Gelişmiş bir teoriyle düşünen sosyalistin, Türkiye'de en azından, AKP'nin dilini ve hareket mantığını henüz yeni yeni çözmeye başladığını söylemek abartılı olabilir. Basit ve ilkel düşünüp, kesin sonuç alabiliyorlar. Karşılarındaki diğer burjuva muhalefeti hala toparlanamıyor. Burjuva dışı muhalefetteyse, sadece Kürt hareketi önemli bir güç biriktirebilmiştir.
İleri Haber'e yazılan ilk yazıda, Marksist teorinin gelişmişliğine rağmen, pratikte, stratejide hala yeterli olunamadığı söylenmişti. Marksist teorinin, Marksistlerin durumu, gelişmiş teknolojisiyle dünyayı ziyarete gelen uzaylılara da benzetilebilir. En ayrıntılı ekonomik kriz teorilerimiz, devlet teorilerimiz, tarihin gelişimi ve devrimler üzerine gelişmiş çalışmalarımız vardır. İdeoloji ve kültür alanında sofistike düşüncelerimiz bulunmaktadır.
Sosyalistlerinin, bilimsel ve teorik sosyalistlerin, basit ve sınırlı olanın dilini çözmesi, yeni pratik sosyalizm bilimini kurmaları, sosyalist başarının temel koşuludur. Sosyalistler, bizzat yaşadıkları ve tarafı oldukları eşitsiz gelişmeyi, eşit gelişmeye dönüştürmek zorundadırlar. Ancak, teorik yeteneklerimiz, basit ve ilkel olanın gelişimini görmemizi de engelleyebiliyor.
AKP ilk seçiminde yüzde otuzun biraz üzerinde oyla hükümet olmuştu. O sırada anımsıyorum, altı ay ömür vermiştim AKP hükümetine. Tek muhalefet CHP, baraj altında kalmış olsa da MHP gibi partiler hala güçlüydü. Ordu hala "eski" ordu, yargı hala "eski" yargıydı. Henüz dönüşmemişti. Hafızalarda 28 Şubat ve Erbakan'ın partisi vardı. Türkiye iktisadi krizden henüz çıkmamıştı. AKP'nin lideri hala yasaklıydı, milletvekili değildi.
Erdoğan'ı ve AKP'yi hafife almanın diğer nedenleri de vardı. "Gömlek" değiştirmişlerdi. Ordu yoldan çıkan AKP'ye uyarı yapıp, gözetim ve denetim görevi görebiliyordu. Laiklik hala, politik ve ideolojik ağırlığını koruyordu. Ayrıca, AKP'nin ilk yılları, "fabrika ayarları", ciddi bir ürküntü, endişe yaratmıyordu. Amerika'nın Irak'a müdahalesi yeni başlamıştı. Üstelik Türkiye savaşa doğrudan dahil olmamıştı... Türkiye-AB ilişkilerinde de, "demokratik" yönde, olumlu gelişmeler başlamıştı...
Kendilerine güvenleri henüz yoktu, korkuyorlardı. Erbakan deneyimi hafızalarındaydı. Davaları için hala sembolik çıkışlar, düzenlemeler yapıyorlardı. Devletin tepesinde olduğu gibi, bürokraside, piyasada da hala ikili bir yapı söz konusuydu. Denetledikleri medya, akademi oldukça zayıftı.
Ancak, durum yavaş yavaş değişti. AKP'nin dilinde, davranışlarında, diğer burjuva parti ve hükümetlerinde belirgin olmayan bazı özellikler iyice açığa çıkmaya başladı. Biraz daha güçlendiklerinde, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasındadır, eleştiri ve saldırı karşısında önce yalpalamakla birlikte, saldırıya geçme kararı aldılar. Korkuyorlardı, korkutmaya başladılar. Olağan yollarla bırakalım ilerlemeyi, bulundukları yerde dahi kalamayacaklarını anladılar. Kısa süre içinde, referandumlarla, istihbarat, polis, "imam" kumpaslarıyla saldırıya geçtiler. Korku, karşı saldırı ve kumpas! Hukukun önce "bypass" edilmesi, sonra ihlali, sonunda da tümüyle bir tarafa bırakılması.
2008 tarihinden itibaren, küresel ekonomik krizin, Türkiye'ye ekonomik ve politik etkilerini düşünüyorduk. İşsizlik, devaluasyon, hükümeti yıpratırdı. Ancak, kaçan paranın yerine başka yerden paralar gelmeye başlamıştı. AKP, korkularından uzaklaşmaya başlamış, korkutarak devam ediyor, büyüyordu. Büyürken, etki alanını daha da genişletmek istedi. Yine eski sembolizm: Alkol, 31 Mart, Taksim'e cami, "Yavuz Sultan Selim" köprüsü...Kin, kindarlık!
2013 Haziran ayaklanmaları, Erdoğan ve AKP'nin yarattığı korkuya, kullandığı dile karşı büyük, kitlesel bir "tepki"ydi. Bu tepkiyi başlatan polis şiddetidiydi, polis şiddetiyle de durdurulmuştu. Ama, ardından 17-25 Aralık "operasyonları" gelmiştir. Korkan daha da korkmuştur.
Bu kadar korkuya, ancak korkutarak ilerleyen AKP ve Erdoğan dayanabilirdi. Dayandılar da.
