Türkiye Solu’nun sorunlarının önemli bir kısmının halkımızın sorunlarından ayrı değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Teşhis etmeye çalıştığımız, bolca eleştirdiğimiz toplumsal sorunlar yoktan varolmadı. Maddi bir temeli olan kültürel bir karmaşa olarak bizim çocukluğumuza ana babalarımız tarafından bulaştırılır. Biz de kendi çocuklarımıza devrederiz.
Lacancılar affetsin, şöyle bir basitleştirme yapayım: Çocuk bilinci, ana babasının yanlış yaptığı, haksızlık ettiği sonucunu çıkarma kapasitesine sahip olmadığından, karşılaştığı tüm sorunları kendi sorunu - eksikliği olarak otomatik yüklenir. Bu sakatlanma, ergenlikte ve kimi zaman da daha ilerki yaşlarda eksiklerden kaçma veya bunları kapatma adına anne ve baba figürleri peşinde koşmamıza neden olur. Eksikli olan bizizdir, bizi tamamlayan gerçek veya yapay ebeveynlerimizden destek almamız şarttır. Kendi ayaklarımız üzerinde asla durmaya çalışmamalıyız.
Sol kadro da bu toplumun bireyi olarak, kendini “eksikli” görendir ve bir lidere ihtiyaç duyar. Lider onu eksikleriyle birlikte bağrına basar ve yönetir. Yönetmek ne kelime, insan ilişkilerine daha önce üzerinde durduğum “amaca yönelik örgütlü bir müdahale” yoksa maymuna çevirir…
Günümüzde ortalama bir orta sınıf yarı aydının çevresinde 25-30 kişi olduğunu varsayalım. Bununla karşılaştırırsak, çevresinde selamlaşabileceği, sohbet edebileceği, birkaç ayda bir evine konuk olabileceği veya yiyip içebileceği diyelim 150 kişi olan biri, teslim etmek gerekir kendini oldukça ayrıcalıklı görecektir. Bu çevrenin kendine yakıştırdığı iş, bir şekilde kritik anlam ve öneme sahip olacaktır. Ritüeller yardımcı olabilir. Hele de kendi içinde aklı, doğruyu, kitabı, vs. temsil etme iddiası varsa, veya tarihte önemli bir hizmette bulunmuş bir ekibin devamı olduğu varsayımı yaygınsa, gruptan düşenler kadar yeni üye kazanarak sürekliliğini garantileyebilir…
İşte sevgili Erkin’in “bizim lider öyle şey yapmaz, yapıyorsa da bir bildiği vardır” bahsinde yazdıkları, baba figürünün siyasete “eksikli ortalama kadro” üzerinden bir tasviridir. Peki herkes mi eksik, herkes mi ergenlikte takılmış da sol yerleşik liderlik yapısını aşıp ayağa kalkamıyor? Meselenin bu kısmını şimdilik ustalıkla halleden ‘aforoz tehdidi’ne geleceğim. Önce farazi bir orta yaşlı yarı örgütlü/sempatizan solcudan kimi sesli düşünceler:
“Zaten bu işler bu kadar olur. Adam kuralına göre oynuyor, beğenmiyorum bu tarzı ben yapamam ama allahı var, bu iş böyle yapılır. İşim gücüm, ailem var, biraz da tembelim, bilgisayar veya TV karşısında oyalanır uykuyu severim. Ayda yılda bir destek atmak, bazen bir yüz lira göndermek beni üzerime düşeni yapmış hissettiriyor. Böyle bir memlekette zaten daha fazla ne yapabilirsin ki?..”
