İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ın arifesindeyiz.
1 Mayıs bizim için esas olarak, emekçilerin ülkenin ve dünyanın gidişatına, o yılın gündemlerine dair kendi sözünü söyleyeceği, tavrını ortaya koyacağı bir gün olarak anlamlı. Özellikle Türkiye gibi, işçi sınıfının genel olarak siyasal alanın dışında tutulmak istendiği bir ülkede bu son derece önemli.
Türkiye işçi sınıfı 1 Mayıs'larda ülke ve dünya gündemindeki konulara dair bir sınıf olarak görüşlerini ortaya koyarken, kendi istem ve taleplerini de kitlesel olarak ifade etmenin yollarını bulmalı.
Son yıllarda iktidarın baskı ve yasaklamaları dışında 1 Mayıs’da pek bir şey konuşamıyoruz. Çok muhtemel ki, (ve maalesef) 1 Mayıs günü ve sonrasında yine benzer konuları konuşacağız. Hazır fırsat bulmuşken 1 Mayıs vesilesiyle önemli gördüğümüz bir tartışmaya kapı açalım.
Yenilmiş bir tez: Sınıftan Kaçış
Sadece örnek olsun Andre Gorz’un 1980 yılında yayımlanmış ve epey ünlenmiş kitabının adı Elveda Proletarya idi. Gorz, proletaryanın toplumsal bir kategori olarak ortadan kalktığını iddia ediyordu.
Burjuva ideologlarının tarihin sonunu ilanına paralel biçimde, aynı ideolojinin sol içine sızmasının bir yansıması olarak işçi sınıfının ve hatta sınıflar mücadelesinin ortadan kalktığını ve/veya biçim değiştirdiğini söylemek pek bir moda olmuştu.
Özellikle reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte, burjuvazi tüm gücüyle işçi sınıfına saldırırken siyaset ile sınıf mücadelesi arasındaki bağlantıyı yok saymayı temel alan bir eğilimin etkisinin arttığını görmüştük.
Önce ve esas olarak Batı merkezli doğan bu tez, Avrupa’da yağmur yağsa İstanbul’da şemsiye açıp gezinen ‘yeni sol’un Türkiye temsilcileri aracılığıyla ülkemizde de etkili olmuştu.
Bir süre ciddi bir tartışma konusu haline gelen, önemsenen, örneğin 80’li yıllarda ciddi ciddi hesaplaşılması gereken bir başlıktı bu. Solun direnişi ve kısa bir süre sonra, kapitalizmin gerçeklerinin çıplak biçimde görülmesiyle, bir masal olmanın ötesine geçemedi. Tüm moda akımlar gibi bir süre sonra etkisi azaldı. Artık, marjinal, kimi etkilerini saymazsak tamamen yenilmiş, yok sayılabilecek bir tezdir.
Yaşayan Tehlike: Sınıfa Kaçış
Türkiye solunun önemli bir bölümü yukarıda sözünü ettiğimiz ideolojik-politik saldırı karşısında refleks düzeyinde bile olsa sağlıklı bir tutum aldı.
Ancak sadece savunma ile işçi sınıfının devrimci mücadeledeki yerinin ve öneminin bilince çıkması sağlanamıyor.
Bugün sınıftan kaçışın tam tersi kutbunda gibi görünen, sadece sınıf güzellemesiyle yetinen bir diğer yanlış eğilimi önemsemeliyiz. Bu yanlış eğilim sınıf hareketiyle sosyalist hareketin devrimci bir biçimde ilişkilenmesinin önünde engel olarak durmaktadır.
Sadece örnek olsun, uvriyerist (kuyrukçu) akımların her önemli gündemi “işçinın sağcısı solcusu olmaz” temel önermesiyle karşılaması, pratikte işçi sınıfının politik bir özne olmasını engelleyen “sınıfa kaçış” tarzının tipik bir tezahürüdür.
Memleket yangın yerine dönse, bunun işçileri kandırmak için sermaye tarafından pompalanan suni bir gündem olduğunu, bizim işimizin emeğin ve emekçilerin örgütlenmesi olduğunu söyleyen sözde sınıfçı, özde mücadele kaçkını bir yaklaşım türemiş durumda.
En tipik örneğini uvriyerizmde gördüğümüz bu “sınıfa kaçış” hali memleketin tüm temel tartışma başlıklarını es geçerek, sözde sınıf vurgusuyla gerçek bir politik pozisyon almadan, tüm gerçek mücadele süreçlerinde sınıf siyaseti, devrim, sosyalizm gibi önemli ve güzel sözlerin arkasına saklanarak öncü siyaset veya politik akıl olarak pazarlanabiliyor.
Çare: Sınıf merkezli devrimci çalışma
1 Mayıs vesilesiyle yazıyoruz diye başlamıştık, ekleyelim. 1 Mayıs’ı işçi sınıfı açısından önemli kılacak olan, işçilerin fabrikalarından çıkıp meydanlarda buluşması, gücüyle sözünü birleştirebilmesi ve toplumun tümünü ilgilendiren gündemlere dair tavrını açıkça ortaya koymasıdır.
Bu biçimselliğin aslında sınıfın politik ve tarihsel misyonunu kavramak açısından son derece önemli olduğunu vurgulayalım. Tam da bu nedenle komünistler, yıllardır, 1 Mayıs’ın mümkün olduğunca ortak siyasal talepler ekseninde ve mümkün olan en güçlü eylemle kutlanması için çaba harcıyorlar.
Biçim tartışmasını bir yana bıraktığımızda ise, Türkiye’de solun en başa yazılması gereken sorunlarından birisinin işçi sınıfı merkezli bir siyasal ve örgütsel çalışmanın eksikliği olduğunu saptamak durumundayız. Sözünü ettiğimiz şey, memleketin tüm önemli politik gündemlerinde işçi sınıfının sözünü toplumun tümüne taşımaktır. Bunun sadece bir söz olmanın ötesine geçmesi için de sosyalist hareketin işçi sınıfı içerisinde sistematik ve süreklileşmiş bir siyasal-örgütsel çalışmaya odaklanması bir zorunluluk.
Sadece örnek olsun diye yazıyorum. Bilimsel bir doğrudur, komünist partilerin içinde sınıf ayrımı yoktur, komünist militan hangi sınıftan gelirse gelsin işçi sınıfının iktidar mücadelesinin bir neferidir. Ancak bu bilimsel doğru, sadece bir devrimci komünist partinin üyeleri arasında işçi sınıfı kökenli olanların azınlıkta kalmasını açıklamak için kullanılamaz. Devrimci özne aynı bilimsel doğruyu “bizim işçi kökenli olmayan üyelerimiz de var” demek için kullanmak zorunda kalacağı bir örgütsel birikimi hedeflemeli, partinin omurgasını doğrudan sınıf içinden gelen ve sınıf içinde çalışmaya devam eden devrimciler oluşturmalıdır.
İşçi sınıfı merkezli ve işçi sınıfı tabanlı bir devrimci komünist faaliyet Türkiye’de siyasetin mevcut statükosunu kırmanın tek olmasa bile en önemli yoludur.
Gerçek bir devrimci siyasal mücadelenin sürdürülmesi ve sınıfın barındırdığı gücü ortaya çıkarmanın tek yolu, siyasal iddiaları, teorik tezleri siyasal pratik içinde yaşatmaktır.
Bugün en çok gereksinim duyduğumuz şey budur.