Siyasi mi değil mi tartışması yapılan, hatta RTE danışmanlarının “Malî 15 Temmuz” adını taktıkları not düşürme hareketinin bir büyük mali sermaye tavsiyesi olduğunu hatırlatmak isterim. Bir ABD kuruluşunun ABD sermayesine verdiği tavsiyedir. Üstelik ABD’nin üç büyük not kuruluşundan biri hiç yatırım yapılabilir dememişken ve yatırımcıların ezici çoğunluğu Batı finans basınına yansıdığı kadarıyla ‘Türkiye’de işler kötüye gidiyor’ hissini büyütüyorken…
Her ne kadar 2005-2006 Uzakdoğu Krizi ve 2006 ABD emlak kredileri çöküşü ile başlayan global kriz esnasında büyük sermayeyi yanlış yönlendirmiş olmaları ayyuka çıkmış da olsa, not kuruluşlarının sağlam veri setleri ve hatalardan ders çıkarılarak revize edilen gelişmiş ekonometrik modeller kullandıklarını teslim etmek gerekir. Bu kuruluşların uzun vadeli çıkarlarının, önemli siyasi etkileri olan kararları “saf teknik” parametrelerle vermek, en azından böyle olduğunu sağlam bir şekilde savunabilmek için ellerinden geleni yapmak yönünde olduğunu varsayabiliyoruz.
Bundan 3,5 yıl önce verilen yatırım yapılabilir notu sonrasında ülkenin Gezi isyanını, 17-25 Aralık operasyonlarını, bir yerel ve birbirinin zıddı sonuç veren iki genel seçimi ve bir kanlı darbe girişimini yaşadığını biliyoruz. “İstikar” arayan, yani hem kazançlı hem de riski düşük yatırım yapmak isteyen sermaye grupları, 2013 yılı başında Türkiye’ye yatırım yapabilirsiniz haberi aldıklarında herhalde ne kazanmış olursa olsunlar, bu çağrıya uyduklarına pişman olmuşlardır. Çünkü risk, belli bir eşiği aştığında getiri potansiyelinin yanına bir sıfır da koysanız mali sermayenin ağırlıklı bir kısmı uzak durmayı tercih eder. Bu birincisi.
Dolar enflasyonu yüzde sıfır ile 1,5 arasında seyrederken Türkiye’nin enflasyonu 8-10 civarında seyretti. Yatırım çağrısına uyanlar o zamanlar her dolarları için 1,8 TL alarak başladıkları yatırımlarını – anaparalarını ve faiz-kâr kazançlarını bugün 2,95-3,00 TL’ye bir dolar alarak bozmak zorundalar. Yani üçbuçuk yıllık bir dönemde ABD enflasyonunu saymazsak, yaklaşık 55 sent ile aldıkları bir para biriminden aldıklarını 33 sentten bozuyorlar. 3,5 senede yüzde 40’tan fazla kazanmış olmaları gerekir ki zarar etmesinler! Çünkü TL’deki zayıflama, hiç faiz kazanmayan birine bu süreçte yüzde 40 zarar ettirdi. Bu ikincisi.
Türkiye’nin uzun vadeli delvet tahvili, bu zaman aralığında yıllık yüzde 6 ile yüzde 11,5 arasında salındı. Ortalama devalüasyona bakılırsa devlet tahvili taşıyan, çoğu kez kur zararını telafi edemedi. Hisse senedine giren yatırımcı için daha beter, 2013 yılı ortalarında Türkiye’nin en büyük 30 şirketinin hisse fiyat ortalamalarını temsil eden endeks 95 binden 110 bine atak yapmış haldeydi, şimdilerde ise 95 bin civarında. Yani hisse senedi taşıyanların hem kurda hem de TL bazında çifte zararı söz kosunusu. Bu da üçüncüsü.
Bu üç olgudan hareketle 3,5 yıl önce uluslararası yatırım tavsiye kuruluşlarının (tavsiye vermeyen S&P hariç) düpedüz yanlış bir karar almış olduklarını söyleyebiliyoruz. Arada Türkiye’nin atlattığı bu kadar badire boyunca, azap içinde geçen uzun üç yıldır tek düşündüklerinin, “bir hata edip gir dediğimiz adamların zararını azaltıp nasıl çıkartsak?” fikri olduğunu varsayabiliriz.
Nitekim Moody’s adlı kuruluş, 15 Temmuz’dan hemen sonra yaptığı açıklamada, mevcut riskleri sıraladıktan sonra, özetle iki ay içinde ciddi bir atılım olmazsa, veya kötüleşen veriler yeniden iyileşme trendine girmezse düşüreceğini açıklamıştı. Aynı kuruluş, hiçbir notunu, düşürmeden 24 aydan fazla negatif görünümde tutmazken Türkiye için tam 30 ay boyunca bir iyileşme beklemiş, negatif görünümde tuttuğu halde, notu düşürmemiştir.
Kalan son yatırım tavsiyesine sahip Fitch için işler büsbütün güçleşti. Çünkü diğerlerinin not düşürme gerekçelerinin yanına not düştüğü için daha da bozulan veriler eklenecek. İşin sermaye cephesine de bir bakalım:
Not kuruluşlarının hatalı veya zarara yol açan tavsiye vermesi yadırganacak bir durum değil. Büyük mali sermaye, sepet yapar ve ortalamaya bakar. Örneğin Hindistan’da, Polonya’da vs. iyi kazanmıştır, Türkiye’de bir miktar çarpılmak sorun yaratmaz.
İkincisi, mali sermaye, not kuruluşlarının yatırım yapılabilir tavsiyesi verdikten sonra terste kalmalarını ve kararı geri alamamalarını okuyabilir ve kendi kendilerine kaçabilirler. Nitekim son gelen raporlar, Türkiye özelinde “temkinli sermaye” kategorisinde, kaçacak fazla bir şey kalmamış olduğunun anlaşıldığı yönündedir.
Üçüncüsü not düşürme sonrası yüzde 10’a fırlayan faizler, kısa vadeli spekülatif yani maceracı kategorideki sermayeye cazip gelmiştir. Mevcut dünya konjonktüründe Türkiye, en azından bir süre yüzde 10’dan alınan 8’e satılan bir ülke olmaya devam edebilir ve AKP için bunun bir mahsuru yok gibi görünmektedir. Kaldı ki ekonomik sıkıntıların arması kaçınılmaz olan mevcut konjonktürde her an sandığa gitmek durumunda kalabilecek bir iktidar partisi için bu tip durumlarda “çelmelenme” görüntüsü mutlak olarak tercih edilir.*
Türkiye’nin hem bütçesi, hem sermaye girişi, hem dış ticareti-cari dengesi, hızla kalitesizleşmektedir ama zaten iktidarda ve destekçisi büyük sermayede kaliteyi özleyen bir kesim bulunmamaktadır.
(*) Moody’s gibi en büyük ikinci ABD sermayesi özel tavsiye kuruluşu statüsündeki bir kurumun hem analistler, hem yöneticiler bazında AKP yönetimiyle temas etmemiş ve not düşürmek zorunda olduklarını önceden söylememiş olması bana inandırıcı gelmiyor. AKP, bu süreçte muhtemelen tüm baskı araçlarını kullanıp caydıramayınca “çelme” görüntüsünü ve gürültü çıkarmayı programlamış olmalıdır.