Türkiye’nin post-modern sağcı-solcu düşünürlerinde şu son zamanlarda iki konu yeniden belirdi. İlki AK gençliğin şu son 10 yılda solculaşamaması ve fakat zamanla bunun mümkün olabileceği savı, ikincisi de Türkiye’de ulusalcıların düşünce sistematiklerinde sürekli olarak batıya referans vermeleri meselesi. Ama izin verirseniz konuya geçmeden evvel post-modernlerin tu kaka ettikleri ulusalcılığın ne olduğu üzerinde durmak ve solcuların bu tanımı neresinden ve neden sahiplenmeleri gerektiğini anlatmak gerekiyor.
Türkiye’de seçimlerde AKP’ye oynamış yetmez ama evet’çi post-modern sol liberallerin ortak kullandığı bir küfür olan “ulusalcı” kelimesinin asıl muhatabı herhalde Türkiye’de 1923’deki kuruluş dönemine aynen geri dönmek isteyenlere yönelik olabilir. Başka bir değişle bu ulusalcı kemalist kesim, 1923 Cumhuriyet’ini varılan son nokta olarak gören ve üzerinde hiçbir değişiklik istemeyenlerdir. Eleştirinin dozajı burada kalsa sorun değil elbette. Fakat post-modern’ler bu küfrü aynı zamanda Cumhuriyetin kuruluşunu bir burjuva devrimi olarak okuyan ve diyalektik anlamda olumlayan solculara da savururlar. Şahsen bu satırların yazarı eskiden olduğu gibi şimdi de bu küfre sahip çıkmaktadır. Neden? Birincisi bu bir cepheleşmedir. Yani bir tarafta küresel dünyanın kendi sağ ve sol ideolojisi, ya da daha radikal tanımla emperyalizmin sağ ve sol fikirleri oluşurken ve bunlar doğrudan her türlü modern, aydınlanmacı fikirlere savaş açmışken, 1789 ulusalcılığının sahip olduğu özgürlük, eşitlik, laiklik gibi değerlere sahiplenmek sosyalistlerin görevi olmalıdır. İkincisi ulusala, ulusalcılık bağlamında kendi içinde bir ideoloji atfederek değil, sınıf bilincini yükselten, sınıf mücadelesini geliştiren dolayısıyla emekten yana demokrasiyi de ilerleten bir aşama olarak görülmelidir. Yani başka bir değişle AKP demokrasisi değil, içine Kürtlerin de yer alması gereken 1923 Cumhuriyeti solcuların “yetmez ama evet”i olması gerekir. Çünkü siyasi mücadelelerin yüzyıllar veya yıllar atlamayan, kırık dökük de olsa var olan demokratik kazanımları küçümsemeyen ve birbirinin devamı olan fikri referans noktaları olması gerekir.
Evet, bu kısa ulusal, ulusalcılık girişinden sonra Türkiye’de post-modern düşünürlerin (evet düşünürler çünkü fazlaca küfürleri uzatmanın bir manası yok, boyumuz büyümüyor) bir temennisi olan Ak gençliğin solculaşması ile “post-modern” olmayan herkese yaptıkları eleştiri olan batıdan etkilenme eleştirisine eğileceğiz. İlk olarak Ak gençliğin solculaşmasına bakalım. Burada aslında çok rahatsız edici bir söylem var. Bir kere Türk, Kürt gençliğini solculaşması ya da Türkiye gençliğinin solculaşması tanımı kullanılmıyor genellikle. Çünkü post-modern düşünürler için “eski” Türkiye’nin kendisi bir anlam ve geleceğe bir referans noktası ifade etmiyor. Geleceğin kurulmasında AK Parti önderliğinde (AKP değil) “Yeni Türkiye” ve gençliği burada öncü rol oynuyor. Onun için eskide kalan tüm fikirlerin, kurumların vs… tasfiyesi gerekiyor. Sağ ve sol post-modern düşünürlerin tarihin belleklerinden silinmesi gerekenler içinde ortaklaştıkları noktalardan biri de solcu oluyor. Bunun birçok nedeni var. İlki daha evvel bahsettiğimiz gibi eskide kalmış sınıf mücadelesini ön plana alan eski sol fikirlere referans vermeleridir. İkincisi sağ ve sol post-modern düşünürlerin özellikle 1945 sonrası anti-komünist olmalarıdır. Bir diğeri gençlerin kullandıkları sloganlar, eskide kalmış şiddet içerikli mesaj veren retoriklerdir. Örneğin, “gün gelecek devran dönecek, AKP halka hesap verecek”, ya da “fabrikalar, tarlalar, her şey emeğin olacak” sloganları, eskiyi çağrıştıran bayraklar, flamalar vs… günümüzdeki post-demokrasi söylemi ve şekilleri içinde bir şey ifade etmemektedir. Tüm bunların birer açıklaması ve günümüz post-modernleri rahatsız edici bir tarafı vardır. Aslında tüm bu sosyal sınıflara atıfta bulunan sloganların yeni kurulması düşünülen Türkiye’de yeri yoktur ve rahatsızlık buradan kaynaklanır. Dördüncüsü geleceğin Türkiye’sini kuracak olan AK gençlik, modernizmi temel alan, sınıfsal aydınlanmacı bir solculuk yerine, gelenekleri, kimlik siyasetini, insan haklarını (sadece gelenek, kimlik, kültür mücadelesi veren insanların hakları ama) koruyan bir sol söylem geliştirmesi gerekir. O zaman fabrikalar, tarlalar her şey emeğin falan değil insan haklarıyla sorunu olmayan yeşil sermayenin olabilir. Petrol mesela Kürt halkının ezilmiş olmasına siyasi destek veren Kürt sermayedarının olabilir veya inşaat sektörü Erdoğan yanlısı Laz sermayesinin olabilir. Tüm bu süreci hızlandıran AKP’den hesap sormak yerine onu daha fazla sola çekmek (nasıl oluyorsa?) gerekir.
