1 Kasım IŞİD'in AKP'ye armağanıdır

Bir kısmımız “seçimler önemli midir, değil midir?”, “nerde, ne zaman, ne kadar önemlidir?” diye tartışmaya devam ederken, 2 Kasım’da pek çok açıdan yeni bir Türkiye’ye uyandık. (Gece uyumayı başaranlarımız...)

Kalıcılığı, etkisi vb. sınırlı da olsa 1 Kasım seçimi sonuçları önemlidir.

Şimdilik sadece sıcağı sıcağına kayıt altına alınması gerektiğini düşündüğüm kimi notlar düşmek istiyorum.

1 Kasım AKP’ye IŞİD’in armağanıdır

Maalesef AKP açık bir seçim başarısı daha kazanarak Gezi Direnişi’nden bu yana kaybettiği oy desteğini aldı ve aşağı yukarı 2011’deki oranına yeniden ulaştı.

Dün gece, sadece Tayyipgiller değil, IŞİD çeteleri, Sedat Peker’ler, büyük sermaye, bilumum gerici, halk düşmanı, işbirlikçi ile birlikte katiller, tacizciler ve tecavüzcüler sevinç içindelerdi.

AKP’nin bu zaferinin temelinde 7 Haziran’dan bu yana dökülen kanlar, işlenmiş cinayetler, katliamlar var. Sadece son 5 aylık dönemde doğrudan iktidarın sorumluluğundaki saldırılarda 258 sivil yurttaşımız hayatını kaybetti.

AKP, Gezi Direnişi’nden bu yana biraz kalabalıkça gördüğü her eyleme saldırıyor. En barışçı eylemleri bile şiddetle, en son Ankara örneğinde gördüğümüz gibi gerekiyorsa yüzlerce insanın ölümüne neden olacak bir şiddetle ezmek iktidarın olağan bir davranışı haline geldi.

IŞİD’in Suruç’la başlatıp Ankara Katliamıyla en üst seviyeye taşıdığı saldırılar AKP’ye önemli bir destektir ve 1 Kasım sonuçlarında belirleyici bir öneme sahiptir. Ankara Katliamı’nın sorumluluğunun AKP’de olduğunu zaten biliyorduk, ancak dün akşam ortaya çıkan sonuç “kimin işine yarıyorsa o yapmıştır” tezini Ankara Katliamı özelinde kesin olarak doğrulamıştır.

Bir noktanın daha altını çizmek istiyorum.

İyi insanlar, doğal olarak baskıcı bir iktidarın şiddet politikasının iktidarı yıprattığını düşünür. 1 Kasım seçimlerinde teorik olarak bildiğimiz bir şey bir kez daha pratik olarak ispatlandı. Geniş kitleler ezilenlere, mağdura, mazluma acıyor, belki haklı da buluyor ama güçlü olana teslim oluyor.

Bu gerçeği beğenmeyebiliriz ancak bir veri olarak kayıt altına almamız gerekiyor.

8 Haziran dersi

1 Kasım seçimi belli olduğundan beri en fazla tekrar ettiğimiz şeylerden birisi muhalefetin 2 Kasım’da 8 Haziran’da yaptığı hatayı tekrar etmemesi gerektiğiydi. Özetlemek gerekirse, AKP 7 Haziran’da çok önemli bir yenilgi almıştı. Ancak toplumsal muhalefet 8 Haziran günü itibariyle, daha ziyade bu zaferin mutluluğuyla oyalandı. Büyük bir nefret objesi haline gelen Tayyip Erdoğan 7 Haziran sonrası 3-4 gün televizyonlara çıkmayınca bile çok mutlu olduk.

Bizler 7 Haziran sonuçlarının keyfini yaşarken, Tayyip Erdoğan ve çetesi ise o 3-4 günü nasıl bir hamle yapacaklarını ince ince tartışarak planlayarak geçirdiler!

1 Kasım akşamı ortaya çıkan sonuç Erdoğan ve ekibinin, 7 Haziran itibariyle planladığı sürecin neticesidir.  

Onların başarısı kadar önemli olansa, bir bütün olarak sol muhalefetin 8 Haziran zaafıdır. (1)

Uzatmayacağım, seçimlerin bir ülkenin kaderine etkisi, politik güçlerin hemen seçim ertesinde o seçimin yüklediği görev ve sorumlulukları tanımlayıp onlara odaklanmasıyla ölçülür. Kural olarak şu yazılmalı, eğer seçimler mücadelenin sadece bir cephesiyse, sonuç ne olursa olsun, mücadele yeni verilerle fakat yeni başlıyormuş gibi bir enerjiyle kavgayı devam ettirmek esastır.

2 Kasım günü için 7 Haziran’a göre tam tersi bir psikolojiyle ama bu 8 Haziran dersini almış olarak davranmak zorundayız.

Bugün yenilgi psikolojisine girersek yenilgi kaçınılmaz olur.

Bunun yerine, iktidarın zayıf noktalarının tespiti, iktidar karşıtı güçlerin olanakları  ve  güçlü yanları tespit edilerek, mümkün olan en geniş güçlerle, mümkün olan en etkili hamlelerle hemen harekete geçmek zorundayız.

Özetle, önümüzdeki zorlu süreci nasıl yaşayacağımız bugün belli olacak.

Kuşkusuz, umutsuzluğa kapılanlar, yorulanlar, korkanlar, lanet edip köşesine çekilenler olacak ancak belirleyici olan her şeye rağmen mücadeleye devam etme kararlığında olanların hamleleri olacak.

