Akademinin evrensel değerleri kayboluyor

Pandemi, ekonomik kriz, hukuksuzluk gibi sorunların gölgesinde kalsa da yazın dünyasındaki taciz olaylarının açıklanması bence çok önemliydi. Görünen o ki, daha deneyimli yazarların, bu avantajlarını ve buna bağlı olarak geliştirdikleri saygınlıklarını kullanmaları söz konusu; üstelik tacize uğrayanlar da belki de onlara en fazla saygı duyanlar. Demek istediğim, adı konulmamış bir hiyerarşik yapı içerisinde geçiyor her şey.

Hal böyle olunca üniversitelerdeki hiyerarşik yapının katılığı insanın dikkatini ister istemez o yöne çekiyor. Bu konuda basılmış tek Türkçe kitap olan Gülriz Uygur ve Hülya Şimga’nın editörlüğünü yaptığı Üniversitelerimizde Cinsel Taciz ve Saldırıyla Mücadele: CTS Çalışmaları, Türkiye’deki çeşitli üniversiteler ve KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi’ndekindeki deneyimlerin aktarıldığı bildirileri bir araya getiriyor. Kitap sorunu örneklemeden çok, yaygınlığına dikkat çekiyor. Zaten öğretmen, öğrenci; ast, üst ilişkilerinden öte insanların hiyerarşik unvanlar taşıdığı, dahası aynı unvana sahip olanlar arasında bile kıdem farklılığının önemsendiği bir ortamda tacizin olmaması şaşırtıcı olurdu. Tacizin üniversite açısından özel önemi ise, taciz ideolojisini meşru hale getirme potansiyelinden geliyor; teorik olarak ülkenin okumuş insanlarını yetiştiren üniversite, bunlar aracılığıyla ülke çapında en küçük birime kadar ideolojiyi taşımakta. Bu açıdan bakıldığında üniversitelerde cinsel taciz ve saldırı diğer kurumlardan az bile olsa, ki bunu gösteren bir veri de yok elimizde, ideolojiyi yayma özelliğinden dolayı farklı bir öneme sahiptir.

TÜİK’e göre bile günde en az bir kadın cinayeti işlenen ve cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde otuz artışın meydana geldiği bir ülkede üniversitelerin buna gözlerini kapatmaması gerekir. Ancak üniversitelerdeki kadın araştırma merkezlerinden, genellikle olduğu gibi, “belediyelerin yapması gereken işler de beklenmemeli. Evet bu merkezler belediyelerle, demokratik kitle örgütleriyle iş birliği yapabilirler ama onların işlevlerini üstlenemez; bu merkezlerin birer akademik birim olduğu unutulmamalı”. Diğer yandan öğreniyoruz ki “Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde yürütülen ve gericilerin, ‘sapkın proje’ sözleriyle hedef aldığı YÖK’ün Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesinden vazgeçilmiş. YÖK Başkanı Yekta Saraç, toplumsal cinsiyet kavramının Türkiye’nin, ‘toplumsal değerleri ve kabulleriyle mütenasip (uygun)’ olmadığını savunmuş1. Ben de ne bekliyorsam?

Dediğim gibi Türkiye’de akademideki irrasyonel hiyerarşi taciz için gerekli ortamı sağlıyor ama akademinin evrensel değerleri arasında gerçekten böyle bir hiyerarşi yok. Princeton Üniversitesinin hazırladığı ve 58 kavramın ironik bir dille anlatıldığı Akademik Yaşam İçin Anahtar Kelimeler İthaki yayınlarından çıktı. Gerçekten de katı bir hiyerarşinin üniversite kavramıyla bağdaşamayacağını kitabı okudukça anlıyorsunuz. Bu şekilde kimi kavramları yeniden yorumlayabilmek için iyi anlamak, hatta uygulamış olmak gerekiyor. Princeton’un bunu yaptığını geçmişine baktığımızda görebiliyoruz. Ama Türkiye’de böyle olduğunu söylemek kolay değil. Zaten Princeton Üniversitesi de “Türkiye’deki akademik yaşamın geçirdiği zorlu sürecin farkında olduklarını” söyleyerek, kitabın telif ücreti olmaksızın çevrilip, basılmasına izin vermiş.

