24 Haziran'ın düşündürdükleri

Erdoğan yüzde 52.5,  İnce yüzde 30 (CHP’den 8 puan fazla)  oy aldı.  HDP yüzde 11.6 ile barajı aştı. AKP, yüzde 42.5 oyla tek başına çoğunluktan düşmesine rağmen MHP ile birlikte meclise de egemen oldu. 

Böyle özetlenebilir. Bu seçimde ne ölçüde hile, hırsızlık olduğuyla ilgili sağlıklı bilgilere sahip değiliz. CHP’nin seçim güvenlik örgütlenmesinin sınıfta kaldığı apaçık ortada. Bu satırlar yazılırken, bir televizyonda bir CHP milletvekili seçmen sayısı yüzde 10 civarında olan 20 bin sandıkta CHP’nin sandık müşahitinin bulunmadığını açıklıyordu. Bu satırların yazıldığı ana dek, herhangi bir parti ya da gönüllüler örgütü, seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde hile/hırsızlık bilgisi açıklamadı. Bu seçimdeki herkesin bildiği siyasal “hile”, Suruç’ta açıkça ortaya çıkan, aslında tüm Kürt illerinde uygulanan devlet terörüydü; ona da gerekli tepki gösterilemedi. 

Oy hırsızlığını olduğu yerde ve zamanda kanıtlarıyla saptayıp hesabını sormak, “hile” söylemini ise siyasal başarısızlığın mazereti olarak öne sürmekten artık vazgeçmek gerekiyor. Mazeretçilik sorunun kendisiyle yüzleşmeyi zorlaştırıyor. Muharrem İnce’nin, hırsızlığın sonucu değiştirecek ölçüde olmadığını söylemesinin mazeret söylemek yerine, dürüst ve zor görevi  cesurca tanımlayan bir tutum olduğunu düşünüyorum. 

Önceki yazılarda, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın seçimin dünyanın sonu olmayacağının, gerçek sınıf ilişkilerini değiştirmeyeceğinin altını çizmiş, buna rağmen 24 Haziran’ın neden önemli olduğunu, ne tür yeni olanaklar yaratacağını ortaya koymaya çalışmış, Erdoğan’ın birinci turda seçilemeyeceği, HDP’nin barajı aşacağı öngörüsüyle öneriler yapmıştım. 

***

Şimdi, sıcağı sıcağına, serinkanlı bir ilk değerlendirmenin zamanıdır. 

Bir: 24 Haziran, tek adam rejimi-sermaye düzeni ilişkisinin ana karakterini yeniden açıklıkla ortaya koymuştur. Küreseliyle, “yerli”siyle sermaye gruplarının ve emperyalist devletlerin,  Erdoğan’ın üstünü çizdikleri dün doğru değildi; bugün de değildir. Yedeklere de oynarlar. O tamam. Ama, daha iyi bir alternatifin çıkmadığı koşullarda Erdoğan’la devam kararı verdikleri açıktır. 

İki: Erdoğan, yalnız sermaye düzeninin değil, o düzenin koruyucu ve kollayıcısı devletin de sözcüsü, temsilcisi ve artık egemenidir. Askeri ve sivil bürokrasi Erdoğan’ın denetimi altındadır. Cumhur İttifakı’nın ideolojik tutkalının “devletin bekası” olması rastlantı değildir. Bahçeli MHP’sinin gücü devletin içinden gelmektedir. Devlet, bu ülkede her yerde kolları olan güçlü bir “parti”dir. Seçim sonuçlarında bu partinin önemli payı olduğu açıktır. 

Üç: Türkiye siyasetinde artık,  geleneksel  “merkez sağ” yoktur. Cumhur ittifakı ile AKP ve MHP kişiliğinde İslamcı,  ırkçı milliyetçi bir sağ kutup, bir uç bedenleşmiştir. İyi Parti ve Saadet Partisi, İslamcı ve milliyetçi arayışların çekim merkezi konumunda değiller.

Dört: 24 Haziran, Kılıçdaroğlu CHP’sinin bitişidir. Bu kişinin, yakın ekibini de alıp izzeti ikbal ile emekliye ayrılması hem partisi, hem kendisi için en iyi seçenektir. 

