1992-93’de “ikinci cumhuriyet tarikatından” Murat Belge ile Ahmet Altan çıkmış, “ver-kurtul” diyordu; Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı topraklardan kurtulunduğunda Türkiye’nin sorunlarının biteceğini savunuyorlardı. Kampanya, Belgeli Murat’ın her ürünü gibi çeviriydi; “Belge et. al.” Amerika ve İsrail raporlarını çeviriyor ve “bu topraklar Türkiye için yüktür” diyorlardı. Şimdi tarikatlarla kavgasını, açılım pazarlığına “koz” yapmış İmralı ve HDP aynısını tersinden söylüyor; ellerinden geldiğince, cumhuriyeti AKP’ye, Türk halkını gericiliğe ve faşizme “verecekler” ve “kurtulacaklar”. Anayasa, Gezi, Reyhanlı, hepsi ne olduğu belirsiz bir “çözüm” uğruna AKP ile pazarlık masasına mezedir ve “belirli” olan tek şey, Türkiye’nin İslamlaştırılmasına destek verirken kendilerinin de İslamcılaştıklarıdır. Bir trajik vodvil izliyoruz; AKP, Kürtleri ve Kürt siyaseti, Türk halkını kandırabileceğine inanıyor.
Kemalizmle yarış
Kemalizmin, kodifiye edildiği haliyle, üç temel ilkesi vardı. Bir, büyük devletlerden uzak olunacak; iki, büyük sermayeden uzak olunacak; üç, dinle mesafeli olunacak. Kemalist kadrolar, önce ikinci ilkeyi ve ardından, doğal sonucu olarak, hepsini bıraktılar. Soldan büyük korku duydular; büyük kıyım ve tasfiyelerle, adım adım kendi mezarlarını kazdılar. Kemalizm’in defterinde, NATO’nun ve tekkelerin kucağına oturma, ölçüsüzce özelleştirme, komşu bombalama yoktu ve Kemalist kadrolar Kemalizm’e ihanetle, kendilerini ve cumhuriyeti tasfiye eden yolu açtılar; AKP, hiç kuşkusuz, bu ihanetin çocuğudur. Ve şimdi HDP, Kemalistler’in en hainlerinin yolunu yol biliyor; Kandil temkinli görünüyor, ancak İmralı’yı dışında tutamıyoruz. Amerikancılıkta ve tarikatçılıkta Eylülist paşalarla, AKP’cilikte büyük sermaye ve Amerika ile yarışıyorlar. Kamuculuk karşıtlığı ile Batı hayranlığında Harp Okulu hocalarından beterler; darbeci teşhis etmede Fethullahiler’den hızlılar.
Ver Marksizmi, kurtul
PKK, Partiya Karkeren Kürdistan, Türkiye İşçi Partisi’nin Kürtçesi, çıkışında, yoksul Kürt emekçilerinin hareketiydi; laisizmden, modernizasyondan ve anti-emperyalizmden yanaydı. Amerika ve İsrail’inse, Türkiye Kürtleri’ni Barzani’nin ideolojik hegemonyası altına almak istediği, uzun yıllardır Türklerin de Kürtlerin de ortak bilincindedir. Öcalan’ın, 1990’lı yılların başında Talabani’nin, kendisine PKK silah bırakır ve Marksizm-Leninizm’den vazgeçerse, Washington’un PKK’yı “kabule hazır” olduğu mesajını getirdiğini, kendisinin bu teklifi şiddetle reddettiğini söylediği kayıtlardadır. Öcalan’ın tanıklığı bir yana, Amerika’nın PKK raporlarında hâlâ “sol üniversite ortamından çıkmış” unsurların AKP ile “çözüm” önündeki en büyük engeller olarak görüldüğünü okumak mümkün; Sakine Cansız’lar cinayetini düşünürken hep göz önünde tutmak gerekiyor.
İsrail için Barzanileşme
1999’da, Amerika Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti ve, “öldürülmemesi koşuluyla”, ekledi; Türkiye Kürtleri’ni elinden kaçırmadan Barzani’nin önünü açmak istediklerinden kuşku duyamayız. 2009, Amerika’nın Irak’tan çekilmeye hazırlandığı, İsrail’i yeni karakolu Barzanistan’a “düşman Arap coğrafyasında” hami aradığı, Abdullah Gül’ün Barzanistan pastasında gözü olan büyük sermayeye “güzel şeyler olacak” müjdesini verdiği ve “güzel” şeylerden AKP-MİT-PKK müzakereleri ile “Ergenekon içindeki PKK/PKK içindeki Ergenekon” masallarına başlandığı yıl oldu. Öcalan, AKP ile uzlaştıkça, İslam şemsiyesi çağrıları yaptıkça, Altan Tan ve Şerafettin Elçi türünden Barzanicileri hareket içine alarak, Ergenekon davalarını beklemeden kendi kendini “Barzanileştirdikçe”, zaman içinde, dava devam ederken, içindeki Kürt ayağının unutulmaya terk edildiğini not düşmek gerekiyor.