Güzel bir kitap ama Türkçesi sıkıntılı, kolay anlaşılmıyor. Kimi cümlelerin önce İngilizcesini düşünüp, öyle anlamaya çalıştım.

Akademinin evrensel değerlerinin Türkiye’deki kaybına iyi bir örnek akademik kadro ilanları. Artık öyle ilanlar veriliyor ki dünyada ikinci bir kişiye başvurma olanağı bırakmıyor. Doğrudan almak istedikleri kişinin bir makalesinin veya yıllarca önce yaptığı tezin başlığını koyup, “bu isimde çalışma yapmış olmak” koşulunu getiriyorlar başvuru için. Eğer bunu da yetersiz görürülerse, bu sefer ikinci bir makalesinin başlığını yazıp, “hem onu hem de bunu gerçekleştirmiş olma” zorunluluğunu koyuyorlar. Yani başka birinin başvurma şansı yok; ilgili dalda Nobel ödülünüz bile olsa başvuramazsınız! Abartmıyorum durum aynen böyle.

Adrese teslim ilanların en büyüğü geçtiğimiz ay içerisinde yayınlandı. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Erdöl, “Bu hafta 400'e yakın profesör ilanı yayımladık. Bildiğim kadarıyla tıp alanında bir anda 400'e yakın profesör alımının duyurulduğu hiçbir ilan yok. Dolayısıyla, sağlık camiası için çok büyük bir adım atmış olduk.” dedi2. Şaka gibi değil mi? Hayır değil; devamı da var: “2020'nin son günlerinde 250'ye yakın da doçent ilanımız olacak." Artık bu şakadır dedim, yine değilmiş, ilan çıktı3! Bir ay içinde bir üniversite 650 profesör ve doçent kadrosu ilan etti. Daha doğrusu kendi bünyelerinde 650 kişinin akademik yükseltmesi gerçekleştirildi. Dünyada; değil bir üniversitenin, değil sadece tıp alanında; bir ülkenin, tüm bilim dallarında bile aynı anda bu kadar çok akademik yükseltme gerçekleştirmesi olası değil çünkü her akademik yükseltme bilimsel bir gelişmeyi gösterir ve tek bir üniversite bunu yaptıysa bu kesin olarak çok sayıda büyük başarıya işaret eder. Yıllar sonra bu ilanı görenler acaba o yıl bu üniversitede kaç kişi Nobel aldı diye düşünecektir! Bu da şaka değil.

Aslında TTB yıllar önce Türk Tabipleri Birliği Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yasa Tasarısı Değerlendirme Raporu ile uyarmıştı. Yetkinlik aranmaksızın kadro açılmasına yol açacağı, asistan eğitim kalitesinin düşeceği, performans uygulamasının temel bilimleri tıp fakültelerinin bir parçası olmaktan uzaklaştıracağı, kaynakların sanayiye aktarılacağı konusunda uyarmış ve ayrıca yeni kuruluştaki “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Enstitüsü” nün anlamsızlığına dikkat çekmişti. Dinleyen kim?

Diğer yandan 650 kişilik kadro gibi, Türkiye’de üniversitenin kendisi de nicelik olarak (vurgulayayım nitelik değil) gerçekten devasa boyutlarda. Şimdi kapatılmış olan Kalkınma Bakanlığı’nın 2015 yılında yayınladığı Üniversite ve Kamu Kurumları Araştırma Altyapıları kitabına baktığımızda sadece doğa bilimlerinde 201 tane araştırma merkezi olduğunu gördüm. Buna enstitüleri ve sosyal bilimleri de eklediğinizde rakam korkunç boyutlara ulaşır. Şöyle örnek vereyim, kitapta Dokuz Eylül Üniversitesinde iki tane araştırma merkezi varken, üniversite sitesinde ayrıca 10 enstitü ve 62 merkez olmak üzere toplam 72 yer daha var; yani 36 kat! Türkiye için hesaplama yapmaya korkuyorum ve bilimsel üretim nerede demiyorum.

