Ağaçlama

Ağaçladık yine. Fena ağaçladık.

Bunca zaman, bu denli ağaçsadıktan sonra başka da çaremiz kalmamıştı bir bakıma.

Olsun. Varsın ağaçlayalım, ne olmuş yani. Mantarlamaktan iyidir. En azından dallı, budaklı.

Evet, dalları, budakları, hatta kökleri bile var ama çok da karmaşık bir şey değil aslında. Yapyalın. Kesiyorlar ağacı, o yüzden ağaçlıyoruz biz de. Ağaçsıyoruz. Sıyırıyoruz. Ağaca duruyoruz.

Durmayalım diye, mesele dolansın diye, “kesmediklerini” söylüyorlar, taşıyorlarmış sadece. Baştan beri öyle diyorlar. Niye kessinlermiş ki? Çok severlermiş onu. On yüz bin milyon tanesini ekmişlermiş. Dakikada zilyon tane baloncuk. Ağaç bu, kesilir miymiş hiç? Mobil yahut portıbıl gibi bir şeymiş, rahatlıkla taşınabilirmiş. Kök mü? O kırtıpil bir şeymiş. Vinç gelirmiş, inermiş kalkarmış, ağacı köküyle birlikte hooop alır götürürmüş.

Nereye hey ağaç? Attaaa gidiyor. Köküyle birlikte, komple. Ağaç daha güvende böyle. Öyle diyorlar. Nakil aracı da vinç. Çok güvenli bir araç zaten. Tank gibi. Uçları tırtıklı, toprağa geçmeli. Beton dikeni ayrı, toprak deleni ayrı. Farklı farklı uçları, dalçıkları, balçıkları var. Ağaçları ve ağaçlayanları hooop oradan buraya taşımaya gayet uygunlar.

Dur bir ağaç allahaşkına, nereye böyle bu saate?.. Sabahın köründe hem de, şafak vaktinde, daha karga falan bokunu yemeden. Sabah olmazsa gecenin bir vaktinde, abuk subuk saatlerde hareket ettirilip duruyorsun habire. Şafak operasyonu, gece operasyonu, kuşluk vakti operasyonu, puştluk vakti operasyonu... Amma operasyon seven bir ağaçmışsın ha. Vinç operatörleriyle düşe kalka ne hale geldin sonunda?

Otur dedik, iki dakka yerinde. Biliyoruz, özgürlüğüne düşkünsün, emir komuta sevmezsin ama otur yahu. Üç, beş tane kaldın zaten. Meselel de üç, beş ağaç değil, nereye gidiyorsun böyle? Kentsel dönüştürüp duruyorlar. Sade seni değil, hepimizi. Ev, ev, kutu kutu, birey birey dönüştürülüp duruyoruz. Küçük küçük ağaççıklar halinde. Sonra resmi karşına koyup şöyle tümüne birden baktığında anlıyorsun, iki be, üç be, dört be, orman gitmiş komple.

Gezi komplosu bunlar canım. Komple komplo. Taksim’de tutmayınca Kobane’de deniyorlar, orada olmazsa Validebağ’da. Her yerde deniyorlar. Ağaçlar. Ağaçsayıp duran komplocular. Ağaca durup meyveye duranlar. Her yer ağaç, her yer direniş. Hepsini bir güzel kesmeli! O ne öyle, ağaç ağaç bakıyorlar bir de.

Afedersiniz, hepiniz çok ağaçsınız. Afedersiniz, Ermeni.

Ağaç işte, ne zaman, nereden ağaçacağı da belli olmuyor ki!

Baktınız mı hiç bir ağaca son zamanlarda sahi? Oturup yanına uzun uzun sohbete dalarcasına. En azından göz attınız mı? Dallarının nasıl eğilip büküldüğüne. Yapraklarının nasıl salınıp durduğuna. Gövdesindeki kabuklara ve yaşlanma emarelerine. Tattınız mı meyvesinden yahut? Yok canım, bunların meselesi ağaç değil ki. Maksat, huzursuzluk çıkartmak. Yatırımları engellemek. Ekönömiye darbe vurmak.