Tenha veya kalabalık topluluklar, buna benzer gerekçelendirmelerle lideri destekler, onun düzenini alkışlarlar. Kendilerine kalsa başka türlü olması gereken bu iç düzenin kendilerine kalmadığı iyi olmuştur. Hem rahat etmiş, hem bir baba figürüne kavuşmuş, hem de çorbaya tuz katmışlardır. Çünkü zaten siyaset bugünden yarına bir şeyleri küt diye değiştirmesi beklenen bir şey değildir. Hayatta yapacak başka şeyler de vardır…
Bu kadar basit mi? Maalesef toplumsal onay isteği bu kadar basit ve acımasız. Her şey mi? Değil ama hesaplaşılmadığı sürece tahminden çok büyük ve tehlikeli. Benliğimizi reddetmeyelim, kendimizle barışalım. Maalesef “fikirlerimiz” egomuzun toplumsal onay optimizasyonuna göre ve çoğunlukla bulunduğumuz veya varmak istediğimiz noktayı rasyonalize etmek üzere, bize fark ettirmeksizin ve sürekli şekil değiştiriyor. Ve maalesef fikirlerimizin gerçekle bağlarını bu değişimin çoğu momentinde sorgulamıyoruz. Ve yine maalesef şekil değiştirme süreci lider veya lider ekipler tarafından, kendilerine bahşedilmiş üstün yetenekler sayesinde ustalıkla manipüle ediliyor. Ve bu kadar basit bir bağımlılığın teorizasyonu çoğunlukla inanılmaz derinlere inerek karanlıkta aşırı karmaşıklaşmış gölge güreşi estetiğine, entelektüel inceliklere bürünebiliyor!
Manipülasyon araçlarından en önemlisini de yazmadan geçmeyim. Sahip olunan “iddia” ile örgütün gerçeklerinin bağdaşmamasını sorgulayarak pes etmeyen ama “bu kadarına da pes” diyen haliyle eninde sonunda lidere meydan okuyan her fani için “dışarısı çok zor, yolundan dönmezsen de seni yerler” çoğu zaman sessiz bazen de sesli bir tehdittir: Aforoz
Latince kökenli karşılığı daha açıklayıcı: Ekskomünikasyon. Üç sözcük, iletişim (komünikasyon); toplum (komünite) ve komünizm aynı latince kökten geliyor. Şefle bozuşursan hakkında kötü konuşur, bir gün bakmışsın cemaat/topluluk/… sana selam vermemeye, senden uzak durmaya başlamış, dedikodular almış yürümüş. Şanslıysan polis dedikodusu çıkartmamışlardır, ya uyuşturucu bağımlılığı? Belki… Ama çoğunlukla kariyeristsindir, yorgunsundur, huysuzsundur, tembelsindir, vs.
Psikonörolojik ölçümlerde, kendini ait hissettiğin cemaatten atılma duygusunun ölüm korkusu ile eşdeğer sarsıntı yarattığı keşfedilmiş. Gerçi bildiğiniz gibi Katolik kilisesi bu gerçeğe Ortaçağ’da herhangi bir ölçüm yapmadan da vâkıf idi.
Komüniteden, ekskomünikasyondan bahsederken semantiğe girdim, çıkmadan son bir not düşmek istiyorum: ‘Komplesans’ çok ilginç bir sözcük. Türkçedeki önerilen beş anlamını yazıyorum: 1) Halinden memnun olma 2) Kayıtsızlık 3) Gönül rahatlığı 4) Kendini beğenmişlik 5) Rehavet. Ama aslında bu anlamların her birinin bütünleşmesini taşıyan tek bir anlam en isabetlisi.
Kökü hoşnut etmek, zevk vermek ve lütfen anlamına gelen please (latince placare) ile aynı. Anlam için öneriler (Merriam Webster) şöyle: Şeylerin durumu hakkında, daha fazlasını düşünmeden ve onları iyileştirmeyi istemeden memnuniyet duyma. Tehlikelerin farkında olmaksızın tatmin duygusu yaşama.
Bir sol örgüt, devrimci mücadeleye katkı koyabilmek için bir komplesans merkezi olmaktan kaçınmalıdır diye özetleyebiliriz.
@ErgunCagl