İtfaiye Selocan
Emperyalizmi arkasına almış bir devletle ve işbirlikçileriyle savaşan bir hareketin devletleşmesinin pek kısa ve pek kaba öyküsü oluyor. Şimdi Demirtaş Gezi’de savcı, ve Sırrı Süreyya Türkiye’nin Dışişleri’ni doğrudan MİT’e verme yanlısıdır. Yıllar önce bir yazımda, Kılıçdaroğlu’na “itfaiye kemal” demiştim; Erdoğan’ın paçaları ne zaman tutuşsa yardıma koşuyordu ve “ne mutlu Kürdüm diyene”, Demirtaş’ın Kılıçdaroğlu’ndan eksiği değil, fazlası var. Halkın hükümeti devirmeye çalıştığı şüphesi mi var, koşuyor ve “bu darbeciliktir, biz buna karşıyız” diyor. AKP’nin Ortadoğu’yu kana bulayan politikası Reyhanlı’da da 53 can mı almış, koşuyor ve “birlik zamanıdır, hükümetin yanındayız” diyor. 17 Aralık mı patlıyor, insanlar “Hırsız!” diye sokaklara mı dökülüyor, Demirtaş bir darbe daha bulmanın sevinciyle hemmen Erdoğan’a koşuyor, “Darbe girişimidir, ateşin üstüne benzin dökmeyeceğiz” diyor. Liste uzayıp gidiyor... Seçim olmayan bir seçimle Erdoğan kendini cumhurbaşkanı mı ilan etmiş, koşuyor ve alkışlıyor, tek eleştirisi alkışlamayanlaradır. CHP muhalefeti, sonunda, Erdoğan’ın koşulsuz destekçisi Kılıçdaroğlu’nun “AKP’ci” ve “sağın sağı” olduğunu yüksek perdeden bağırmaya mı başlamış, koşuyor ve “muhalefeti tasfiye ederse Kılıçdaroğlu ile ‘sol’da ittifak yapabiliriz” diyor.
Çocuk mu kandırıyor, küfür mü ediyor, Kılıçdaroğlu’nun solla ve altı okla, Bahçeli’nin millicilikle ne kadar ilgisi varsa, açık faşizme koşa koşa destek veren Demirtaş’ın da sol’la ve demokrasi ile o kadar ilgisi vardır.
Masa da masaymış
“Müzakere” diyorlar, “masa”... Masa da masaymış ha, ha babam koyuyorlar… Bir zamanların Öcalan’ı “Said Nursi, Şeyh Said, hepsi aynı İslami emperyalist ekollerin ajan temsilcileri durumundadırlar” diyordu; Demirtaş şimdi Nursi’nin kabrini ortaya çıkaracakları sözleri veriyor.
Demek, işte bunlar hep müzakere... Kürt siyasetinin gene bir zamanların Öcalan’ın bir başka sözünü hatırlamasının zamanıdır: “Halklar her zaman aptal yerine konmayı kabul etmezler”. Özellikle büyük şehirlerde, Belgeli Muratlar’ın peşine takılan Kürt siyaseti, halkına ve kendine ihanet içindeki Kemalizm’in en kötü özelliklerini hiç utanıp sıkılmadan bir bir toplarken, belki en başta, kendine altı boş, aşırı güveni alıyor. Yobaz ile yobaz arasındaki seçimde Demirtaş boş oyları da topladı; buna güvenebiliyorlar. Arkalarında Amerika ve AKP, Sırrı Süreyya, neredeyse Türk paşalarıyla Amerikan generallerinin neşeli Eylülist masalarını aratacak grotesklikte bir tabloda, Emine Erdoğan’a espriler patlatıp gülüşürken, “müzakere bu yav, demokrasi için” diyorlar ve Türk halkında, zamanının Hürriyet’lerinin uyandıramadığı bir nefret toplamaya devam ediyorlar. Çok güvendikleri Amerika, Mısır’da, Suriye’de büyük yenilgiler almış, geride bıraktığı Barzani IŞİD karşısında perişan olurken, Kürt siyaseti, Eylülist generallerin izinden gidiyor. Kendi tarihinde, ve kendi seçimiyle, Türkiye’nin ilerici güçlerine hiç şüphesiz en uzak olduğu noktada bulunuyor.
Birlikte mücadele sevinçtir, ancak mücadele yoksa birlik yoktur. Artık, marksizmi geçtik, laisizmi, kamuculuğu, anti-emperyalizmi, Türk halkının faşizme karşı mücadelesini “yük” görüyorlar; “ver, kurtul”, ellerinde kazma, ilerliyorlar.