Öyle ki, Haziran 2015 seçimleri AKP ve Erdoğan'ı tek parti hükümetinden etmiş, yine korkutmuştur. Ancak, hükümet yerini yeni hükümete devretmemiş, korkuyla, korkuya karşı yeni bir saldırıya geçmişlerdir.
AKP olağan koşullarda kurulup hükümete gelen, ayakta kalan, olağan biçimde yerini başkalarına devredebilecek bir parti ve hükümet değildir. Hükümete ve iktidara mecburdur. Gelenek, hukuk, ancak kendi varlığı için anlamlıdır. Olağan koşullarda, AKP'nin Haziran seçimlerinden sonra koaliasyon hükümetiyle yoluna devam etmesi beklenirdi. Ancak, yeni bir seçimi dayatmıştır. "Milli irade" kendisini destekledikçe anlamlıdır.
Kasım 2015 seçimi, Haziran seçimlerinin zorla, korkutarak, düzeltilmesidir. Korkutma devlet terörüyle, silahla, zihinsel şiddetle, gerçekleştirilmiştir. Burjuva medyası, bu gerçeği söylemekten bile korkmaktadır. HDP'nin PKK ile arasına mesafe koyamadığını, terörü açık ve net biçimde lanetlemediğini, bu nedenle de oylarının azaldığını söylemektedir. Oysa, bir PKK yöneticisi, Cemil Bayık, PKK eylemleri olmasaydı, HDP oyları yarı yarıya azalırdı, demektedir.
Yine aynı medya, MHP' seçmeninin partisinin "hayırcı" tavrı nedeniyle AKP'ye oy verdiğini söylemektedir. Ama, MHP'nin "hayırcılığı" sonucunda Başbuğ'un oğlu seçim hükümetine girip, sonradan bir de AKP'li olmuştur! Üstelik, MHP "hayırcılığı" ile, bir CHP-HDP-MHP koalisyonunu, içeriden ya da dışarıdan, engelleyerek, AKP'nin biçim değiştirmiş hükümetle seçime gitmesini sağlamıştır. Daha önemlisi, AKP ve Erdoğan, seçimden önce, aylarca, bizzat MHP'nin güvenlik ve terör politikasını uygulamıştır. Devlet Bahçeli Türkiye'nin doğusunda yapılanlara bakıp, "muhalefetteyiz ama düşüncemiz iktidarda" demiş olmalıdır. Seçmene verilen mesaj aslında budur.
Kasım seçimlerinde medyanın jargonuyla söylersek, "seçmen" "istikrar" mesajı vermiştir. Ama bu mesajı versinler diye özellikle HDP'nin ve MHPnin bazı seçmenlere daha önce şu "mesaj" verilmiştir: "Kürt olup da HDP'ye oy verirsen, bedeline katlanırsın! MHP'li olup da bize gelmezsen, HDP, haliyle PKK daha da güçlenir! Kokmuyor musun?".
Pek çok seçmen de, "korkuyorum, güvenlik kalmadı!" diyerek "istikrar" mesajı vermişe benzemektedir.
Korkmak ve korkutarak, saldırarak iktidarda kalmak böyle olmalıdır.
CHP'li seçmene ise, şimdilik korku salınmamış, verile verile sadece şu "mesaj" verilmiştir: "Bana versen ne olur, vermesen ne olur? Şimdi senin sıran değil! Varlığından, görüntünden, memnunum! Sembollerimin kaynağı sensin, davamın dilini sana karşı geliştirdim. Sen 1923, ben 2023'üm!".
Hayli gelişmiş, ayrıntılandırılmış bir teorik donanım karşısında, bir parti ve hükümetin oldukça basit ve hoyrat müdahaleleri ile dört beş parçaya bölünmüş seçmenin "mesajları" durmaktadır. Mesajlar sınırlı bir kelime haznesiyle veriliyor, yanıtlanıyor: İş, para, ibadet, korku, güvenlik, istikrar! Mesajlaşanlar "biz ve onlar" türünden "ikilikler" üzerinden düşünüyor. Kullanılan bilimse, bir zamanlar İslamcılarla liberallerin güya "Kemalist" devlete karşı söylediği gibi bir "toplum mühendisiliği" değil, sadece mekanik bilimidir. Etki-tepki, itme-çekme, ağırlık ve uzaklık ilişkisi!
Karşımızda bulunan parti ve hükümeti, düşünme ve davranma biçimleriyle, ilettiği mesajların sınırlılığıyla, ilkel ama bir o kadar da güçlüdür. Ciddi bir muhalefet ve eleştiri karşısında tahammülsüzleşmekte, en küçük korku karşısında saldırıya geçmektedir. Kendine güveni hala yoktur, bu güveni hissetmesi için de, tüm muhalefetin, eleştirinin bitmesini talebetmektedir.
AKP'nin başarısı, ikiliklerle basit ve mekanik düşünmesinde, korkularında, korkuya karşı da hızla saldırıya geçmesindedir. Mesajlarını kolayca verebilmekte, yanıtları da istediği gibi alabilmektedir.
Gelişmiş teorik düşüncemiz yanında, pratiğimizle, net, keskin, hızlı, hatta "basit" olabilir miyiz acaba?