Tercih denen şey kısaca alternatifler arasından birini benimsemektir. Bahşedilmiş bir özgürlük gibi görünse de çetrefillidir, zira gözünüzü kapamadan rüya göremezsiniz, gözünüz kapalıyken de önünüzü. Lakin "Keşke onu seçseydim, keşke o yolu deneseydim, keşke..." sözcükleri dönüp duruyorsa zihninizde ıskalanmış bir hayatın ilk kavşak noktasındasınız demektir. Sonuçta ya silkelenip yaşamınızın dümenini elinize alırsınız ya da hayatı bir köşeden seyrederek ömrünüzü tüketirsiniz. Her iki durumda da mutlaka hafıza devreye girer. Hafıza, kendisiyle yaşanması en zor şeydir, çünkü hafızanız kuvvetliyse anlam yükleme mekanizmalarınız çok hızlı çalışır ve hayatınızdaki insanların size neyi ne zaman, ne üzerine, neden ve nasıl dediğini dahi anımsayabilecek bir hafızaya sahipseniz gündelik yaşamınız bile epey zorlaşır.
Çöp hafızam ve şu yaşıma değin yaptığım tercihler gözümü bolca kanattığından olsa gerek bu hafta ne zaman içim sıkılsa okuduğum Tomris Uyar'ın "Gündökümü I - II" ile hasbıhaldim. Bir de beni uzun, uyaklı cümleleriyle, felsefesiyle yoran Marías 'ın kitaplarıyla: "Acı Bir Başlangıç Bu" ve "Duygusal Adam"
"Acı Bir Başlangıç Bu", her başlangıcın zor olduğunu; attığımız adımların, verdiğimiz kararların, bu kararlara eşlik eden duyguların açtığı yaraları anımsatıyor bizlere. 1980’li yılların başında, henüz 20’li yaşlarını sürerken tanışıyoruz anlatıcı Juan ile. Diplomat babasının ilişkileri sayesinde yapımcı ve yönetmen olan Eduardo Muriel’in yanında asistan olarak işe başlayan Juan'ın gözleri bir kamera işlevi görüyor bizler için. Eduardo Muriel’in karısı Beatriz Noguera ise 40’lı yaşlarda, iki çocuk annesi, gösterişli, Juan de Vere’nin aklını başından alacak kadar çekici bir kadın. Bu iki karakter ve çevresi vasıtasıyla Franco döneminde ve sonrasında Madrid'de yaşanmış dramlar anlatılırken boşanmanın yasak olduğu dönemde kadınların çaresizliği, mutsuzluğu ve trajedisi gözler önüne seriliyor. "Neden sevilmek zorundayız titrek parmağımızla seçtiğimiz kişi tarafından? Sanki bize itaat etmeye mecburmuş gibi neden ille de o kişi?" diye düşünürken, "İnsan hafızasını dilediğince silemiyor." diye veryansın ediyoruz.
Marías, "Duygusal Adam" da Katalan bir opera sanatçısının öyküsünü anlatıyor. Trende karşılaştığı ve tutkuyla bağlandığı Natalia Manur’u bir kurtuluş umudu olarak gören anlatıcı, bir süre sonra onun temsil ettiği duygusallığın tutsağı oluveriyor. Düşle gerçek arasında salınırken işi gereği yaptığı şehirler arası yolculuklarda, otel odalarında geçen hayatını betimleyerek modern dünyanın bir prototipi haline geliyor. "O kadar çok düşünürdüm ki kendimden sıkılırdım. İnsan bir şeyleri bir kez öğrenince onları öğrenmeyi isteyip istemediğini bilmesi imkansızlaşıyor." diyen anlatıcı neredeyse her sözünü çok düşünen insanların kafasına balyoz misali indiriyor.
Tomris Uyar'ın "Gündökümleri", benim içimin sıkıntısını alan yazılardır. Dönüp dönüp okurum, düşünüp yorulurum ama her defasında mutlu olurum. Salt bir öykücünün güncesi olmayan bu yazılarla 1975-1999 arası Türkiye'sinin kültürel, edebi, sosyal, siyasal manzarasını seyrederiz. Hem de bir uyumsuzun gözünden. Gelen mektuplar, izlenen filmler, yazılan öyküler, çevrilen romanlar, oyunlar, konserler, okunan kitaplar, tanışılan insanlar, buluşmalar, ev halleri, sokak halleri, çelişkiler, toplumsal ve kadınsal çıkmazlar, sezişler, serzenişler, eleştirel / yorgun / öfkeli bakışlar, bitimsiz sancılar, bunalımlar, isyanlar, gündelik telaşlar, çaresizlikler ve roller... Her şeye değen / değinen Tomris'te kadının & sanatçının tüm halleri... "Kafanız dinlenmeye alışık değilse, hiçbir yerde dinlenmiyor." dese de, Tomris'in "Bozulan ilişkilerde, bataklıkta çabalama pahasına başarısızlığı benimsememek, geriye kalan'la yetinmek tutumunu benimseyenler bir 'parmak' aramaya pek düşkündürler. Gururunuz mu kırıldı, gelsin parmak! Oysa kişinin özlediği, çoğu kere yabancı bir beden değil, iki santimetrekarelik bir özgürlük alanıdır." sözleri Marías yorgunluğumun üzerine ilaç gibi geliyor.
Hafızadan her kaçış denemesinde bir anıya çarparız. Kimi zaman pusludur rengi, kimi zaman erguvanlarla örülüdür yüzü. Bazen başını unuturuz, bazen de sonunu kaçırırız; çünkü bellek denen şey; seçer, eler, değiştirir, abartır, hafifletir ve nihayet kendi gerçeğini yaratıverir. Borges’in “Benim belleğim bayım, bir çöp yığını gibidir.” cümlesini vurgularcasına sözcüklere, anılara, ilişkilere, hareketlere fazlasıyla anlam yüklüyorsanız, bakışlar, sesler, hatta kokular bile yer ediyorsa içinizde, siz de bir “çöp yığını”na sahipsiniz, demektir. Fakat hayat sandığımızdan çok daha kısa, "Acı bir başlangıç bu, beteri geride kaldı." diye düşünüp hafızayı kırılabilir, silinebilir, yıkılabilir bir kayıt sistemi olarak görmekte fayda var galiba...
- Acı Bir Başlangıç Bu, Javier Marías, Çev: Seda Ersavcı, YKY, 2018.
- Duygusal Adam, Javier Marías, Çev: Neyyire Gül Işık, YKY, 2020.
- Gündökümü / Bir Uyumsuzun Notları I, Tomris Uyar, YKY, 2016.
- Gündökümü / Bir Uyumsuzun Notları II, Tomris Uyar, YKY, 2016.