Nicelik olarak orantısız büyümenin üniversitelere yansımasını Hasan Tosun Devlet Üniversiteleri: Performans Değerlendirme ve Finansman Modeli ve Yeniden Yapılanma kitabında ortaya koyuyor. 2010-2013 yılları arasında Türkiye’deki tüm üniversitelere ile ilgili neredeyse tüm sayısal verileri bir arada gösteriyor. Kitapta 200 sayfanın üzerinde tablo veya grafik var. Bu açıdan iyi bir kesit sunuyor. Ayrıca kendi geliştirdiği bir ölçüt üzerinden de değerlendirme yapıyor. Tosun’un bütün kitapları birbirine benziyor, zaten kendisi de 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi Sonrasında Yükseköğretim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması kitabının başında bunun diğer kitaplarının güncelleştirilmiş özeti olduğunu söylüyor ve ilk kitabındaki büyüklüğün yanıtını veriyor: “Üniversitelerin merkezi yönetim bütçesinden aldığı kaynaklar 12 yıllık değerlendirme süreci içinde ABD doları esasında 4 kat fazla artış göstermesine karşın, çoğu alanda bırakın artışı gerileme bile görülmüştür”. Saptama doğru ama çözüm önerileri zaten üniversiteleri bu hale getiren piyasa sistemi. Tosun, üniversitelerin birer işletme gibi yönetilmesini, personel giderlerinin azaltılmasını (umarım işten çıkartmayı veya ücretleri düşürmeyi kastetmiyordur) ve bilgiyi piyasaya düşüren patent kültürünü öneriyor.

Kitabın isminden beklenilen sanırım 15 Temmuz sonrası özel bir durum olarak üniversitelerde neler olduğu ve ne yapılması gerektiği. Ben bu açıdan baktığımda büyük bir tasfiye ile birlikte gericileşme görüyorum. Deve sidiğinin şifalı olduğunu söyleyenler; kızlar âdet olur, âdet olmak bir hastalıktır ve mutlaka tedavi olmaları gerekir diyenler; 15 yaşındaki kızlar evlenebilir, kızlar tesettüre girsinler, edepli olsunlar, LGBTİ masum değildir, tedavi olmaları gerek fetvası verenler; depremin çocuk evlilikleri yasaklandığı için olduğunu söyleyenler hep bu dönemin ürünü. Ve en son üniversitelere “fuhuş evi” diyen Ebubekir Sofuoğlu. Bunları söyleyenlerin tümü öğretim üyesi! Gerçekten akademiyi düzeltebilmek çok zor; sanırım sıfırdan yeniden kurmak gerekecek. Bu arada, kitapta “15 Temmuz” sözü bir kez geçiyor. Bu açıdan kitapla bahsedilen tarihin bağlantısını kurmak çok zor.

Üniversite-ahlak meselesi çok eskiden beri Anadolu’da dile getirilen bir söylemdir ve gericiliğin önemli bir argümanıdır. Yaşar Semiz’in ağırlıklı olarak yerel gazete haberlerinden hazırladığı Dünden Bugüne Selçuk Üniversitesi’nde 1975-2015 yılları arasını ele alıyor. 1984 yılında bir gazetecinin dönemin rektörüne “Hocam üniversite şehrin ahlakını bozmuyor mu, genç kızlar erkeklerle el ele dolaşıyorlar?” şeklindeki, bence kasıtlı, sorusuna rektör kısa ve net yanıt verir: “Neden bozsun, bu hiçbir zaman bir ahlak sorunu olarak ele alınamaz”. Dediğim gibi, böyle bir gericilik eskiden de vardı ama günümüzdeki farklılık gericiliğin artık öğretim üyesi kaynaklı olması.

Dünden Bugüne Selçuk Üniversitesi ilginç bilgiler de veriyor. Örneğin, daha 1950 yılında Konya’ya üniversite kurulması istenirken, “şehrimizde kâfi (yeterli)miktarda kütüphane vardır” denmesi. Demek ki, işler belirli bir kalitenin üzerinde seyrediyormuş. Bugün sorsak öğretim üyelerine, sanırım şehrindeki kütüphaneleri bilmeyenlerin sayısı hayli fazladır.

