Türkiye futbolunun ırkçılıkla imtihanı

Spor tarihinin, her türlü ırkçılığın sayısız örneğiyle dolu olduğu malum. Hatta tüm dünyada sicilinin en kabarık olduğu konu belki de bu. İnsanlığın gelişim süreci içinde çoktan yok olması, salt tarih biliminin bir inceleme konusu olarak ele alınması gereken bu ilkel doktrinin hala güncel bir başlık olarak her alanda kendine yer bulmasında kimi politik tercihlerin de göz ardı edilemeyecek payı olduğunu biliyoruz. Halklar arasında belli düzeyde bir gerilimi her zaman diri tutmakta fayda bulanlar olduğu için, insanlığın sınıfsız-sömürüsüz topluma ulaşacağı güne dek, ırkçılık da güncelliğini yitirmeyen bir başlık olarak varlığını koruyacağa benziyor.

Bu yazının konusu ırkçılığın politik arka planı ve dünya sporu üzerindeki güncel yeri olmayacak. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bizim coğrafyamızın bu konudaki siciline kısa bir bakış atmaya çalışacağız. Özellikle Avrupa’da ve çoğunlukla Afrika kökenli futbolcular çeşitli biçimlerde ırkçılığa maruz kaldığında; Türkiye spor kamuoyunun, taraftarından kulüp başkanına, futbolcusundan spor yorumcusuna, teknik direktöründen federasyon yetkililerine kadar hemen her düzeyde ilgilisinin yüksek perdeden tepki verdiğini görüyoruz. Bu durum aslında, konuya dümdüz baktığımızda mutlu olmamızı gerektiren, bize yaşatılan onca tuhaflığa, dahası uzun yıllardır maruz bırakıldığımız gerici kuşatmaya karşın, en azından bir başlıkta ‘milletçe’ dünya ortalamasının üzerinde bir duyarlılığa sahip olduğumuzu düşündürebilecek bir veri olarak görülmeli değil mi? Gerçekler bu düzlüğün çok uzağında olmasaydı, öyle yapabilirdik elbette. Bu ikiyüzlülüğün yarattığı tiksinti, beraberinde bu coğrafyanın ırkçılık özelindeki kirli sabıkasını deşme, konuya ilişkin bu güne dek yazılanlara bir miktar katkı verme sorumluluğu getiriyordu.

Evet, konu adlı adınca ikiyüzlülük! Avrupa’nın yeşil sahalarında Afrika kökenli futbolculara tribünlerden muz atılınca ya da topluca maymun sesi çıkarılınca hep birlikte kahrolduk, birlikte lanet ettik. Özünde kıymetli olması gereken bu toplu karşı duruşu tümüyle değersizleştiren, sefil bir çelişkiden ibaret kılan ve yazıda bir kısmına gireceğim sayısız örneğin bu topraklarda derin kökleri bulunuyor. Nüfusun önemli bir kısmının islam inancına sahip olmasının ‘ten rengi farklı olanlara hoşgörüyle bakmayı’ sağladığı şeklindeki yaygın ve yanlış iddia, ırkçılığı tek bir başlığa indirgemekle kalmıyor, aynı zamanda bu inancın farklı dinler ya da mezhepler için ürettiği nefretin üzerini örtmeye de yarıyor. Üstelik iddia edildiğinin aksine bizde siyahi sporculara dönük ırkçı ve aşağılayıcı söylemler de Avrupa’dan daha az değil.

‘BULUYORUZ Bİ YAMYAM RENGİ BOZUK, ALIYORUZ AMA ATMIYOR ANASINI SATAYIM’

Vaktiyle spor bakanlığı da yapmış olan Mehmet Ali Yılmaz; Trabzonspor başkanı iken, bir maç sonrası gazetecilerin uzattığı mikrofona, o sezon transfer ettikleri İngiliz futbolcu Kevin Campbell’i kastederek tam tamına şu sözleri sarf etti: ‘’Bunlar zaman zaman bağırıyor (taraftarı kastediyor); başkanım bize golcü al diyorlar, biz de buluyoruz bi yamyam alıyoruz işte, yani rengi bozuk, ama atmıyor anasını satayım. Ben mi atacağım golleri!’’

Abartılı bulanların, ‘yok canım o kadarını da dememiştir’ diyenlerin basit bir internet aramasıyla ulaşabileceği görüntülerdeki bu sözler, döneminde bir miktar tepki çekince, "Biz yamyam gibi tabirini kullanırız. Türkiye’de ırkçılık olmadığı için aklımıza gelmez" diye sıvamıştı.

'BU EBOUE’Yİ NATIONAL GEOGRAPHİC’TE ÇOK GÖRÜRSÜNÜZ'

Beşiktaş’lı spor yorumcusu Burhan Akdağ; BJK TV’de katıldığı bir programda Galatasaray’lı Eboue için bu sözleri etmiş, tepkiler üzerine başka bir kanalda ‘National Geographic’te aslanları da gösteriyorlar’ deyince, diğer yorumcular tarafından anında bağışlanıvermiş, ‘zaten bizde ırkçılık olmaz, senin de o niyetle söylemediğinden emindik’ gibi birkaç destekleyici sözle uğurlanmıştı.

