Son söz savunmanın
Politik davaların sonuçlarının hukuksal değerlendirmelerle değil politik atmosferle ve siyasi tercihlerle belirleneceği su götürmez bir gerçek. Tıpkı verilen kararların da aynı şekilde politik atmosferin değiştiği dönemlerde tam tersine döndüğü gibi.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatların yargılandıkları davanın karar duruşması Pazartesi günü Silivri’de başladı. Yurtdışından onlarca baro başkanı, hukuk örgütü temsilcisi ile ülkemizden baro başkanları ve yüzlerce avukatın katıldığı davada hafta boyunca sürecek duruşmaların ardından karar verilmesi bekleniyor. 2013 yılında başlayan yargılama süreci iktidar sahiplerinin eline dolandığı sırada 2017 yılında aynı kapsamda yeniden operasyon yapılarak ikinci bir dava daha açılmıştı. Henüz ilk açılan dava hakkında karar verilmemişken, 2017 yılında açılan dava hızlıca sonuçlandırılmış ve avukat arkadaşlarımız “cezalandırılmıştı”. Ceza verilen dava dosyasını inceleyen üst mahkeme dört avukat hakkındaki cezaları bozarken diğer avukatların cezaları onayarak kesinleştirmişti. Üst mahkemenin bozma kararı sonrasında, 2013 yılındaki dava ile sonradan açılan dosya birleştirilerek görülmeye başladı. Davanın gelinen aşamasında savcılık yargılanan avukatların örgüt üyeliği ve yöneticiliği suçlarından cezalandırılmaları yönündeki eski mütaalasını tekrarlayarak davanın bitirilmesi yönündeki görüşünü açıklamıştı.
Davanın kronolojik özetini hatırlattıktan sonra yargılamaların başlangıcından bu yana geçen dokuz yılda unutmamamız gerekenleri de tekrarlamakta fayda var. Birleşen iki davada yirmiden fazla avukat arkadaşımız yargılanıyor. Gerek 2013 yılında gerekse 2017 yılında başlayan operasyonlarda avukatların evleri,ofisleri ve dernekleri onlarca polis tarafından basılarak darma dağın edilmiş, gözaltına alınırlarken ve tutuklandıkları cezaevlerinde işkence ve kötü muamelenin her türlüsüne maruz bırakılmışlardı. Bu pervasız saldırılar yetmezmiş gibi dava süreci devam ederken Ebru Timtik adil yargılanmak için hayatını ortaya koymuş ancak güç sahipleri ve yargı mekanizması tarafından “ölürse ölsün” denilerek yaşamını yitirmesini sebebiyet verildi.
Pazartesi günü başlayan ve halen devam eden duruşmada ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı’nın açılışı ile sonrasında Av. Barkın Timtik ve Av. Oya Aslan’ın devam ettiği söz sırasında dokuz yıllık yargılama sürecinde yaşananlar, davadaki hukuksuzluklar ile ülkenin içinde bulunduğu siyasal ortam tarihsel ve politik açılardan önemli değerlendirmelerle analiz edildi. Anlatımlarıyla tarihsel bir politik duruşu ve avukatlığın bu politik duruştaki yerini irdeleyerek yapılan “savunmalar” tarihteki yerini şimdiden aldı. Davanın öznesi olan yargılanan avukatların beyanları ve anlatımlarının üzerine değerlendirme yapmak kolay olmamakla birlikte, duruşma salonunda anlatılanları, dava boyunca yaşananları dinleme fısatı bulanların bu tarihi tanıklığı ülkedeki tüm hukukçulara ve yurttaşlara aktarmamız tarihsel sorumluluğumuz. Onlarca hukuksuzluğu, keyfiliği, siyasi pervasızlık ile iktidar-yargı ilişkisine dair tüm süreci tek yazıda özetlemek mümkün olmamakla birlikte birkaç soru-cevaba dikkat çekerek devam edelim.
YARGILANANLAR NEYLE SUÇLANIYOR VE EYLEMLERİ NELER?
