ABD-AKP gerilimi

AKP ile ABD arasında Suriye konusunda yaşanan gerilim bir süredir Türkiye ve bölge siyasetinde kimilerince temel referans noktası olarak alınmaya başlandı. Bu gerilim bu şekilde mutlaklaştırıldığında ABD karşıtlığı adına AKP’ye veya AKP karşıtlığı adına ABD’ye hayırhah bakan yaklaşımlar kendilerini daha kolay meşrulaştırabiliyor. Reel politika adına ne kadar makul görünürse görünsün bu yaklaşımların ileride büyük açmazlarla karşı karşıya kalacağını söylemek gerekiyor. Bu açmazları başka yazılarda ele almak üzere şimdilik bir kenara bırakalım ve ABD-AKP gerilimini daha yakından tarif ederek işe başlayalım.

Bilindiği gibi Davutoğlu G-20 zirvesi sonrasında aradaki farkı “önce IŞİD’e mi, yoksa önce Esad’a mı saldıralım?” olarak tarif etmiş ve bu farkın da kapanmakta olduğunu iddia etmişti. Davutoğlu’nun bu sözleri bizzat Obama tarafından ve Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalarla birden fazla kez yalanlandı.

Öncelikle Davutoğlu’nun sözlerinin aksine, farkın bir öncelik veya zamanlama meselesiyle sınırlı olmadığını söylemek gerekiyor. Evet Obama’nın resmi söyleminde Esad’ın iktidardan indirilmesi bugün için gündemden çıkarılıyor ve IŞİD’e odaklanılıyor, bu doğru. Ancak Obama politikası bundan ibaret değil ve Suriye’nin parçalanması gibi bir hedefin de yer aldığı biliniyor.

Bu politikayla, üstünlüğü yeniden ele geçirmeden ve topraklarını geri almadan Baas ile bir anlaşma sağlanmasının amaçlandığı anlaşılıyor. BM Suriye Özel Temsilcisi Stefan De Mistura’nın çatışmaları “dondurmaya” yönelik müzakereleri tam da Halep’in ordu tarafından kuşatıldığı günlerde yoğunlaştırmasının kaynağında bu yatıyor. Yani ABD Suriye’deki “kazanımları” yitirmemek için hızlıca bir anlaşmayla vararak bunları güvence altına almak istiyor ve Baas’ı ve Rusya’yı buna ikna etmeye çalışıyor. Bu şekilde Baas’ın tekrar Suriye’nin tamamına egemen olma ihtimali ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.

Diğer tarafta AKP ise “önce Esad’a müdahale” demekle kalmıyor, bilindiği gibi Suriye’nin parçalanmasından çok tampon bölge adı altında fiilen işgal edilmesini savunuyor. Bunun nedeni kuşkusuz Suriye topraklarına yönelik yayılmacı hedefleri ve Kürt partileriyle arasındaki gerilimler ve bu partiler üzerinde otorite sahibi olmaması.

Bu noktada, aradaki bu farklara rağmen ve Obama ile yaptığı görüşmede konuşulmamış olmasına rağmen Davutoğlu’nun neden ısrarla “ABD ile aramızdaki açı kapanıyor” mesajı vererek kendisini yalancı konumuna düşürdüğü sorusu akla geliyor. Bu soruyu ABD’de yaşanan bir dizi gelişmeyle birlikte ele alalım.

Bu gelişmelerden en önemlisi Cumhuriyetçilerin son seçimlerde Senato’da çoğunluğu elde etmesiyle Obama’nın elinin zayıflaması oldu. Geçtiğimiz dönemde Cumuhriyetçiler Senato’da Rusya ve Suriye’ye karşı saldırganlığı artırma yönündeki bir dizi karar tasarısını gündeme getirmiş ve çoğunluk ellerinde bulunmadığı için bu öneriler Demokrat Parti oylarıyla reddedilmişti. Son seçimlerle birlikte bu tür tasarıların kabul edilmesi mümkün hale geldi.

