Siyasette belirleyen olabilmek önemlidir.
Geride kalan 12-13 yılda en azından görünür düzeyde AKP oyun kurucuydu. İktidar olmak biraz böyle bir şeydir, hedefleriniz vardır, iddialarınız vardır, söylersiniz, yaparsınız birilerini etkiler desteğini alırsınız birileri de size muhalefet eder. Oyunu siz belirlersiniz, istediğiniz sahada, istediğiniz zaman oynarsınız, beğenmediğiniz bir durum oluştuğunda durumu değiştirme yeteneğiniz de varsa sizden iyisi yoktur.
AKP ve özel olarak Recep Tayyip Erdoğan geride kalan yıllarda, istisnai kimi anlar dışında bunu başardı.
AKP’nin önemli başarılarından birisi, bu belirleyen tutumuyla gerektiğinde karşısına aldığı güç(ler) dışındakileri etkisizleştirmeyi hatta objektif olarak yanına almayı başarabilmesiydi.
Özetle, geride kalan 12 yıla baktığımızda, kimi istisnalar dışında;
-AKP’nin emperyalizm ve sermaye açısından tam boy desteklendiğini,
-Görünür siyasette AKP’nin belirleyici olmayı başardığını,
-Gerektiğinde en geniş ittifakları kurduğunu,
-Yapma ve yaptırmama gücüne sahip olduğunu görüyoruz.
Bunların hepsinin artık geride kaldığını söyleyemeyiz, ancak hepsinde AKP açısından önemli bir gerileme var.
Bunun en kolay görülebildiği alan seçim tartışmaları.
Hatırlanacaktır, daha önceki seçimlerde, seçime giren tüm diğer güçler AKP’nin belirlediği tartışmalar ekseninde konum alıp, AKP’ye cevap yetiştirmeye çalışırdı. Bu kez tarafsız Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı da katarak söyleyelim, AKP’liler rakiplerine cevap yetiştirme telaşındalar...
Saray’da yalnız bir adam
Tayyip Erdoğan adı geçmişken araya bir küçük bir not sıkıştırıp oradan devam edelim.
AKP’nin bir proje partisi olduğu hiç akıldan çıkarılmamalı. Tüm diğer başarılar, esas olarak AKP’ye biçilen misyon nedeniyle “yürü ya kulum” denmesinin üzerine eklenmeli, şu karizmatik liderlik meselesi de dahil...
Ancak bu söylenen Erdoğan’ın özel bir rolü olduğu gerçeğini reddetmiyor. Erdoğan, sadece AKP’nin kuruluşunda değil geride kalan dönemin her kritik aşamasında projenin yürümesinde ve zor zamanların aşılmasında özel roller üstlendi, gerçek bir liderlik yaptı.
Bugün ise aynı Tayyip Erdoğan acınacak haldedir.
Koskocaman bir saray yaptırdı ve şimdi aslında o sarayın içinde hapistir.
Tayyip Erdoğan çokça hayalini kurduğu gibi sultan olamadı ve sonu padişah olmayı bekleyen şehzadelere benzeyecek gibi...
Osmanlı şehzadelerin hali de aslında acıklıdır. Düşünsenize bir taraftan kendinizi çok güçlü görüyorsunuz, bir taraftan kısa bir süre sonra başınıza ne geleceğinizi bilmiyorsunuz. Bir gün babanız ölecek ve eğer o ana kadar öldürülmediyseniz ya padişah olacaksınız ya da abiniz, kardeşiniz tarafından öldürüleceksiniz!
Bu gerilimin sonunda insanın akıl sağlığını koruması pek mümkün değil. Osmanlı padişahları arasında pek çok “deli” olmasının bir nedeni de budur.
Tayyip Erdoğan belki hayallerindeki gibi padişah olamadı ama padişah adaylarını delirten sürece çok benzer bir süreç yaşıyor.
Düşünsenize koskocaman bir sarayda yaşıyor, zehirlenme korkusuyla ağız tadıyla bir yemek bile yiyemiyor. Hele geçenlerde basına yansıyan hava savunma sistemi kuruluşuna kadar gelindiyse, zaten pek normal olmayan Tayyip Erdoğan’ın geldiği yeri artık siz düşünün.
Eğer zenginlik mal-mülk-para sahibi olmaksa ülkenin en zengin insanlarından birisi, en güçlü insanı olduğunuzu düşünüyorken aynı anda ülkenin en yalnız insanlarından birisi oldu...
Bu arada değinmeden geçmeyelim, bugünlerde sıkça söylenen, yazılan bir iddia var, "Erdoğan'sız AKP isteniyor" deniyor. Ekşi sözlükte de böyle bir başlık açılmış ve ilk yazılan “entry” tartışmayı benim açımdan bitiriyor; tekerleksiz araba gibidir…
Erdoğan olmazsa AKP olmaz. Eğer ille olur deniyorsa ancak Özal sonrası ANAP ne kadar olduysa o kadar olur diyelim ve geçelim.
7 Haziran ve ertesi
Seçime kadar önemli bir zaman var ve bu zaman pek çok özne tarafından farklı biçimlerde değerlendirilecek. Tüm olasılıkların üzerine tek tek konuşmanın bir yerden sonra anlamı yok, sanıyorum kesin olarak söylenebilecek tek şey var; Türkiye’de genel olarak siyasetin görece dinginleşeceği, önemli kırılmalar yaşanmadan normal seyrinde yürüyeceği bir dönem ufukta görünmemektedir.
7 Haziran seçimlerinden Türkiye’de geniş toplumsal kesimlerinin, yeni rejime eklemlenebileceği bir sonuç çıkması mümkün değil. Bizim en çok önemsememiz gereken veri budur.
Kimin, kimle hangi planları yaptığı elbette önemlidir ancak daha önemlisi bizim ne yapacağımızdır.
Siyasette her zaman belirleyici olmak mümkün değil ve bu tek başına bizim elimizde değil. Aynı zamanda nesnelliğin sizin belirleyici olabileceğiniz bir zemin sunması gerekir.
8 Haziran Türkiye’si komünistler için böylesi bir nesnelliğin olduğu bir Türkiye olacak. Kalan süre buna ilişkin öznel eksiklerin tamamlanması için değerlendirilmeli.