AKP’nin 'Atatürkçülüğü' ya da eski bir yazının izinde

Birilerinin birdenbire “Atatürkçü” oluvermesi geçtiğimiz haftanın gündemiydi. Erdoğan “Mustafa Kemal’i Marksistlere bırakacak değiliz ya” dedikten sonra yandaş yazarlar da Atatürk’ü ne kadar sevdiklerini anlatmaya başladılar. 

AKP cephesindeki bu “gelişmeye” 2019’a yönelik bir siyasal manevra olarak bakmak mümkün. Nitekim bu nevzuhur Atatürkçülük, böyle işlerde ustalığı bilinen bir siyasal çevrenin yeni takiyyesi olarak değerlendiriliyor. 

Konuya farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışacağız: Bu dümen kırmanın, siyasal oportünizm, sahtekârlık, takiyye vb. dışında daha “nesnel” denebilecek, zorlayıcı nedenleri olamaz mı? 

Sorunun yanıtını eski bir yazıdan hareketle arayacağız. 

***

Yazı 1989 yılında Marksizm ve Gelecek dergisinin 2. sayısında yayınlanmıştır.  Dönem ANAP-Özal dönemidir. “Sivil toplum” söylemleri alıp yürümüştür. Kemalizm, merkeziyetçi, despotik, ceberut, Jakoben vb. anlayışların ideolojik temeli olarak görülüp dönemin liberalleri tarafından topa tutulmaktadır. 

“İdeoloji ve Politika: Kavramlardan Pratiğe Yaklaşım Denemesi” başlığını taşıyan yazı Mustafa Kemal sonrası Kemalizmi “politik istikrarsızlıklar ve sivrilikler karşısındaki pozitivist güvenlik kuşağı” olarak tanımlamaktadır (a.g.y. s. 40).

Yazıya göre, belirli bir açıdan bakıldığında Kemalizmin ülkenin geleceği açısından işlevini yitirdiğini söylemek mümkündür.  Ancak bu konuda kesin konuşmanın tek yönlü ve eksik kalacağı uyarısı yapılmaktadır. Demektedir ki evet, Kemalizmin genel olarak sermaye sınıfının ve sivil siyasal güçlerin temel ideolojik-politik söylemi olma şansı artık yoktur, ama… 

“Ama”sı yazıda şöyle anlatılmaktadır:

“Ekonomik boyutla takviyeli olsun olmasın, politik ve toplumsal bunalımların Türkiye’yi getirebileceği kimi darboğazlar yeniden bir deux ex machina ile aşılmak istenecekse, bu ‘kurtarıcı’ mutlaka ve mutlaka abartılı bir Kemalist söylemle inecektir sahneye… İşte bu açıdan da, fiili tükenmişliği ne olursa olsun Kemalizm, olağan ve olağandışı yollardan iktidara oynayan her türden öğenin başvurmak zorunda bulunduğu bir adres olma işlevini uzun süre koruyacaktır. Türkiye’de, sivil güçlerin Kemalizme asgari bir borç ödemesi yapmadan iktidarda kalmaları, sivil olmayan güçlerin de abartılı bir Kemalist retorik kullanmadan eylem rasyonalizasyonuna gidebilmeleri mümkün görünmemektedir.” (a.g.y. s.41).         

***

Bu eski yazının izinden gidip “işte şimdi tam da bu oluyor” diyecek değiliz elbette.

Ancak gene de bu eski tespitin gerekli değişiklikler yapılarak güncellenmesinin mümkün olduğu kanısındayız. 

Bir: AKP’nin niyeti daha en başından Kemalizmle hesaplaşmaktı; iktidara geldiği dönemdeki uluslararası ortamın ve ülkedeki genel havanın buna elverişli olduğunu düşünüyor, ancak temkinli gitmeyi tercih ediyordu.

İki:  Özellikle Suriye kriziyle birlikte AKP kendini büyük paraların döndüğü bir kumar masasındaymış gibi hissetti. Bastıracak, risk alacak, blöf yapacak ve bölgeye ilişkin olarak istediğini koparacaktı. Bu hamle içerde Kemalizmle daha köklü bir hesaplaşmayı gerektiriyorsa onu da göze alacaktı.

Üç: Suriye’de işler istendiği gibi gitmezken AKP’nin bildiği gibi hareket etmeyi sürdürmesi, kendisini öteden beri destekleyen dış güçlerin canını sıktı. Bu can sıkıntısı dış güçleri AKP’nin içerde de fazla ileri gidip gitmediği konusunda düşünmeye zorladı. 

Dört: Liberal çevrelerin de gazına gelip, Kemalizmle özdeşleştirilen kimi Cumhuriyet hamlelerinin bu ülkenin mayasıyla uyumsuz, yapay ve kolay sıyrılabilecek bir kabuk olduğunu düşünen AKP bunun hiç de böyle olmadığını Haziran Direnişinde, 7 Haziran seçimlerinde ve 16 Nisan referandumunda gördü. Ortada, toplumun en az yarısının benimsediği, zamanında “tutmuş” bir maya olduğunu anladı. 

Beş: Suudi Arabistan gibi bir rejim bile verilen ayar sonucunda “ılımlı İslam” demeye başlamışken, AKP kendi iç ve dış politikasıyla yapayalnız kalma korkusunu yaşamaktadır. Bu korkuyla ve Suudilerin birkaç derece ılımlı İslam’a kırdıkları bir ortamda kendisinin de birkaç derece Mustafa Kemal’e kırmasında pek şaşılacak bir şey yoktur. 

***

Son olarak, böyle bir tabloda sosyalistler nerede durmalı, ne yapmalı?

Bizce, iki saçmalığı yapmasın da başka ne yaparsa yapsın:

Bir: “Oh ne iyi, gerici bir ideoloji olarak Kemalizm nihayet gerçek sahiplerini buluyor” saçmalığı. 

İki: AKP’nin bu “yeni” yönelimi karşısında “hayır, gerçek Kemalizm bu değil” diye başka her işi bırakıp Kemalizm muhafızlığına soyunma saçmalığı.