Aklım kime emanet?

Ama ne yeni yıl başlangıcı oldu ya…

İnsanlarımızın yeni yılla beraber, yarına ilişkin beklentilerinde, umuda dair silik bir iz beklentisi, ilk onbeş günde yerini hızla daha da karamsarlığa terk ediyor…

Türkiye’nin bir yanında devam eden savaş, canları almaya devam ediyor. Savaşın tarafları, acıların daha da tırmanacağına ilişkin neredeyse ağız birliği etmiş vaziyette… Ölüm, bir yandan silahları elinde tutanları her gün alıyor. Aynı zamanda elinde silah olmayanları, yani can kaygusuna düşmüş sivilleri de, sokakta değil, ayırım gözetmeden gelip evinin içinde bile buluyor…

Kimimizin canı acıyor; içleri parçalanıyor.

Kimimizin içini yağ bağlıyor; bunlar ölüme güzellemeler yağdırıyor…

Oysa ölüm ayrımsız, taraf dinlemeden yayılıyor. Ölümün düştüğü yerde, ölümle buluşanlar ve onların yakınları kavruluyor; kömür oluyor…

Ölümün adı asker oluyor; bayrağa sarılıyor… Ölümün görüntüsü polis oluyor; şehit sayılıyor… Ölümün öbür tarafındaki ana-babalar, terörist diye lanetlenen gerilla oğullarına ağlıyor.

Oysa ölüm ayırım gözetmiyor. Ölüm, sıradan bir istatistik haline dönüyor. Sonra ölüm,  bu kararı verenleri değil, eline silah tutuşturulmuşları buluyor; yok ediyor…

Çocuklar ölüyor; sokakta oynayamadan…

Çocuklar ölüyor; okul sıralarına artık oturamadan…

Çocuklar ölüyor; olup, bitenin şaka mı, değil mi (?); hiç farkına varamadan…

Kadınlar-analar ölüyor; ölen evlatlarının yasını tutamadan…

Adamlar-babalar ölüyor; vatanın sağ olması için kurban verdiklerine içlerinden bile ağlayamadan…

Sonra savaş lordları her gün demeçlerine devam ediyor; acının daha da derinleşeceğinden dem vuran…

Yeni…

Yepyeni…

Bir rejim inşa ediliyor…

Olur mu öyle şey (?) diyenlere inat…

Bugünün olan biteni, geleceğin gölgesi olarak üzerimize düşüyor…

Ve yeni rejim, kendi kuruculuğunda ve yolunda…

Usumuzdaki her türlü değer yargısını onulmaz biçimde yıkıyor…

İslamofaşist yeni bir Türkiye inşa oluyor…

***

Bu coğrafyanın insanları, öteden beri kendine atfettiği hoşgörülü Anadolu kökenli bir inanç dünyasından, öz kızına şevhet duymalara uyanıyor. Duyduklarını bile algılayamayan, kulaklarına inanamayan isyanlar, toplumun bir yarısına adeta karalar bağlatıyor…

Anlıyoruz ki, başka bir din anlayışı inşa ediliyor…

Diyanet denilen kurum, yeni rejimin fetva mekanizması olduğunu ve toplumsal yaşamın yeniden biçimlendirilmesinde asal görevin üzerine yüklendiğini her gün daha fazla kanıtlıyor…

Kamusal yaşamın namaz saatleriyle uyumlandırılmasına, önce Cuma selamlığından başlanıyor…

***

Toplumsal tepkileri alaşağı eden Işid terörizmi, ülkenin en büyük kentinin en büyük meydanlarından birinde, elini kolunu sallayarak dolaşma hürriyetini istediği gibi kullanıyor…

Bir turist meydanda ağlıyor. Korkunun ve ölümün acımasızlığını çaresizlikle yaşıyor. Oysa biz buraya gezmeye gelmiştik diyor…

Yarın başka hangi kent meydanında, neyle karşılaşacağımızın bilinmezliği ve korkusu, giderek içlere daha çok siniyor…