Bir an için bu savı kabul ettiğimizi düşünelim. Peki, 11 yıllık AKP iktidarında AK gençlik neden sola meyletmemiştir? Ve bundan sonra da neden bize göre meyletmeyecektir? Çünkü post-modern düşünürlerin zaman içerisinde solcu olacaklarından umutlu oldukları AK gençliğin sınıfsal özelliklerine baktığımızda genellikle şehirli olmaları, İslami burjuva aile yapısından gelmeleridir. Genellikle Gülen cemaatinin yurtiçi ve yurtdışı okullarında okuyan bu gençler belli bir kültür birikimine sahiptirler, akılcıdırlar. Aslında bir anlamda yeni Türkiye’nin yeni toplum mühendisleri olması amaçlanmıştır. Fakat bu iki nedenden dolayı olmamıştır. İlki zaman içerisinde Gülen okullarında yetişen bu gençler büyümüş, evlenmiş ve laik-Kemalistlere karşı demokrasi mücadelesi yapmak yerine AKP’nin elit kadrosundan parti-devletin nimetlerinden, sermayesinden, rantından yararlanmaya başlamıştır. Zaten başka türlüsünün olması mümkün değildir. Özellikle aile reisinin karar verici olduğu İslam gibi geleneksel muhafazakâr toplumlarda, her gencin İslam tarzına uygun görevleri olacaktır. Dini emriler çerçevesinde babasının sözünü dinleyecek, onlara hayırlı bir evlat olup hayırlı torunlar verecektir. Sol gibi dikenli yollar ancak gençken romantizm esnasında güzeldir ve Kemalistleri tehlike gören İslami aileler, bu sürelerde çocuklarının başörtüsü gibi protestolara karışmasına izin vermişlerdir. Fakat sonrasında iş, eş, aile, para durumları işin içine girince o zaman geleneksel çıkar ilişkilerine dayalı evlilikler ve diğer ailevi görevler “sivil” demokrasinin önüne geçecektir. Herkes kendi sınıfına, rantına, doğru tıpış tıpış gidecektir. Ve sular çekilecek kala kala ortada öbek öbek gelenekler ve birçok kimlikler kalacaktır. İkincisi Erdoğan ile Gülen cemaati arasındaki gerginlik ve savaş, bu gençlerin yeni AKP Türkiye’sinin entelektüel birikimine dâhil olmasını geciktirmiştir. Post-modern düşünürleri rahatsız bir gelişme olmuştur. Çünkü Erdoğan’ın Gülen inatlaşması sadece yeni Türkiye’nin entelektüel birikimine sekte vurmamakta aynı zamanda onu İslami entelijansiya nezdinde yalnızlaştırmaktadır. Onun için bu kesimin Erdoğan düşmanlığı AKP sistemin kendisine yönelik değil onun otoriter özelliklerine karşı birikmiş öfkeyi barındırmaktadır. Üstelik Gülen cemaati ile olan inadı bu yetişmiş İslami gelenekten gelen ve bürokrasinin üst kademelerine çıkması gereken gençlerin önünü tıkamakla kalmamış, zaman içerisinde kendi partisine ve siyasi misyonuna da zarar verme noktasına getirmiştir. Bu durum sadece Erdoğan’a değil AKP’nin Yeni Türkiye sistemine de zarar verecektir. Korku budur ve mesele bir alışverişten bir rant paylaşımından öte bir durum değildir.
Son olarak muhafazakâr ailenin biçimlendirdiği yeni toplumsal düzen biat ve sadakat üzerine kurgulandığı için tabandan oluşacak sivilleşmeyi, arzu edilen demokratikleşmeyi yaratmamaktadır. Tersine kendini gelenekleri dışında her şeye karşı içe kapanık yaşam tarzı, İslam kültüründen farklı olan gelişmeleri kuşkuyla karşılar. Nedeni ise İslami gelenekler sivil toplumun olmazsa olmazıdır ve %99’u Müslüman olan bir halkın ortak paydasıdır. İşte bu anlayıştan yola çıkıldığında demokrasi ve sol adına yol almak oldukça zor olacaktır. En azından bu son 10 yılda Türkiye’de olan bitenler bize yukarıdaki savı doğrulatmaktadır.
Öte yandan solcuların sürekli olarak batıya referans verme meselesini, teorik düzlemden çok küresel iktisadi gelişmeler çerçevesinde yazma işini gelecek haftaki soL haber portal yazısına bırakalım. Bu arada yeni portal hayatında, İleri Haber’e başarılar dilerim. Ayrıca portalda yazı yazma davetleri içinde teşekkürlerimi sunarım.