Kitapta eksik kaldığını düşündüğüm yerler de var. Örneğin, 2008 yılında dönemin rektörünün evinin yatak odasında günümüz kuruyla 4,5 milyon TL kadar para bulunmuştu. Rektör bunun olağan bir şey olduğunu söylemişti. Bunu duyunca ben de eve gittiğimde yatak odamın sağına soluna baktım. Öyle ya, ben de profesördüm, madem olağan “acaba gözümden kaçan bir şeyler olmasın” diye kontrol ettim. Sonuç tahmin edebileceğiniz gibi hüsrandı ama olsun, en azından denedim. Şaka bir yana, çok iyi anımsıyorum, o günlerde Selçuk Üniversitesi denilince akla bu gelirdi. Dava sonucu nedir, takip etmedim ama bu olay kitapta geçiştirilmiş gibi geldi bana. Aslına bakarsanız bir tür gizleme olarak yorumlanabilecek “geçiştirme” de akademik değerlere terstir.

Ancak bu “gizleme” işinin yaygın olduğunu söyleyebilirim. Ege Üniversitesi Fen Fakültesinin İlk 25 Yılı’ (1961-1986) anlatan zamanın dekanı İsmet Ertaş genellikle fakültenin resmî belgelerine dayanarak hazırladığı kitabında Türkiye biliminin yüz aklarından, Prof. Dr. Abdullah Kızılırmak’ın kendi isteğiyle emekli olduğunu yazıyor. Aslında Kızılırmak Fen Fakültesi Dekanıyken, 1981 yılında sıkıyönetim komutanlığı tarafından görevden alınmıştı. Kitapta olağan bir biçimde emekli olmuş gibi yazılması canımı sıktı. İtiraf etmem gerekir, biraz da korkuttu; acaba ileride benim için de böyle mi yazılacak?

Sözün özü, akademik değerler kaybedilirse akademi elimizin altından kayıp gider.

1https://www.birgun.net/haber/toplumsal-cinsiyet-yok-u-rahatsiz-etti-247477

2https://www.dunya.com/gundem/saglik-bilimleri-universitesi-rektoru-erdol-bu-hafta-400e-yakin-profesor-ilani-yayimladik-haberi-604121

3https://www.resmigazete.gov.tr/ilanlar/eskiilanlar/2020/12/20201225-4-23.pdf

KÜNYELER:

-Üniversitelerimizde Cinsel Taciz ve Saldırıyla Mücadele: CTS Çalışmaları. Gülriz Uygun, Hülya Şimga (Ed.).

Doğu Akdeniz Üni., Yay., 2018. Bulması güç, meraklısı ile paylaşabilirim.

-Akademik Yaşam İçin Anahtar Kelimeler. İthaki Yay., 2019 Çev.: Zeliha Yılmazer. Etiket fiyatı 19 TL.

-Türk Tabipleri Birliği Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yasa Tasarısı

Değerlendirme Raporu. TTB Yay., 2014. Satılmıyor, TTB’den bulunabilir, sitesinde pdf şekli var.

-Üniversite ve Kamu Kurumları Araştırma Altyapıları. T.C. Kalkınma Bakanlığı Yay., 2017. Bu bakanlık kaldırıldı.

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı sayfasında pdf şekli var. Belki buradan istenilebilir. Sahaflarda 30

TL.

-Devlet Üniversiteleri: Performans Değerlendirme ve Finansman Modeli ve Yeniden Yapılanma. Hasan Tosun.

2.baskı, 2015. Sahaflarda 35 TL.

-15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi Sonrasında Yükseköğretim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması. Hasan

Tosun. Üniversite(m) Yay., 2016. Sahaflarda 50-60 TL arası.

-Dünden Bugüne Selçuk Üniversitesi. Yaşar Semiz. Selçuk Üni. Yay., 2015. Sahaflarda 20-45 TL arası.

-Ege Üniversitesi Fen Fakültesinin İlk 25 Yılı. İsmet Ertaş. Ege Üni. Yay., 1992. Sahaflarda 5-15 TL arası.