***

Bir kısım akademisyenin yazıp, imzaladığı bir barış bildirisini, devletin baş temsiliyeti beğenmeyince, yaranmakta sınır tanımayan bir gangaster bozuntusu, fütursuz bir bçimde son noktayı koyuyor: neymiş; “oluk oluk kan akatılacak ve bu akademisyenlerin kanınyla duş yapılacak” mış…

Bildiri sahipleri barış istiyor; devletin temsilcileri eleştirilerini, PKK’ya atıf olmadığı cihetinden geliştiriyor…

Tamam böyle sayılsın.. Ne ki şu demeçleri verenlere bakalım ve linççiler locasında oturanların vakti zamanında ne söylediğini sosyal medyada paylaşıldığı üzere bir defa daha hatırlayalım…

Orhan Miroğlu (AKP Milletvekili): “PKK ve IŞİD terör örgütü değil, politik hareketlerdir”…

Beşir Atalay (Başbakan Eski Yardımcısı): “Öcalan’ın mesajları bizim de düşüncemiz”…

Yalçın Akdoğan (Başbakan Yardımcısı): “Abdullah Öcalan olayları okuma kabiliyetine ve tecrübesine sahip”…

Bülent Arınç (Başbakan Eski Yardımcısı): “ ‘Sayın Öcalan’ demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkardık”…

Hilal Kaplan (Yazar): “Abdullah Öcalan ölmeyi değil, yaşatmayı seçti”…

Sadullah Ergin (Adalet Eski Bakanı): “Öcalan bölgenin durumunu daha sağlıklı yorumluyor”…

Yiğit Bulut (Erdoğan’ın Danışmanı): “Öcalan, Oratdoğu’da Türkiye’nin önünü açıyor”…

Emre Aköz (Yazar): “PKK terör örgütü değildir. Öcalan’a terörist demek, denize ‘göl’ demektir”…

Tahir Aktaş (AKP Milletvekili): “Abdullah Öcalan dünyanın geleceğini çok iyi okuyor”…

Etyen Mahçupyan (Başbakan Eski Danışmanı): “Öcalan’ın çok geniş bir prestij alanı var. Nadir insanlardan birisi”…

Nihal Beysu Karaca (Yazar): “Bebek katili denilen Öcalan bize geleceği gösterdi”…

Cem Küçük (Yazar): “Öcalan olmasaydı şu an çoktan kan gövdeyi götürmüştü”…

Buradan, bak sende de neler var kıyaslamasına dair bir sonuç çıkarılmasın. 7 Haziranda iktidarın yitimi rüyası görülmüş ve erkin başındakiler ortaklaşa inşa ettikleri Kürt realitesine ve güzelledikleri PKK meselesine şimdi fatura keser olmuştur. Kısacası olan biten, dün dündür, bugün bugündür hesabı üzerinden korku toplumu yaratılması hesabıdır…

Velhasıl, toplumsal bir cinnet geçiriliyor…

Sıradan ve normal zamanlarda insani olduğundan şüphe edilmeyecek her barış, ya da kardeşlik çağrısı, şimdilerde artık linç edilmenin; ceza görmenin, işinden, aşından olmanın basit bir gerekçesi sayılıyor…

Bu sürüdürülemez bir toplumsal erozyondur.

Ses edilmez ve toplum olarak akıllar başa devşirilmezse, bu kabustan kısa vadede kurtuluş yoktur…

Oysa ki nabız, tansiyon sıfır; toplumsal şuur kapalıdır. Yani bu ülke ve cümle ahalisi, bu zıvanadan çıkmaya mutlaka ve kısa vaddede bir çare bulma zorundadır…

Bu yazı öyle kestirmeden çözüm falan önermek için yazılmamıştır…

Galebe çalan, insani duygulardır…

Ölümün soğuk yüzünü gören, duyan, bu isyana ve sese yanıt veren var mı?

[email protected]