Olağanüstü bir durum bahanesiyle Saray’a giden Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin daralan demokratik zeminini onaylamış oldu. Bu onayla kuşkusuz Türkiye’nin göbeğinde iktidarının tüm olanaklarını kullanan AKP’den daha kalabalık ve coşkulu bir miting yapmasının forsunu da suistimal etmiş oluyordu.
Not düşme tehdidiyle, yani resmi yatırım yapılabilir güvencesinin yitirilmesiyle karşı karşıya olan, NATO tarafından bile diktatörlüğe yönelmekle itham edilen bir ülkede, egemen sınıf, elindeki tüm araçlarla kampanya halinde bir görüntü kurtarma operasyonu sahnelenmeye çalışılmakta.
Buraya kadar tamam, kimse itiraz edemez. Ama bu eksenlerin aslında çok boyut içeren güncel durumun iki boyutlu bir kesiti tanımladığı kabul edilmeli. Siyasette karmaşık ve çok boyutlu olan güncel durumun, doğrultu içeren çerçevelere oturtulması meşru, hatta elzemdir. Şimdi başka boyutlardan konuşmak gerekir.
Solcular, CHP’nin çağırıcısı olduğu ve AKP karşıtı karakteri açık olan bir tabloda yer almakla en hafifinden “ilkelerinden ödün vermekle” suçlanıyor. En hafifini veri alıyorum, daha ağırlarını pasifist snobluk veya apolitizm kategorisi içinde toplayarak görmezden gelmek en doğrusu olduğu için.
İki soru sormak lazım. Birincisi sosyalist sol, bugünkünden çok daha güçlü olsaydı, böyle bir mitinge katılır mıydı? İkincisi de dünya tarihinde, zaman zaman halk cepheleri politikası, zaman zaman da sınıfa karşı sınıf politikalarıyla değişken bir görüntü çizmiş olan sol siyasette, her momentte bu salınımın ne noktasında durulması gerektiği konusunda “ortodoks” bir ilke, kriter, vs. var mıdır?
İlk sorunun yanıtını Haziran’ın kürsü sahibi olan CHP’den talepleri metninden yola çıkarak evet diye yanıtlayabiliriz. Kuşkusuz daha güçlü bir sol kendi bağımsız eylemlerini de gerici tehditler karşısında daha güçlü durarak tertipleme imkanına sahip olurdu. Bu durumda bile, böyle bir badirenin ardından, sekiz tam gün evine ve işyerine kapanmış halkın kitlesel bir “darbecilerden ve AKP’den başka şeyler de olmalı” arayışına boykotla yanıt verilemezdi.
İkinci sorunun yanıtına geçmeden önce, bir kayıt düşeyim: 1970’lerin Ecevit kürsüleri dışında CHP’nin kurduğu kürsüler, tarihin hiçbir döneminde topladığı kitleyle özdeşleşmedi, yani sosyal demokrat bir karakter taşımadı. Bunun nedeni, CHP’nin gerçek solu bu andığım dönem hariç rakip görmemesidir.
CHP (bugünkü haliyle) nedir? sorusuna kısa yanıt vermek çok güç ama daha önce formülleştirmeye çalıştığım ifade şimdilik buradaki meramımı anlatma konusunda ihtiyacımı büyük ölçüde karşılıyor: “Küçük taşeron müteahhit finansmanı hakimiyetinde, AKP olmayan her şeye seslenmeye çalışan, en büyük muhalefet örgütü.” Yani ortalıkta aynı sınıfa hitap etmeye, yön göstermeye çalışan bir rakip yok! Bu, dediğim gibi eşyanın tabiatı gereği sol hareket güçlenince ortaya çıkacak bir şey.
Adlı adınca ‘AKP olmayan her şey’in darbe kalkışmasıyla birlikte yaşadığımız bu özel süreçte özel bir anlamı var. AKP basınının mitingden pek hoşnutsuz olmalarının da özel bir anlamı var. Oraya gelen yüzbinlerin hem darbeye, hem diktaya karşı olduklarından da şüphe götürmeyecek derecede eminiz. En büyük silahı korkutup sindirmek olan faşizm, bu kez de başaramadı.
Buradan devam edersek, böyle bir eylemde sol, sosyalist siyaset ilkelerinden ödün verildiği iddiasında kasıt nedir? Bu ilkeler halk cephesi ve sınıfa karşı sınıf salınımı arasında salınırken kriterimiz ne olmalı? Elimizde işçi sınıfıyla işçi sınıfı iktidarı arasındaki mesafeden başka hiçbir ölçüt bulunmamaktadır. Ne Marx, ne Lenin, ne Komintern, ne de ana akım dışı marksist hatlar, siyasal konumlanışlar için reçete sunmaz. Kimi özel dönemlerde dayattıkları reçetelerinse teorinin siyasete bükülmesi olarak ayırt edilebileceği bir birikim, dünya solunda çoktandır yaratılmıştır.
Bunu yıllardır yazarız, yine de örneğin sırf ana sloganlarından biri ve üst başlığı “ne askeri ne sivil darbe” olduğu için bile katılınması meşru olan bir mitinge karşı, Lenin’in daha henüz yenilmiş bir devrimci durumdan sonra dünya savaşına yürüyen Alman Sosyal Demokrasisinin ihanetini afişe eden sözleriyle karşılaşırız!
Solun en zayıf hissettiği bir dönemde bu mitingin güçlü olmasının, darbe kadar diktaya da hayır demesinin emekçilere bir güven duygusu aşılaması mı daha önemli, yoksa CHP’nin Saray’ın kalkışma sonrası iyice güçlenen diktatörlüğünün resmi cici muhalefeti yapılması manevralarının (mevcut radikal solun gücünün buna yetmeyeceğini bile bile) evde oturarak mahkum edilmesi mi?
Darbe girişiminden hemen sonra yazdığım yazıdaki şu cümleyi tekrarlayım: “CHP içinde Saray muhalifleriyle solcular arasındaki fay, artık çok daha açık görülecektir.” Alanı dolduran emekçilerden, majestelerinin cici muhalefetine taban imal edilmesi çabasının dikişlerinin patlayacağı günler yakın. O zaman 24 Temmuz 2016’yı sıkça anacağız gibi görünüyor. HAZİRAN eldeki avuçtaki gücünü, etkin bir müdahaleye yönlendirebilmeyi başarmıştır.
Beğenmeyenler siyaset meydanında başka türlü nasıl yer alacaklarını göstersinler. Siyasetin dışı mı? Korkarım ‘Marksologluk’tan sonra, ‘Leninologluk’ da akademik bir branş ve meslek haline gelme yolunda. ArGörlere başarılar diliyorum.