Huzur isteseler, onca zahmetle ve de sabahın köründe kendilerine özel olarak tahsis edilen vince usul usul biner, gayet konforlu, hızlı ve avantajlı bir şekilde oradan buraya seyahat ederlerdi güzelce. Ayrıca güvenli de. Ağacın gitmesini istemeyenlerin nakil aracından çok daha güvenli en azından. Tartaklama falan yok bunda. Tar tartar tartar tartartar, makine çalışır, vinç iner kalkar, köküyle birlikte ağaç kalkar, dal sarkar, kartal bakar. Hepsi bu işte.

Hem bu ağaç aslında bir yere gitmiyor ki. Her şey sizin kafanızın içinde olup bitiyor. Oradan buraya basit bir nakil bununki. Neticede vinçte bırakacak değiller ya bunu. Orada yatıp kalkacak değil ya. Sökecekler, dikecekler. Amma kalın kafalısınız, bir türlü anlamıyorsunuz. Odun musunuz, ağaç mısınız, nesiniz, tövbe tövbe. Dikeceğiz işte.

Dikin dikmesine de, Can Yücel değil ki bu ağaç ölünce dikilsin tekrar bir yere. Biliyorsunuz, Can Yücel ölünce torunu onu dikmişti. Datça’da bir mezara gömülen dedesinin cenaze töreninden geldiğinde, soranlara öyle söylemişti. Koskoca şairin torunu, dedemi gömdüler diyecek değil a, dedemi diktiler diyesiydi. Meyve vermeye devam ediyor hâlâ oralarda.

Ama ağaç bu. Can Yücel değil ki. Söküyorlar. Kesiyorlar. Biçiyorlar. Birazcık eker gibi yapıp yok ediyorlar. Beton, beton, beton, betonla yükseliyorlar. Meyve falan yok haliyle.

Bahanesi ise çok. Açılması lazım oranın her şeyden önce. Yol olacak, şehir kalkınacak. Cami olacak, ibadet artacak. Eskisi gibi kışla olacak, yanında da birazcık alışveriş, çok şahane şıkır şıkır bir meydan olacak. AKM batacak, AVM çıkacak, vali çakacak, gençler kuşlar kelebekler börtüler böcekler falan nasıl diyecek, gaza boğacak. Hepsi olurken ağaçla birlikte hayat yok olacak.

Gitti, gitti, birkaç küçük koru kaldı şimdi. Birkaç minik park. Gezi ve Validebağ gibi. İki tane de ormancık var tabii. İki yakada Aydos ve Belgrad gibi. Başlangıç için bir hastane, okul, cami arazisi falan iyi gidebilir buralara da. Öyle kamusal ve zaruri bir hizmetmiş gibi başlar, devamı gelir nasılsa. Hele bir açılsın da imara.

İçerlerde olanlar bunlar. Şehri kuşatan, şehrin çevresinde yer alanlar ise 2b, yol, köprü, havaalanı, kanal, inşaat ya resulallah derken büyük ölçüde yok edildi. Kuraklık geldi. Biz yeterince ağaçlamayınca hortumlanmaya başladı şehir. Soluk almamızı sağlayan, soluk alıp verenler yok artık. Şehrin akciğerleri nanay sizin anlayacağınız. Onlar gidince garip ve aniden bastıran yağmurlar geldi. Yanında seller geldi. Hortumlar geldi. Onlar gelirken yanlarında nasıl oluyorsa bir daha kuraklık geldi. Betona düşen yağmurun, toprağa düşen gibi bir etkisi yok ki. Birikmiyor, atılıyor! Ağaç gibi.

Görmüyoruz ki zaten artık onları. Arada dışarı çıkıp, şehrin çeperlerine uzanıp gördüklerimiz de yok edilip duruyor habire. Sonra iklim değişiyor. Hortum oluyor. Cop oluyor. Gaz oluyor. Gözaltı oluyor. Değişik oluyor!..

Tam böyle olup gidecek, ölüp bitecek derken hoop birden değişiyor, yeniden birikiyor. Görmeye başlıyoruz tek tük ağaçları. Ağaçlayanlar, ağaçsıyanlar, sıyıranlar bir araya geliyor. Aaaa, şu adamlara, kadınlara, çocuklara, gençlere, yaşlılara bakın. Ağaç ağaç gidiyorlar, ağaç ağaç geliyorlar, ağaç ağaç duruyorlar. Ağaca ve meyveye duruyorlar.

Tek ve hürken, birden yan yana dizile dizile, diz dize, omuz omuza durup, orman gibi ve kardeşçe oluyorlar...