7 Haziran'ı doğru anlamak

8 Haziran sabahı Türkiye yepyeni koşullara uyandı. Kimilerince artık iyice kadir-i mutlak sanılmaya başlanan AKP, 13 yıldır elinde bulundurduğu tek başına iktidar konumunu kaybetti. Bu sonuç başlı başına Türkiye ilericileri için önemli bir başarıdır. Türkiye'nin ilerici güçleri bu sonuca sevinmekte haklıdır. Ne var ki, seçimlerin üzerinden bir aydan fazla süre geçmiştir ve bu saatten sonra sevinmenin bir adım ötesine geçmek, başlanılan işi bitirmek gerekmektedir. Burada en büyük sorumluluk da elbette Türkiye ilericilerinin en geniş birleşik mevzisi olan Birleşik Haziran Hareketi'ne (HAZİRAN) düşmektedir.

Harekete geçmek dedik ancak bu harekete geçiş sağlam temellere oturtulacaksa öncelikle 7 Haziran'ın ne anlama geldiğini bilince çıkarmak durumdayız. Her şeyden önce 7 Haziran seçim zaferinin reformist yorumları HAZİRAN'dan uzak olmalıdır. 7 Haziran seçim zaferini salt ve mutlak olarak bir kampanyanın başarısıyla, bir liderin yarattığı sempati halesiyle vs. açıklamaya çalışan yorumlar gerçekliğin ancak küçük bir kısmını ifade edebilir.

Gerçek şu ki; AKP'nin yenilgisine giden süreçte 7 Haziran elbette önemli bir uğraktır ama bu uğrak kendisinden önceki mücadele ve gelişmeler bağlamında bir yere oturtulmadığı müddetçe tam olarak anlaşılamaz.

AKP'nin yenilgisine giden süreç en başta Suriye kriziyle başlamıştır. AKP'nin, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında bir proje partisi olarak kurulduğu geliştirildiği ve iktidara oturtulduğu gerçeği gün gibi ortadayken bu projenin gerileyişini (ve umarız çöküşünü) ABD'nin bölge planlarının tıkanmasını es geçerek anlamak mümkün değildir.

BOP'un bölgemizdeki somut çıktısı Arap Baharı adı verilen dönüşüm olmuştur. ABD emperyalizminin yarı-sömürgesi konumundaki Türkiye, bu dönüşümün ilk yaşandığı ülke ve AKP de Türkiye'nin 'Arap Baharı'nın adı olmuştu. ABD, BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan nezdinde Türkiye'ye Arap Baharı'nı bütün bölgeye yayma görevini vermişti. Açık yüreklilikle ifade etmek gerekir. AKP, Türkiye'deki burjuva iktidarları arasında emperyalizmin kendisine verdiği görevleri ifa etmek bakımından açık ara en başarılısıdır. Ne var ki, Arap Baharı gelmiş bir noktada bir kayaya dayanmıştır. Bu kaya Suriye kayasıdır. Ahmet Davutoğlu'nun "iki haftada çöker" dediği Suriye direnişi üç yıldır sürmektedir. Üstelik bu direniş emperyalist-kapitalist sistemin küresel kriziyle üst üste gelince, ABD emperyalizmini bölge için yeni arayışlara girmeye ve BOP planını rafa kaldırmaya zorlamıştır. AKP, emperyalizmin bu yeni yönelimine uyum sağlayamamış, eski hatta ısrar etmiş ve AKP ile ABD'nin başını çektiği emperyalist blok arasında ipler gerilmiştir. Bu, AKP'nin gerilemesinin birincil sebebidir.