Gerçek mücadele alanlarında, iktidara karşı konumlanmaya devam eden en geniş kesimleri birleştirmeyi gözeten bir yaklaşımla, net, somut, anlaşılır bir politik zemin tarif ederek sürdürülecek bir mücadelenin karşılık bulacağından şüphe etmeyelim.

Kesin sonuç: AKP ile mücadele önemlidir

Küçük bir hatırlatma paragrafıyla devam edeceğiz.

Geride kalan dönemde sık sık emperyalizmin, sermayenin AKP’nin veya daha özel olarak Erdoğan’ın üzerini çizip çizmediğini tartıştık. Örneğin yukarıda sözünü ettiğimiz Ankara Katliamı’nın esas olarak NATO merkezli, ABD merkezli bir saldırı olduğu ve amacının halka bir koalisyonu kabul ettirmek olduğu vb. şeyler yazıldı, çizildi. Bu yaklaşımın doğal bir sonucu AKP ile değil AKP’nin iplerini elinde tutan düzenle kavga etmek gerektiği söylemek, AKP’nin gerçek hedefi korumak üzere muhalefetin önüne atılmış bir sahte hedef olarak görmekti.

Bu tartışmalar sırasında, bunun AKP karşısında mücadele kararlılığını zaafa uğratan bir yaklaşım olduğuna işaret etmiştik. AKP mutlaka yenilecek ve yıkılacak, ancak bu sürecin öznesinin kim olacağı önemlidir demiştik.

1 Kasım sonuçları, AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın emperyalizmin ve sermayenin en önemli aktörleri olduğunu ve toplumsal-siyasal mücadele açısından hedef tahtasının merkezine yerleştirilmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Aynı zamanda, AKP ile herhangi biçimde uzlaşma arayışlarının, kapıyı açık tutmanın, onun zeminini kabul etmenin AKP’yi güçlendirdiği de bir kez daha görülmüş olmalı. AKP karşıtı mücadelenin en önemli ihtiyaçlarından birisi AKP’nin tam karşı kutbunun sivriltilmesi ve güçlendirilmesidir. Gerçek siyasal kavga, karşıt güçlerin açık, keskin ve uzlaşmaz karşı karşıya gelişlerin çatışması ve mücadelesidir. Devrimciler bu kavganın etkin bir aktörü  haline gelmek zorunda.

Sonucun önemli bir etkeni; seçim hileleri, oy hırsızlığı

AKP’nin önemli yetenekleri olan bir suç örgütü olduğunu söylüyorduk. Hırsızlık bu suç örgütünün önemli maharetlerinden birisidir. Onlarca örneği açığa çıkmışken bu sonuçlarda seçim hilelerinin ve oy hırsızlığının etkisini asla göz ardı etmemek gerekir.

Anketler, kişisel gözlemlerimiz bir yana üst düzey AKP’lilerin bile şaşırdığı, açıklaması zor sonuçlar mutlak olarak şaibelidir.

Buraya kadar tamam ama iki not eklemek gerekiyor.

Birincisi, örgütlü bir gücün sınanacağı alanlardan birisi de budur. Örneğin 7 Haziran seçimlerinde, AKP karşıtı muhalefet son derece konsantre bir biçimde oy hilelerini ve hırsızlıklarını önlemeye odaklanmış ve bunu başarmıştı. Bu defa bu açıdan başarısız olunduğunu da atlamamak gerekir.

İki, hırsızlık ve hileler, AKP’nin dayandığı toplumsal taban gerçeğini ve bunun Türkiye’deki etkisini göz ardı etmemize neden olmamalı. 

AKP kendi döneminde, Türkiye'de konsolide olmuş durumda ciddi bir gerici yığın birikmiştir ve bu önemli bir mücadele konusudur.

Mücadeleye Devam...

1 Kasım sonuçları, tüm olumsuz yanlarına rağmen Türkiye’de AKP’ye, onun temsil ettiği gerici, halk düşmanı, emek düşmanı düzene teslim olmayacak milyonlarca insan olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koydu.

AKP’nin Türkiye’nin geleceğinde belirleyici yeri olacak, toplumun en dinamik, en temiz kesimleriyle arasında kesin bir karşıtlık varsa bizim gücümüz esas olarak budur.

Bu ülkenin işçi sınıfı, emekçi halkları, kaderini onların kaderine bağlamış gençleri ve kadınları olarak AKP’yle uzlaşmaz bir karşıtlık içindeyiz.

İnancımız odur ki, bu önemli birikim bu seçimlerden gerekli sonuçları çıkaracak ve 2 Kasım, AKP’nin zaferi olarak değil Türkiye halklarının gericiliğe, emperyalizme, sermaye düzenine karşı birleşik bir mücadeleyi örgütlenmeye başladığı gün olarak tarihteki yerini alacaktır.

Şimdilik burada keselim, nasılsa devam edeceğiz...


(1) Buradaki bir bütün kısmının altını çizmek istiyorum. Zira, 1 Kasım gecesi okuduğum kimi yorumlarda, solun çeşitli bölmelerinden insanların, kendileri dışında seçtikleri kimi solcuları eleştirmeyi, onların karşısında kendi konumlarının ne kadar haklı olduğunu anlatmayı öncelikli mesele olarak ele aldıklarını görmek gerçekten asab bozucu. Türkiye solu “mahalle yanarken aynada saçını tarayan adam” konumuna düşmemeli, düşürülmemelidir. Mutlaka tartışacağız ve birbirimizi eleştireceğiz, ancak bu sefer önce herkes kendi eksiklerini, yanlışlarını, hatalarını görüp düzeltmeyle başlaşın, sonra yanımızdakiyle de ilgileniriz.