Beş: Muharrem İnce, dili, duruşu ve tarzıyla siyasetin yeni ve enerjik bir kişiliği olarak öne çıkmıştır.  Seçim dönemi söylemi iki yöne açık ve çelişkili bir kanalda ilerleyeceğini gösteriyor. “Ben, sen, o yok biz varız” söylemi, bir yandan etnik, dinsel karşıtlıkları yumuşatarak siyaseti “kimlik” odaklı olmaktan çıkarmaya hizmet ediyor. Öte yandan, aynı söylem, ekonomik kriz koşullarında, “sınıfsız, imtiyazsız bir kitleyiz”i, ”hepimiz aynı gemideyiz” i işleyerek emekçi sınıfları krizin ağır sonuçlarına , “özveri”ye  hazırlayan bir mesaj veriyor. Hangi yönde ilerleyeceği yalnız kendisine değil, emekçilerden, sol sosyalist hareketten gelecek basınca da bağlı görünüyor. 

Altı: 24 Haziran seçim döneminde, Kürt siyasal hareketinin Türkiye siyasetindeki nitel ve nicel ağırlığı artmış, iki halk arasındaki emek ve toprak kardeşliği çizgisi güçlenmiş, Türkiye ilericilerinden, sosyalistlerinden bu çizginin güçlenmesine katkı yapmanın gerekliliğini kavrayanlarla Kürt hareketi arasındaki dayanışma ve kardeşlik bugüne dek olduğundan daha ilkeli bir siyasal temele oturmaya başlamıştır. CHP tabanının HDP’nin barajı açması için kendiliğinden verdiği destek, HDP’nin sol-sosyalist siyasetçileri bu kimlikleriyle seçilecek yerlerde aday göstermesi iyi yolda özendirici örneklerdir.

Yedi: Bu seçim, sol-sosyalist hareketin zaaflarını olduğu kadar yüz yüze olduğu yeni olanakları da gözler önüne sermiştir. En önemli olanak, son üç günde üç büyük kentte kendini gösteren büyük yığınsal mitinglerin ortaya koyduğu enerji ile CHP’nin ya da İnce’nin bu kitlenin özlem ve gereksinmelerini karşılama kapasitesi arasındaki mesafeden kaynaklanıyor. Bu mesafe, ancak düzen karşıtı bir program, siyaset ve örgütlülükle kapatılabilir.  Siyasete katılımın, dört yılda bir oy vermek ya da tek adamın karşısındaki bir başka tek adamın peşine takılmak olarak yaşandığı koşullarda bu mesafe kapatılamaz. Devrimci dönüşüm için “yığın” değil, siyasal ve örgütlü toplumsal özne gerekir. Bu da kendiliğinden olmaz. Hem geniş, hem dar anlamlarıyla “parti” gerekir.

Sekiz: Yüzde 87,5 dünya ölçeğinde çok yüksek bir seçime katılma oranıdır. Görmezlikten gelinemeyecek, ama  parlamenterizm illüzyonuna kapılma tehlikesi de içeren iki yanı keskin kılıç türünden bir gerçektir. Parlamenter mücadeleyi amaçlaştırma ve kutsama yanılgılarından kesin olarak uzak durmak gerekir. 

Dokuz: Önümüzde,  emek-sermaye çelişkisinin keskinleşeceği, siyasal havanın solu çağıracağı bir dönem var. Erdoğan’ın ve partisinin yorgun olduğu, epey uzayacağa benzeyen bir yok olma sürecine girdiği, krizin emekçi sınıflara getireceği yıkım koşullarında rıza yaratmakta çok zorlanacağı, mecliste MHP’ye mahkum olacağı koşullarda, parlamento içi ve dışı mücadeleleri birleştirirken, toplumdaki sol potansiyel enerjiyi de eylemli siyasete dönüştüren bir çıkışın bu toplumda karşılığı olacağına güvenelim. 

On: Bugün en çok özgüven ve yenilenmeye, devrimcileşmeye ihtiyacımız var.