Başlıkta bir yanlışlık olduğu düşünülmesin.
AKP rejiminin belirli türde bir “demokrasi” ile ilişkilendirilebileceğini düşünüyoruz. 16 yıllık iktidarında adı türlü seçim hileleriyle anılan, her türlü haksızlığın, hukuksuzluğun, antidemokratik uygulamanın bizatihi aktörü olan AKP ile “demokrasi” kavramını aynı cümlede kullanmak bile abes görülecektir kuşkusuz.
Ne ki biz “belirli türde bir demokrasiden” bahsediyoruz.
Bu demokrasi kavrayışı özellikle SSCB’nin çözülüşünden sonra, sosyalizmsiz dünyada yeniden hortlamıştır. Bu demokraside yurttaş hak, hukuku, seçimler, temsili demokrasi mekanizmaları, ifade özgürlüğü gibi unsurlar yerine “piyasalaşma” temeldir.
Ne kadar piyasalaşma varsa, o kadar demokrasi vardır.
Hatta öyle ki hızla piyasalaşan eski sosyalist ülkeler içinde, nüfusunun önemli bir kısmının oy kullanma hakkına sahip olmayan ülkeler bile AB standartlarında “demokratik ülke” sayılmışlardır.
İşte buna benzer şekilde AKP de yüksek “piyasalaşma” başarısıyla günümüzün neoliberal evresinde demokratik bir rejimdir.
Biraz eskiye uzanırsak, ANAP’ın demokratlığı ile AKP’nin demokratlığını birleştiren de eskinin “müesses nizamına” karşı, köhne-bürokratik devlet yapılarına karşı piyasanın hükmünü icra ettirmeleridir.
Günümüz kapitalizmi için “demokrasi”, hayatın her alanının, iğne ucu deliği kadar boşluk bırakmaksızın “serbest piyasanın” konusu haline gelmesiyle, yaşamın bir bütün olarak sermayenin kurallarına “katılımıyla” gerçekleşiyor.
Demokrasi bu olabilir mi? Tarihsel olarak bakıldığında burada muazzam bir “tersine çevirme” vardır.
Öncelikle bilindiği gibi ezilenlerin, halkın, yığınların, “demos”un hareketi/ iradesi, yönetime katılımı/siyaset sahnesine taşınması olarak “demokrasi” daha en başından beri burjuvazinin korkularını açığa çıkarmıştı.
Değerli Marksist E. M. Wood’un ifadesiyle, egemen sınıflar, “demokrasinin” belirgin bir şekilde “demos”tan kopmasını, ya da en azından halkın gücünün, demokrat değerlerin temel kriteri olmasından çıkmasını istiyorlardı.1
Demos’tan koparılmış bir “demokraside” ise demokrasi basitçe liberal ilkelere indirgenebilirdi. Artık pasif biçimde haklarından yararlanacak yurttaşlar vardı; anayasal düzenlemeler, ifade özgürlüğü, basın ve toplantı özgürlükleri, bireyin özel yaşamının dokunulmazlığı, azınlıkların tanınması, gender eşitliğine dönük yasal hamleler vb...
Buradaki gibi demokrasinin giderek artan bir şekilde liberalizmle özdeşleştirilmesi ise gerçekten de mükemmel bir tersine çevirme olarak okunmalıdır.
Zira kitle korkusu ve alerjisiyle liberalizmin devşirdiği “demokrasinin” tersine, gerçek demokrasi başka bir şeydir.
Gerçek demokrasi; Antik Yunan’dan Digger ve Chartist geleneğe, Paris komününden “Sovyet örgütlenmesine”, üçüncü dünyadaki kurtuluş hareketlerinden günümüze, “Arap Baharına”, Gezi’ye, Paris’e berrak biçimde öne çıkan “demos”un yönetme ve siyasete katılma deneyimiyle anlamlanmalıdır.
Böyle kodlanmamıştır…
Bir zamanlar yeni dünya düzeni adıyla anılan düzende başka bir demokrasi (liberal) vardır. Bu demokrasi, hür dünyayla, birey ve sivil toplumla, çevre sorunlarından gendera kimlikler siyasetiyle, insan hakları ve özgürlüklerle tanımlanmış bir demokrasiydi.
İşin ilginç yanı liberalizm tarafından devşirilen bu demokraside “demos”un kurgulanması, dizayn edilmesi ve finanse edilmesi bile mümkün olacaktır. Renkli devrimler silsilesi ve bugün istenmeyen evlat ilan edilen Soros’un projeleri bunun örneğidir.
Ne var ki yeni dünya düzeni, neoliberal kapitalizm ve “liberal demokrasi”den oluşan bu mutlu aile tablosu pek dayanıklı çıkmamıştır.
Liberal ilkelere indirgenen “demokrasi” bile artık ayak bağı olmaktadır. “Liberal demokrasi” tüm dünyada öyle ciddi bir değersizleşme içindedir ki tek adam rejimlerinin en gözde düşman temasına dönüşmüştür. (En son olarak G20’ye ev sahipliği yapacak ülkenin Suudi Arabistan olması anlamlıdır)
İnsan hakları, örgütlenme ve ifade özgürlüğü, LGBTİ+ bireylerin yurttaş olarak eşitlik talepleri, kadınların talepleri vb bütün kötülüklerin anası olarak görülmekte, sağ popülist politikalarca hedef tahtasına yerleştirilmektedir.
Bu dünya-tarihsel izlek içinden Türkiye’ye baktığımızda AKP rejiminin bir dönem yan yana bulunmakta yarar gördüğü “liberalleri” bugün vatan haini ilan etmesinde ya da her taşın altında gerçekten “demosun” hayaletini, Gezi’yi aramasında, “Her şey Geziyle başladı” demesinde aynı motivasyon vardır.
Demokrasi karşıtlığı rejimin en belirgin hatlarından biridir. Faşist bir rejimden bahsettiğimiz için bunda şaşılacak bir şey olmamalı.
Aksine şaşılacak olan tüm bu ana hatta rağmen solun –solda meseleyi birincil bulanların da burun kıvıranların da- hala “demokrasi meselelerine” eski alışkanlıklarla bakması değil midir?
Not:
1-Ellen Meiksins Wood, Kapitalizm Demokrasiye Karşı, Tarihsel Maddeciliğin Yeniden Yorumlanması, İletişim Yayınları, s. 269