90’lı yıllar…

Geçtiğimiz son birkaç günde yaşananlar, 90’lı yılları yaşamış ve politik atmosferini solumuş herkese birçok şeyi çağrıştırmış olsa gerek.

Amacım içinde bulunduğumuz günlerin yeni 90’lar olduğunu iddia etmek değil. Zaten tarihte bu tür benzeştirmeleri yapmak genelde işimize yaramayan bir sürü değerlendirmeye varmamıza da sebebiyet verebiliyor.

Tüm bunlarla birlikte, 12 Eylül sonrası dönemi değerlendirirken, 90’lı yıllar gibi uzun bir parantezin açılmasında, sömürü düzeninin halk düşmanı politikalarının uygulama sahasının hatırlanmasında bazen fayda olabiliyor.

Zam, zulüm, işkence, kaybedilen insanlar, faili meçhuller, yargısız infazlar, kontrgerilla faaliyetleri…

Bunlar başta devrimcilerin şahsında tüm emekçilere karşı işlenen suçların listesini oluşturmaya yeterli.

İşte tam da bu yüzden Çağlayan Adliyesi’nde ve sonrasında yaşananlar, devletin yargısız infaz ve işkence uygulamasını tüm toplumun gözleri önünde acımasızca hayata geçirebileceğini göstermesi açısından bize 90’ları hatırlattı.

“Kürtçe konuştuğu için öldürüldü…” Tarihini hatırlayamıyorum. 90 ya da 91 yılı olsa gerek Ama gazete manşeti dün gibi aklımda.

31 Ocak 1990’da Muammer Aksoy, 4 Eylül 1990’da Turan Dursun, 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu katledildi. Katledilme sebepleri Kürtçe konuşmaları değildi. Gericiliğe karşı duruşlarıydı. Ama Kürtçe konuşan vatandaş ile kaderleri ve öldürülme biçimleri aynıydı…

1991 yılının Temmuz ayında dönemin Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın evinden alındı ve işkence yapılmış cesedi Ergani yakınlarında bulundu. İlerici, aydın ve halkını seven bir insandı…

Kürt aydını Musa Anter 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'ın Seyrantepe mahallesinde uğradığı silahlı saldırıda sol bacağına iki, kalbi ve kafasına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Çok uzun yıllar sonra, eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan; Anter'in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM için öldürüldüğünü söyledi. Susurluk Raporu'nda, Anter cinayetinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlanıp uygulandığı yer almıştı.

Gazeteci Metin Göktepe 8 Ocak 1996 yılında gözaltında işkence sonucu hayatını kaybetti. Dönemin devlet adamları Göktepe’nin duvardan düşerek öldüğünü dile getirdiler. Sonra gözaltında öldüğünü kabul ettiler.

Örnekleri arttırabiliriz. Eksikleri siz de tamamlayabilirsiniz. Ancak bu örneklerin arasına Sivas katliamını, Gazi katliamını, cezaevi operasyonlarını, ölüm oruçlarını, Hizbullah’ın Kürt halkına karşı işlediği katliamları mutlaka eklemek zorundasınız.

Bir de üzerine, parasız eğitim istedikleri için işkence gören Manisalı gençleri ve baklava çaldıkları için hapis cezası alan yoksul çocukların hatırasını koyun… İkisinin de tarihi 1997…

90’lı yıllar zor yıllardı.

İşçi sınıfının zor yıllarıydı. Zamlar durmazdı. Sınıfın haklarına saldırı hat safhadaydı. Aydınların, ilericilerin zor yıllarıydı. Düşünmek bazen ölmek anlamına geliyordu. Devrimcilerin de zor yıllarıydı. Faili meçhuller, gözaltında kayıplar ve işkenceler devrimcilerin yol arkadaşı gibi olmuştu. Sosyalizm ve devrim inancına sahip çıkmak 90’larda bayağı meşakkatli bir işti. Sovyetler Birliği yıkılmıştı, işçi sınıfının ruhuna fatiha okunuyordu, tarih bitmiş Marksizm ölmüş sayılıyordu.

90’lı yıllar Türkiye’de sermaye sınıfının işçi sınıfına karşı savaşında 12 Eylül sonrasında açtığı büyük bir parantezdi. Parantezi kapattılar ve kaldıkları yerden kendilerince daha meşru olduklarını iddia ederek, solun içinden kendilerine adam devşirerek, 12 Eylül’le birlikte başlattıkları huruç harekatını ekonomik, siyasi alanda arttırarak AKP döneminde devam ettirdiler. Her daim ülkülerine inandılar ve başarılı olacaklarını zannettiler. AKP’nin dostu liberaller 90’lı yılları ehlileştirebileceklerini, AKP’nin bunun adayı olduğunu vaaz ettiler.

Ancak yanıldılar.

90’lı yılların ateş çemberi aslında yarılmıştı. Çemberi yaran devrimciler de ülkülerine inandılar ve ülkemiz emekçileri için mücadele ettiler. 2013 yılının Haziran ayında ateş çemberi 12 Eylül’ün bütün zihniyetiyle birlikte dağılırken Türkiye toplumunun önünde yeni bir mücadele dönemini açtı. Dolayısıyla, aslında 90’lı yıllar da tarih oldu…

90’lı yıllarda devrimci olmak çok zordu… Bugünün koşulları düşünüldüğünde ise tersini iddia etmemiz yanlış olur. Düzen güçleri sıkıştıkları her anda toprak altındaki eski silahlarını çıkarmaktan imtina etmeyecekler bunu biliyoruz.

Bugün sosyalizm ve devrim mücadelesi çok daha meşakkatli hale gelmiştir. Daha büyük bir emeğe, daha fazla insana, daha fazla akla, daha fazla emeğe ihtiyacımız vardır. Hepsinden önemlisi daha büyük ve daha güçlü bir örgütlülüğe sahip olmak mutlaktır.

Bu satırlar Berkin’in katillerinin ortaya çıkması için eylem yapan devrimci gençlerin işin kolayına kaçtığını söylemek için yazılmadı. Kuşkusuz çok zor bir iş yaptılar. Eylemleri, 90’lı yılları aratmayacak, kendi savcısının canına kıyacak kadar canavarlaşabilecek bir sistemin neler yapabileceğini bizlere gösterdi.

Beraberinde bu lanet olası düzenden bir an önce kurtulmamız gerektiğine dair olan bilincimizi de tazeledi.

AKP iktidarı, birkaç gün içerisine yargısız infazı, onlarca hukuksuzluğu ve adaletsizliği, toplu işkence görüntülerini sığdırmayı başardı. Bunların hepsi devletin başındaki kişiler tarafından onayladı.

Karşımızda duran soru bizlerin önümüzdeki günlere neleri, nasıl sığdıracağımıza düğümlenmiş durumdadır.

Ve düğümün çözümünün, daha büyük, daha güçlü bir örgütlülüğü yaratmaktan geçtiği, halkımız ve işçi sınıfımızın gerici bir iktidara karşı sağlam duruşunun inşa edilmesinde yattığı bir kere daha ortaya çıkmıştır.

Not: Bundan sonra Cuma günleri burada olacağım.