AKP'nin gerileyişini sırf dış dinamikle açıklamak da gerçeğin yalnızca bir yönünü kapsayabilir. Aynı anda içeride de bir şeyler olmaktadır. Emperyalizmin bölge planlarıyla uyum içerisinde AKP'nin yürüttüğü ve "İkinci Cumhuriyet" diye de kodlanan dönüşüm sadece dışarıda değil içeride de bir kayaya toslamıştır. İçerideki kayanın adı Haziran Direnişi diye ifade edilmektedir. Bu büyük direniş, İstanbul Gezi Parkı'nda başlayıp tüm yurda yayılan Haziran Ayaklanması'ndan ibaret değildir. Kökleri 2007 Cumhuriyet mitinglerine, TEKEL direnişine, düzmece davalarla içeri atılan aydınlara özgürlük kampanyalarına, ODTÜ'de uç veren öğrenci mücadelesine uzanmakta, Haziran günlerinin bitişinin ardından da Validebağ'da, Halkalı'da, çevre direnişlerinde, LGBT özgürlük mücadelesinde, kadın hakları hareketinde, seçim öncesi başlayan metal işçileri direnişinde ve hayatın her alanında bir ruh olarak sürmektedir. Haziran Direnişi ayaktadır... AKP'nin aldığı seçim yenilgisinde sürmekte olan bu direnişin de elbette çok kritik bir rolü vardır.

Öte yandan dış ve iç dinamiklerin yanı sıra bir üçüncü faktör daha AKP'nin geriletilmesinde rol oynamıştır. AKP'yi gerileten üçüncü önemli dinamik Kürt Ulusal Demokratik Hareketi'dir. Bir burjuva iktidarı olarak AKP'nin en önemli başarılarından biri, Türkiye'nin son 35 yılına damgasına bu hareketi kendi iktidarı süresince sürekli kontrpiyede bırakabilme becerisi olmuştur. Bu beceride kuşkusuz bu hareketin önderliğinin hapiste bulunması, uluslararası koşulların elverişliliği, Türkiye'nin batısındaki toplumsal muhalefet güçlerinin çok uzun yıllara yayılan etkisizliği de kolaylaştırıcı olmuştur. İkinci Cumhuriyet dönüşümünün kritik uğraklarından biri olan 12 Eylül 2010 referandumunda Kürt hareketinin tercih ettiği boykot pozisyonu, bu kontrpiye durumunun somut çıktılarından biridir. Ancak Kürt hareketinin esir önderliği, 7 Haziran seçimleri öncesinde iç ve dış politikadaki gelişmeleri doğru okumuş yerinde bir hamleyle seçime parti olarak girme kararı almış ve sonunda başarılı olarak AKP'yi tek başına hükümet kuramaz hale getirmiştir. Kürt hareketinin son dönemde yaptığı başarılı hamleler bu hareketin Kürt coğrafyasının üç parçasında da (hareketin İran'daki pozisyonu ayrı bir tartışmanın konusudur) yeni kazanımlar elde etmesini sağlamaktadır.

Buraya kadarını özetlemek gerekirse, AKP'nin tek başına iktidar konumunu kaybetmesi anlamına gelen 7 Haziran üç dinamiğin kesişmesinin bir sonucudur. Coğrafi terimlerle ifade edersek, AKP'nin sonunu; 1- Şam, 2- Gezi, 3- Kobane hazırlamıştır.

Kobane diye kodlanan dinamiğin öncüsü konumundaki Kürt Ulusal Demokratik Hareketi, akıllıca hamleler yaparak birinci dinamiği avantaja çevirmiş ikinci dinamiği ise deyim yerindeyse peşine takmıştır.

İkinci dinamiğin öncüsü olma iddiasını taşıyan Birleşik Haziran Hareketi'nin bu tablodan alması gereken büyük dersler bulunmaktadır. Üçüncü dinamik net doğrultusu sayesinde birinci dinamiğin ortaya çıkardığı koşulları avantaja çevirmeyi ve ikinci dinamiği peşine takmayı sürdürmektedir. HAZİRAN ise tıpkı 7 Haziran'dan önce olduğu gibi seçim zaferinin üzerinden geçen bir aya rağmen 7 Haziran sonrasında da seyirci konumunda kalmayı sürdürmektedir. HAZİRAN'ın ikinci dinamiğin öncüsü olma iddiası gerçek bir iddiaysa bu duruma artık daha fazla tahammül edilemez.

Harekete geçmek ama sağlıklı bir zeminde harekete geçmek durumundayız. Tartışmayı sürdüreceğiz. Yürümeyi bırakmadan…