Şimdilerde okullarda ‘laiklik’ kavramıyla ilgili tam olarak ne anlatıldığını bilemiyoruz. Ancak uzunca yıllar laiklik denildiğinde, ‘din ve devlet işlerinin ayrılması’ sözü, leb denilmesini beklemeyen leblebi sözcüğü gibi dilimizin ucunda var olmuştur.
Yine de basitçe bu ‘yolları ayırma’ varsayımının ne kadar işe yaradığı geldiğimiz noktada, AKP tipi şeriata bakılarak sorgulanabilir.
Laiklik için din ve devlet işlerinin ayrılmasının yetmeyeceği, ‘devlet işi’ dışında kamusal yaşamın dinselleşmesinin, siyasetin dinselleşmesinin, dinin referanslarına göre ölçülür, tanımlanır hale gelmesinin de ‘ayrıldığı zannedilen yolları’ pekala birleştirebileceği ortaya çıkmıştır. Hatta daha fazlasını söylemek mümkündür…
Daha fazlası, kamusal alanda olanın, özel alanı tüm cesametiyle belirlediği gerçeğidir. Tansiyonu yükselten noktalardan biri budur; özel yaşantılar ve dinsellik…
O halde tam da bu tepe noktada, çoğunlukla gündeme gelmeyen bir soru ortaya atalım.
Soru şudur: Toplumsallaşmasına, gündelik hayatı sarıp sarmalamasına, kamusal alanı işgal etmesine, özel hayatı cehenneme çevirmesine itiraz ettiğimiz din, kadınlar hakkında ne söylemektedir?
Bu soru meşru bir sorudur. Çünkü bu soru büsbütün gündemden düştüğünde kimi tartışmalar önümüze ters yüz edilmiş biçimde çıkmakta.
Örneğin kadınların çarşaf giyme, peçe takma, burka takma özgürlüğünden bahsedildiğinde, çarşafın ya da peçenin, ne kadar ciddi bir erkek egemenliği sembolü/pratiği olduğu kenara ötelenmektedir.
İşte burada konu, ‘özgürlük isteyenler’ ve ‘özgürlük karşıtları’ gibi tümüyle başağı çevrilmiş bir yöne sapmakta. Oysaki burada, bir esaret biçimi için özgürlük talep etmek, bir baskı aracı için seçim talep etmek vardır.
Buradan bir sonuca varmak mümkün görünüyor. Başka alanlarda başka şekilde olabilir ama konu kadınlar olunca, dinin siyasallaşmasıyla, kamusal varlığı ve iktidarıyla mücadele etmek yetmez, bununla bağlantılı olarak dinin/dinselleşmenin özel alanda kurduğu baskı ve yaptırımlarla da mücadele etmek gerekir.
Bunun günümüz için anlamı, kadınlar için özgürleşme mücadelesinin aynı zamanda kesintisiz bir aydınlanma perspektifi olmaksızın sürdürülemeyeceği.
‘Kesintisiz bir aydınlanma perspektifi’ meselesini, kadın özgürleşmesi mücadelesinin meşrulaşmış iki sloganıyla somutlamak mümkündür.
Örneğin bugün ‘özel olan politiktir’ demek için bahsettiğim anlamda kesintisiz bir aydınlanma perspektifi bir zorunluluktur. Nasıl?
‘Özel olan politiktir’ sloganının anlattığı şey en temelde, özel alanda gerçekleşen ve sorgulanamaz, dokunulamaz, kutsal addedilen her şeyi siyasetin bir uzantısı, sorgulanabilir, yargılanabilir olarak görmek gerektiğidir.
Sözgelimi birisi, özel alanda dini inancı gereği karısına şiddet uygulayabileceğini, bunun doğal hakkı olduğunu söyleyebilir ve hatta bu kabalıkta olmasa da başka birileri bunu, gayet liberal bir tonlamayla, ‘kültürel dokunulmazlık’ talebi olarak lanse edebilir.
Oldukça çetrefilli bir alandır; çünkü konu sözgelimi devletin bir organı değildir ve aslında konu devlet katının berisinde bir kamusal alan hikayesi de değildir, konu özel alanda kimlikle, inanışla meşrulaşması beklenen bir mecrada vuku bulmaktadır.
İşte tam da burada ‘özel alan politiktir’; özel alan sorgulanabilir, dokunulabilir, demek için ‘inanış gereği’ olduğu iddia edilen konularla göğüs göğüse mücadele etmeniz gerekir.
İkinci örnek, ‘benim bedenim benim kararım’ sloganı.
Bugün pekala birileri o bedenin size ait olmadığını, tanrıya ait olduğunu, bedeniniz üzerinde tasarrufunuzun olamayacağını, doğum kontrolü yapamayacağınızı, kürtaj olamayacağınızı, sıra dışı koşullarda bile normal doğum yapmanız gerektiğini, sezeryan olamayacağınızı söyleyebilir ki söylüyorlar…
O halde bugün ‘benim bedenim benim kararım’ demek için kesintisiz bir aydınlanma perspektifine sahip olmak gerekmektedir…
İki soruyu haftaya devredelim; dinler, kadınlar hakkında ne söyler ve neden kadınların özgürleşmesi kesintisiz bir aydınlanma mücadelesine dayanmak zorundadır, kesintisizlik ne ifade etmektedir?