmesi, şehirdeki IŞİD faktörünün bir milis kuvvet olarak halka karşı kullanılabileceğine dönük yaygın inanç sayılabilir. Bu durum özellikle Arap Alevi kesimde büyük bir tedirginlik yaratıyor. Haziran öncesinde aynı nedenlerle direngen bir şehre dönüşen Hatay’da, Haziran sonrasında aynı sebepler daha da katmerlenmişken geri çekilmenin bu derece belirginleşmesi, tüm muhalefet güçlerinin doğru okuması ve değerlendirmesi gereken bir durum. Tam da bu nedenle yenilgi ve geri çekilme hissini ortadan kaldıracak bir mücadele tarzının geliştirilmesi, somut kazanımlarla ilerlenmesi muhalefet güçlerinin temel gündemi olmalı. Davalara önceden kamuoyu oluşturulması, yargı kararları üzerindeki toplumsal baskının görünürleştirilmesi, “bitti bu iş” hissinin her alanda geriletilmesi, birlikte mücadele ile kazanım elde edilebileceğinin sergilenmesi gerekiyor.

-       Daha da açarak belirtelim: basitçe bir “sokak fetişizmi”ne düşen çağrılar hem geniş Haziran kitlelerinde doğrudan bir yankı yapmıyor, hem de örgütlü, alana sahip çıkan kesimlerde, sokaktaki katılımın, niceliğin giderek düşmesi ve karşılaştırmaların Haziran’la yapılması nedeniyle ümitsizlik, heyecansızlık yaratıyor. Bu tablo iyi okunmalıdır. Halkın “kazanamadık, üstüne çocuklarımızı yitirdik, AKP de güçlenerek çıktı” hissini kıracak politik araçlar geliştirmek elzem. Dünkü Ali İsmail karar duruşmasının sonucu da, AKP’nin bu etkinin farkındalığının ürünü. Haziran’ı sokak, basın açıklaması, protesto gösterisi eksenine sıkıştırmak yerine, saldırıyı yoğunlaştığı davada, dinciliği saldırdığı okulda, cinayetleri görünmezleştirdiği madende püskürtecek, adım adım, kazana kazana “yenilgi” hissini kıracak bir kazanım örgütlenmesi olarak inşa etmeli; buradan ilerlemeliyiz.

-       Gerçekler devrimcidir, gerçekleri bilmeden, görmeden, yüzleşmeden içine sıkışacağımız bir Haziran romantizminin Haziran’ın milyonlarının amaçlarından çok araçlarını öne çıkarmaya bizi iteceği ortada. Haziran’ın amacı bellidir: Diktayı, yağmayı ve dinciliği durdurmak. Yeni, yaşanabilir, çocukların ölmediği mutlu ve hakça bir hayatı örgütlemek. Zaman zaman “parlamenter muhalefet”in tamamen etkisizleşmesiyle birlikte, ülke genelinde parlamento dışı muhalefetin tam hakim olacağına dair bir indirgemeci çıkarım ile karşılaşıyorum. Bu indirgemeciliğin kolaycılık olduğunu görmek açısından da Antakya önemli bir deneyim; üzerine düşünmeliyiz. 

@denizyildirim79