Hiçbir inşaat projesi yalnızca o projenin kendisinden ibaret değildir.
Yazıya böyle başlamalıyız ve aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. Şimdi başlayabiliriz…
Evet, çok büyük bir projeydi. Dünyada daha önce olmayan, o ölçekte yapılmayan. Büyük bir tünel. Amerika ile Avrupa’yı yer altından birbirine bağlayan bir tünel.
“Tünel, New York’un yüz kilometre güneyinde, New Jersey sahilindenden başlayacak, Bermuda ve Azor Adalarıyla İspanya’nın kuzeyine dokunacak ve Fransa’nın Biskay kıyısından gün yüzüne çıkacaktı. İki Okyanus istasyonu, yani Bermuda ve Azor Adaları, teknik olarak vazgeçilmezdi. Çünkü onlarla birlikte, Amerika’da bir ve Avrupa’da iki istasyonu da dahil ederek, Tünel galerileri için beş ayrı başlangıç noktası belirlenmişti.”
Düşünsenize hayali bile muhteşem, iki kıtayı yaklaşık 5 bin kilometreden daha fazla bir tünelle birbirine bağlıyorsunuz.
“Okyanus istasyonları, New York ve Londra eş değerinde dünya trafiğinin mihverleri olackatı. Amerika ve Avrupa istasyonlarının gelecekte yerkürede oynayacakları rolün ne olacağı ise apaçıktı! Tek tek hükümetler, Tünel inşasına onay vermek zorunda kalacaklardı –evet, Tünel Konsorsiyumu hisselerinin borsalarında işlem görmelerine izin vermeleri için hükümetleri bizzat kendisi, Mac Allan zorlayacaktı- tabii sanayilerinin binlerce milyonluk bir hasara uğramasını istemiyorlarsa.”
Mac Allan, babası maden işçisi olan, küçük yaşlarda madenlerde çalışan ve bir maden katliamından zar zor kurtulan bir işçi, işçi çocuğuydu. İyi bir mühendisti, yıllar boyunca hayalini kurduğu proje için sayısız yatırımcıyı ikna etmişti.
Tüneli şöyle düşünün; ABD kıyılarından başlıyoruz yüzlerce kilometre yer altına inmeye, sonra yatayda Bermuda adalarına, sonra Azor adalarına kadar kazıyor, en sonunda Avrupa’ya ulaşıyoruz. Yer altında en önde giden işçi ekiplerine “Cehennem” ekipleri, hemen ardındakilere “Araf” ekipleri deniyor. İnsan vücudunun katlanamayacağı bir sıcak, toz ve havasızlık. Onbinlerce insan bunun için çalışıyor.
Tünel kazısından çıkan madenler, borsalarda değerleniyor. Tünel kazısından çıkan hafriyatla yeni adalar, o adaların üzerinde kentler yapılıyor. Tatil köyleri, yaşam alanları yeni yerleşim sahaları inşa ediliyor.
Tünelin başlangıç kazının vurulduğu sahillerde yeni bir kent kuruluyor. Bu kentte işçi konutları, alışveriş merkezleri, hastane ve sanatoryum, yaşam alanları vs. vs. hemen hemen her şey bulunuyor.
“İstanbul Yeni Havalimanı inşaatında çalışan 35 bin personele, fitness merkezinden müzik atölyesine, bilardo ve langırt salonlarından halı saha ve basketbol sahasına kadar tüm sosyal imkanlar sunuluyor.
Günde 130 bin kişilik yemeğin pişirildiği, 25 bin kişiye çamaşır temizleme hizmetinin sunulduğu, nöbetçi yemekhanelerin, revirlerin, ambulansların bulunduğu inşaat alanında, market, kafeterya ve banka şubeleri de yer alıyor.” (Anadolu Ajansı)
Bu anlattığımız tünel inşaatının başladığı şantiyenin girişinde de yeni bir kent kuruluyor ve adına bu projenin fikir babası Mac Allan için “Mac City” deniyor.
3. Havalimanı şantiyesi de, Mac City de zaten yasal mevzuatta yer alan gerekleri yerine getirmek üzere kuruluyor. Fazlası ise zaten zorunluluklardan kaynaklanıyor (ATM, AVM gibi).
Her şey iyi yolunda giderken, yatırımcılar memnunken, tek tük iş cinayetleri için hiçbir masraftan kaçınılmazken o “beklenmedik” gün geliyor. Büyük bir patlama, göçük, inanılmaz bir sıcak, gaz, buhar, toz… 3 bini aşkın inşaat işçisi yaşamını yitiriyor.
“Tünel üç bin insanı yutmuştu ve buradaki işçi ordularını dehşete düşürüyordu. İçeride, o akkor derinliklerde kendileri de kömürleşip boğulmuş olabilirdi –benzer bir felaketin, hatta belki de çok daha büyük bir felaketin yaşanması işten bile değildi. Ölüm çok daha çirkin biçimde bulabilirdi onları. “Cehennem” akıllarına geldiğinde tüyleri diken diken oluyordu. Toplu korku sardı her yanı. “
Kendilerini işçilerin yerine koymayan, işe ve projeye tapan, tek doğruları teknik açıdan sürdürülebilirlik olan yaklaşık 8 bin mühendis, mimar, teknik eleman işi sürdürmeye çalışıyor. Başlarında ise projenin mucidi mühendis Mac Allan. Ona inanıyorlar, işe, projeye inanıyor, teknolojiye tapıyorlar.