'BENİM DE SİYAHİ ARKADAŞLARIM VAR'

Bu ara başlık bir ironi değil. 2013 yılındaki bir Fenerbahçe Galatasaray derbisinde, Galatasaraylı futbolcular Eboue ve Didier Drogba’ya Fenerbahçe tribünlerinden bir taraftar muz sallamıştı. Ne ifade ettiği gayet açık olan bu eylem üzerine söz konusu taraftar nasıl bir savunma yaptı dersiniz?

"Sindirim sistemimle ilgili bir rahatsızlık geçirdim. O yüzden genelde meyveyle besleniyorum. Maça önce girdiğimiz için ve aç kalmamak için yanımda meyve getirdim. Tam meyveyi yiyecekken Muslera’ya tepki vermek isteyince elimde meyveyle böyle bir poz çıktı ortaya. Benim zaten siyahi arkadaşlarım da var"

Afrika kökenli futbolculara dönük ırkçı söylemlerin bizim sporumuzda başka örnekleri de yaşandı ama hepsini buraya taşımaya gerek görmüyorum. Bu birkaç örnek her fırsatta söylendiğinin aksine bu konuda hiç masum olmadığımızı anlamak için yeterince veri sunuyor. Ancak bizde ırkçılığın ve başka halkları aşağılamanın spor dünyasında hepsi birbirinden iğrenç başka örnekleri de bulunuyor.

'ERMENİ OĞUZ'A TRABZON'DA SOYKIRIM'

2008 yılında bir grup Trabzonspor taraftarı, o sezon hakemlerin sıklıkla takımlarının aleyhine karar verdiğini iddia ederek İstanbul’daki Merkez Hakem Kurulu binasına yürüyüp bina önüne siyah çelenk bıraktı. Bir dizi sloganın da atıldığı protesto gösterisinde sloganlardan biri tam olarak şuydu: ‘’Ermeni Oğuz’a Trabzon’da soykırım!’’ Aşağılık bir cinayeti yüceltme işini, geçmişin daha derin bir acısını da katarak tehdide çevirme eylemi ırkçılığa örnek sayılmayacaksa pekâlâ bu konuda temiz olduğumuzu iddia edebiliriz. Sloganda adı geçen MHK Başkanı ve eski hakem Oğuz Sarvan’ın aslında ermeni olmadığı detayı ise yalnızca ırkçıların akıl sağlığındaki problemin boyutlarını göstermesi bakımından önemli olabilir.

Amedspor’a gittiği deplasmanda hiçbir otelin yer vermemesini mi, Kürt futbolcu Deniz Naki’ye atılan dayağı mı, Serik deplasmanında Cizrespor’luların uğradığı saldırıyı mı, Fatih Terim’in ‘’hele bir Yugoslav için asla’’ vecizesini mi, Samet Aybaba’nın ‘’beni bir Arap’a tercih ettiler’’ sitemini mi, ‘’Ogün Samast oley’’ tezahüratının yaygınlığını mı, hangi birini yazalım!

Sahada ırkçılık da dahil her türlü pisliği pervasızca sergilemek konusunda sabıkası oldukça kabarık olan Emre Belözoğlu, siyahi rakibine sahada ‘’s..tiğimin zencisi’’ demekle suçlanınca, yaptığı basın toplantısında şunları söylemişti: ‘’Burada ırkçılıkla alakalı sorularınız için birkaç şey söyleyip akabinde konuya girmek istiyorum. Irkçılık her şeyden önce bizim kültürümüzde, özümüzde, ailelerimizden hiç görmediğimiz, bizim örf ve adetlerimizde hiç yeri olmayan bir şeydir…’’

Demek bir de kültürümüzde yeri olsaymış…

Sokak literatüründe ‘Ermeni dölü’ diye bir küfür bulunan, ‘en iyi Kürt ölü Kürt’ ‘Rum tohumu’ ‘kanı bozuk’ gibi sözlerin hemen her yerde rahatça dillendirilebildiği bir ülkede ırkçılığın olmadığını söylemek ahmaklık değilse saf kötülüktür. Ahmak olmadığını iyi bildiğimiz birinin ‘’Afedersiniz ermeni’’ sözünü, bulunduğu makamın ağırlığına dahi aldırmadan rahatça edebilmesi de ancak saf kötülükle gericiliğin iğrenç bileşimi ile açıklanabilir. Milyonların dilinin altındaki bozuk baklayı en yukarıdan çıkarıp tükürmekte hiçbir beis görmemesi, yalnızca makamının verdiği güce dayanmıyor. Yaslandığı ve sıkışınca evde zor tuttuğunu iddia ettiği kitlenin, Afyonkarahisar tribünlerinde ‘’Hepimiz Ogün Samast’ız’’ tezahüratı yapanlardan, Konya’da IŞİD bombasıyla ölenleri ıslıklayanlardan, Mersin’de Deniz Naki’ye saldıranlardan başkası olmadığını çok iyi biliyor, oradan aldığı güçle, onların pisliğini kusuyor.

Irkçılık elbet bir gün salt tarih biliminin konusu olacak. Ancak bu, yalnızca ırkçılığa topyekün cephe almakla değil, arkasındaki politik gölgeyi de tümüyle silip atmamız gerektiğini kavradığımızda olacak.