Ağaçlar kanser olur mu: Çınar kemoterapisi

"Ağaçların köklerini hiç düşünmez insan, gölgesini Marks’ın o ünlü sözündeki gibi pazarlarken ve onları kimlerin ektiği de umurunda değildir."

İstanbul’un çınarlarını hasta eden Ceratocytis Platini adlı bir tür mantar hastalığına Türkçede çınar kanseri adı verilmiş. İki yüz yaşında olan çınarlar biraz da hasta oldukları yer itibarıyla ister istemez bana ülkenin son iki yüz yılındaki bildiğim olayları çağrıştırdı.

Düşünün 1822’den günümüze o ağaçlar nice olaya tanık. Bu kadar tanıklığı kaldırmak kolay değil. Taş olsa çatlar. Bakın hem Üsküdar sahil ve Kabataş da dolduruldu ve şehrin hafızasının üzerine asit döküldü son birkaç yılda. Oysa her türlü doğa olayına binlerce yıl dayanabilir bu ağaçlar. Mesela daha az su tüketebilir eğer kuraklık varsa. Doğanın içsel, sessiz bilgeliğidir bu. Hastalığa Türkçe adı kim vermişse işin bilimsel tarafıyla değil de kültürel tarafıyla vermiş olsa gerek.  

Kanser hastalığına karşı kullanılan yöntemlerden biridir kemoterapi. Çok kuvvetli bir tedavi yöntemi olan kemoterapiden yoğun ve kalıcı yan etkilerinden dolayı çekinilir, korkulur. İsmindeki kemo kimyasal ilacı çağrıştırır bu nedenle bu tedavinin doğayla bağlantısını kolay kuramasak da Türkçede porsuk ağacı olarak bilinen Taxus Brevifolin başta olmak üzere Camptotheca acuminata, Catharanthus roseus, Podophyllum, Taxus brevifolia, Euphobia peplus gibi ağaçların, bitkilerin kökleri, yaprakları, meyveleri bu ilaçların içeriğini oluşturur. Bu ağaçlardan bazılarının aşırı kesimlerden dolayı nesillerinin tükenmekte olduğu biliniyor ya da bu ağaçlar da çınarlar gibi kanser olurlarsa? Yani konu üç beş ağacın inşaat rantçılarına, madencilere karşı korunmasının çok ötesinde..

Ağaçların köklerini hiç düşünmez insan, gölgesini Marks’ın o ünlü sözündeki gibi pazarlarken ve onları kimlerin ektiği de umurunda değildir. Birer kişiliklerinin olduğunun da farkında değildir henüz insanlık. Meyve versin, fazla su ve bakım istemesin, iş çıkarmasın, gölge yapsın ama yaprak da dökmesin.

Beşiktaş’ta uzun yıllardır hasta olanları geçtiğimiz günlerde Belediye kesti ve yerine yenilerini ekti. Evet yapacak bir şey yoktu belki, ağaçlara uygulanacak tedavi yöntemlerinde insanlık o kadar gelişmedi ya da daha doğrusu o kadar gelişti ki ağaçlar bu gelişmeye dayanamayarak hastalanıyor.

Öte yandan, çınar bir sıfat olarak da kullanılır. Peki İstanbul’un diğer köyleri, mahalleleri ve oradaki çınarlar ne durumda? Bir köyü, mahalleyi, semti yapan orada ihtiyaçlara yönelik bir ekonomik döngünün olmasıdır. Bakkalsız, manavsız, kasapsız, berbersiz, kahvehanesiz, terzisiz, nalbursuz, aktarsız bir mahalle olmaz olmamasına ama artık İstanbul’da bu yerel kendine yetebilirlik söz konusu değil. Zincir marketler, restoranlar ve cafeler orantısızca diğerlerinin yerini aldı. Çeşitlilik ortadan kalktı ve her şey tek tipleşti. Örneğin Kuzguncuk’ta son bir iki yılda bu değişim gözle görülür bir şekilde gerçekleşmekte, hem de küçük semti içinde yaşayanlara dar edecek biçimde. En son aradığımız her şeyi bulabileceğimiz bakkalımız Kuzguni de kapandı. Eklemeliyim, bu semt boydan boya çınar ağaçlarıyla dolu. Birkaç haftaya hepsi yeşerecek eğer insanlar izin verirse…

Yok yok, çok özür dilerim, sizleri kaygılandırmak istemem. Sözümü geri aldım. Bizim köyde “Onu söyleyen gitti!” denir. Zaten kaygılarımız pandemi, ekonomik zorluklar ve şu son savaşla birlikte iyice tetiklendi. Oysa bahar her şeye rağmen gümbür gümbür geliyor, betonları delen çiçekler, havadaki kimyanın değişimi, bulutların renklerinin değişmesi, güneşin geliş açısı her şey coğrafyamızda bize devinimi, devrimi anlatır.

Dostlarım var, İstanbul'un güneyinde, Çınar Mahallesi'nde oturuyorlardı. Ama oturdukları ev, beton kent ormanları dönüşüm projeleri çerçevesinde yıkılıyor. Oysa çınarın kendisi bir bilgeliktir, bir uygarlıktır. Çınarlardan öğreneceğimiz ne çok bilgi var. Bir Yunan atasözü yaşlılar gölgelerini göremeyecekleri ağaçları çocuklar için ektiğinde o toplumun iyileştiğini, güzelleştiğini söyler. Ağaçların iyileşmesi toplumun da iyileşmesini de beraberinde getirecektir.