“Ben Mac Allan, beni tanıyorunuz! Üç bin insanı öldürmüşsün diye bağırıyorsunuz! Bu bir yalan! Kader, insandan güçlüdür. O üç bin kişiyi iş öldürdü! İş, dünyada gün be gün yüzleri öldürür! İş bir savaştır, savaşta da ölüler olur!”
Proje bu büyük işçi katliamından sonra sekteye uğruyor, duruyor, Konsorsiyum batma tehlikesi yaşıyor. Ama:
“Felaketten sonra da (sonra bile y.n) desteklenmişti. Sonuçta sadece üç bin candı söz konusu olan! Ama şimdi söz konusu olan paraydı, halk kalbinden vurulmuştu ve ona diş biliyorlardı.”
Tünel Konsorsiyumu yasal süreçten aklanarak çıkıyor; çünkü bu işçi katliamı “beklenmeyen”, “kaçınılmaz” bir olay. Borsada hisse senetleri hale yola giriyor, yeni rant sahalarındaki arsa fiyatları eski düzeyine ulaşıyor, yatırımcılar yine gözünü bu projeye dikmeye başlıyor.
“Ter ve kandan inşa edilmiş, yaklaşık dokuz bin insanı yutmuş, dünyaya tarif edilemez bir felaket getirmiş olsa da şimdi oradaydı işte”
Mühendis Mac Allan, 26 yıl sonra ABD’den bindiği trenle 12 dakikalık bir gecikme ile Avrupa’ya ulaşıyor. Büyük proje bitiyor, maden, arsa, ekipman vs. vs. rantları ekonomiyi rahatlatıyor. Proje aslında kendisi olmaktan çıkıp, kapitalizmin can simidi haline geliyor…
3. Havalimanı, arsa rantı, inşaat sektörüne suni teneffüs ve işçi canı…
Bernhard Kellermann’ın Yordam Yayınları’ndan çıkan Tünel adlı romanındandı alıntılar. Muhteşem bir yapıt, muhteşem tasvirler. Ama esas muhteşemlik, bizim büyük projelerimizle benzerlik taşıması, özellikle de 3. Havalimanı…
3. Havalimanı projesi, bir havalimanından ibaret değil. Çevresindeki arazilerin değer kazanması, hafriyat sektörünün canlanması, inşaat ve yan sanayiinin şaha kalkması, siyasal prestij, seçim yatırımı, yandaşların nemalanması vs. vs. Her şey söyleyebilirsiniz, ama tek bir projeden ibaret olduğunu kesinlikle söyleyemezsiniz.
3. Havalimanı projesindeki iş cinayetlerinden söz etmek istiyorsanız, öncelikle hafriyat kamyonlarının, beton mikserlerinin yarattığı trafik katliamlarından söz etmek zorundasınız. Hafriyat kamyonları cinayetlerinden söz ederseniz de Şule İdil Dere’yi anmadan geçemezsiniz…
Belki bir kitap konusu olabilecek bir tartışma, Türkiye, inşaat sektörü, mega projeler, hafriyat kamyonları ve beton mikserlerinin ekonomi politiği… Biz o kadar uzatmadan 3. Havalimanı şantiyesine uzanalım.
Büyük bir proje, dünyanın en büyük havalimanı, bizi “kıskanan”ların oyunları, Türkiye ekonomisinin atardamarı… Kellarmann’ın “Tünel” romanını okuyun ve bir kez daha düşünün derim.
Basın yayın organlarında 3. Havalimanı şantiyesindeki iş cinayetlerine ilişkin “en az 400 işçi öldü” haberlerini okumuşsunuzdur. Ve ardından gelen tartışmaları, bakanlığın açıklamalarını. Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. İş cinayetleriyle ilgili bir açıklama yapacaksanız, elinizdeki verilerin sağlam olması önemli, mücadelemiz ve inandırıcılığımız açısından. Bu alanda mücadele yürüten İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, hiçbir zaman “sansasyonel” veya “abartı” rakamlar açıklamadı. Elindeki her veri, kuşkusuz az da olsa yanılma payı olsa da, kesin delillere, haberlere, tanıklıklara dayanıyordu. İSİG Meclisi 3. Havalimanında gerçekleşen iş cinayetleri için “biz 20 cinayet saptadık, bir kısım işçinin ismini belirleyemedik, sizden destek, yardım istiyoruz dedi”. Şunun altını çizdi; “bu bizim işimiz değil, aslında devletin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın işi ve görevidir”! Bu tartışmalar, kamuoyunun yoğun merakı, Bakanlığın sonunda bir açıklamasını beraberinde getirdi. Bakanlık 3. Havalimanında 27 işçinin iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirdiğini açıkladı, İSİG Meclisi 20 saptayabilirken, Bakanlık 27 olduğunu ilan etti! Söylenecek ilk şey teşekkür etmek, ama hemen ardından “bugüne kadar neden açıklamadınız” demek! Elimizdeki verilerle karşılaştırdığımızda ve bu tartışmalar yaşandıktan sonra gerçekleşen son iş cinayetini eklediğimizde kaybettiğimiz işçi kardeşimizin sayısı 29! Ha bir kişi, ha 400 kişi, sayılar anlamsız. Bu proje kaynaklı trafikte seyreden hafriyat kamyonu-beton mikseri nedenli olayları ise bilemiyoruz.
İşin “doğa katliamı”, “Kuzey Ormanları’nın yok edilmesi”, “geleceğimizin ranta kurban edilmesi”, “cebimizden çıkan vergiler” boyutunu ve tartışmasını bir yana bırakıyor ve basitçe soruyoruz: Bir havalimanı kaç işçi eder?
Kaynak: Bernhard Kellermann, Tünel, Yordam Yayınları, Eylül 2017.