Cumhuriyetçilerin elinin güçlenmesine paralel olarak, ABD’de egemen güçler içinde Obama’ya karşı eleştirilerin arttığına dair yeni veriler de ortaya çıkmaya başladı. Örneğin ABD Genelkurmay başkanı Martin Dempsey’in IŞİD’e karşı bölgeye kara birlikleri göndermek gerekebileceğini söylemesi Obama’ya karşı bir çıkış olarak yorumlandı. Nitekim Obama bu açıklamanın hemen ardından, yalnızca IŞİD’in nükleer silah edinmesi durumunda kara birliği konuşlandırma emri vereceğini söyledi. IŞİD’in nükleer silah edinmesi görünür vadede imkansız olduğu için bu açıklama Dempsey’e kesin bir karşı çıkış olarak yorumlandı ve Dempsey de sözünü geri alan bir dizi açıklama yapmak zorunda kaldı.

Dempsey’in çıkışı kadar kamuoyuna yansımasa da ABD devleti içinden Obama’ya yönelik başka eleştirel sesler de yükseldi. Bunlar arasında özellikle Dışişleri Bakanı Kerry’nin geçen ay dile getirdiği “Suriye’de tampon bölge önerisi dikkate almaya değer” sözleri önemliydi. Bilindiği gibi bu öneri de kısa zamanda Beyaz Saray tarafından gündemden düşürüldü.

Sonuç olarak artan itiraz ve eleştirilere rağmen Obama’nın kesin konuştuğu ve kendi politikası doğrultusunda bir şekilde ilerlediği açık. Ancak bir o kadar açık olan da, ABD egemen güçleri içinde Obama’ya karşı daha fazla sesin dile getirilmeye başlanmış olması. AKP’nin yaptığı da esasen bu farklı seslere oynayarak kendi politikası için lobi yapmayı içeriyor. Dolayısıyla Davutoğlu’nun “açı kapanıyor” yalanı, Obama’nın sözlerinden çok ABD devleti içinde AKP gibi düşünenlerin seslerini yükseltmesine dayanıyor. Davutoğlu aslında bu şekilde Obama politikasında AKP lehine bir değişiklik olacağı umudunu dile getirmiş oldu.

Erdoğan’ın iki hafta önce sarf ettiği “ABD’de her kafadan ayrı ses çıkıyor” ifadesi de benzer bir yere oturuyordu. Bu yorumdaki kritik nokta doğruluk payı içermesi değil, ayrı seslere oynayan ve emperyalist “büyüğüne” kendi politikasını beğendirmeye çalışan bir politikayı açık etmesiydi.

AKP’nin bütün umutlarına rağmen Obama şu an için kendi doğrultusunda ısrar etmeye devam ediyor ve AKP’nin umut bağladığı diğer sesleri ise kısa sürede devre dışı bırakıyor. Beklenmedik bir gelişme olmazsa ABD’nin 2016 başkanlık seçimlerine kadar böyle devam edeceği öngörülebilir. Diplomasiye ağırlık veren ve Rusya’yı da baskı uygulayarak müzakerelere katmaya çalışan Obama, özellikle De Mistura görüşmelerinin sonuç alması durumunda Suriye konusunda somut adımlar atmaya başlamış olacak. Dolayısıyla De Mistura sürecinde bir anlaşmaya varılması halinde AKP’yi dış politika alanında çok daha zor günler bekliyor olacak.

AKP’nin bu durumda yapabileceği şey Obama’nın diplomasi sürecinin başarısızlığa uğramasını beklemek ve hatta dolaylı olarak bunun için çabalamak, bunun yanında 2016 seçimlerinde de Cumhuriyetçilerin iktidara gelmesini ummak olabilir. Bu nedenle AKP-ABD geriliminin en azından 2016’ya kadar devam edeceğini öngörmek mümkün.

Bunun dışında kalan düşük olasılıklı iki seçenekten biri, AKP’nin Esad’ın varlığını kabullenmesi olur. Ancak bu AKP’nin kolay kolay yapabileceği bir şey olarak görünmüyor. İkinci düşük olasılıklı alternatif ise AKP'nin tek başına maceraya girişmesi olur. Ancak böyle bir durumda ABD’nin AKP’nin arkasında durmayacağı Obama’nın mesajlarıyla görüldü ve böyle bir güvence olmadan AKP’nin Rusya ile karşı karşıya gelmeyi göze alması mümkün değil.

Bu gelişmeler AKP’nin en azından 2016’ya kadar Ortadoğu politikasında bir başarı elde etme ihtimalinin imkansıza yakın olduğunu gösteriyor.