Avukatlar, dokuz yıldır mesleki faaliyetlerini yerine getirdikleri eylemleri sebebiyle “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmakla” suçlanıyor. Suçlandıkları eylemler; Gözaltına alınan muhaliflerin ifade işlemlerine katılmak ve onlara yasal haklarını hatırlatmak, müvekkillerini yargılandıkları davalarda savunmak, hayatını kaybeden müvekkillerinin otopsi işlemlerine ve cenazelerine katılmak gibi faaliyetler sıralanıyor. Bu sayılan “suçlamalar” asıl yargılanma sebeplerinin üstünü örtmek için uydurulmuş bahanelerdi elbette. Yargılanmalarının asıl sebebi Soma katliamı davasında, faili meçhul cinayetlerin sanıklarının yargılandıkları davalarda, 10 Ekim katliamı dosyasında, işkenceyle öldürülenlerin muhaliflerin davalarında kamu görevlilerin suçlarını ortaya çıkartmak için verdikleri adalet mücadelesiydi. Bir de avukatların yargılandıkları davalarda, gezi davalarında ve her türlü toplumsal mücadelelerde yer alanların yargılandıkları davalarda onların yanında saf tutmak ve adalet mücadelelerine omuz vermekti asıl “suçları”.
YARGILAMANIN ASIL AMACI NEDİR?
Avukatları yargılamanın ve cezalandırma iştahının amacını yurttaşları hak arama mücadelesinde yalnızlaştırmak ve suç işleyen kamu görevlileri ile siyasilerin suçlarının ortaya çıkartılmasının engellenmesi olarak özetleyebiliriz. Bu ve benzeri davalarla avukatlara ve savunma mesleğine “hak arama mücadelesinde yurttaşların yanında yer alırsanız sizin de sonunuz böyle olur” denilerek göz dağı verilmeye çalışılıyor.
YARGILAYANLARIN SÜREKLİLİĞİ VE KOPUŞU NASIL GERÇEKLEŞTİ?
Davanın başından bugüne değin geçen sürecin en önemli politik gelişme yargılayan tarafın pozisyonundaki süreklilik ve kopuş olabilir. 2013 yılındaki ilk operasyon Fethullahçılar tarafından yürütülmüş, avukatları gözaltına alan ve tutanakları hazırlayan polisler, iddianameyi yazan savcı ve tutuklama kararı veren hakimlerin tamamı Fethullahçı çetenin talimatıyla hareket etmişti. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ise bu dosyada imzası bulunan polis, savcı ve hakimlerin 45 tanesi terör örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle meslekten ihraç edildi, tutuklandı ve ceza aldılar. Siyasi iktidarın ortağı olan fethullahçı çete ile AKP’nin kopuşu da bu süreçle birlikte nihayete ermişti. Söz konusu kopuşun yargılamaya bir etkisi olmadığı gibi yargıyı Fethullahçılardan devralan AKP, davaya cemaatin bıraktığı yerden devam ederek sürekliliği de tesis etmiş oldu. Siyasi irade, bir yandan Fethullahçıları kumpas davaları ve sahte delil üretmek, yargıyı operasyon merkezine çevirmekle suçlayarak yargılarken diğer yandan Fethullahçıların yarım bıraktıkları davaları sahiplenerek sürdürücüsü olmayı da eksik bırakmadı. Bu anlamıyla iktidar, Fethullahçıları içeri atarak onları fiilen ortadan kaldırdı ancak yöntemlerinin ve araçlarının sürdürücüsü olduğunu da bu davayla birlikte bir kez daha ortaya koydu.
YARGILANANLARIN SÜREKLİLİĞİ VE KOPUŞU NASIL GERÇEKLEŞTİ?
Yargılayanlar açısından yaşanan kopuş aynı taraftaki iki siyasi öznenin birbirinden ayrışarak birinin diğerini sürecin dışına çıkarması ve özne olma durumunun sona erdirilmesi olarak nitelenebilirken, yargılanan avukatlar açısından kopuşun niteliği ve biçimi farklı bir anlam içermekte. Özellikle politik davalarda yargılanan sanıklar ve avukatları için kopuş savunmalarının özel bir yeri ve anlamı vardır. Kopuş savunması” kısaca; klasik savunma çizgisinden ayrılarak “yargılayanları yargılayan” tarzdaki bir savunma yöntemi olarak özetlenebilir. ÇHD davasında yargılanan avukatların ve onları savunanların benimsediği savunma biçimi de bu anlamıyla bir kopuşu simgeler. Davadaki suçlamalar, konular ve olaylarla sınırlı kalmaksızın tarihsel ve güncel bağlamlarıyla siyasal, kültürel, edebi ve mesleki boyutlarıyla bütünlüklü bir sistem eleştirisini merkeze koyan kopuş savunmasının önemli bir örneğinin sergilendiği bu davanın kayıtları tarihi politik belgeler arasında yerini şimdiden aldı. Savunmaların kopuş boyutunun yanı sıra yargılananların dokuz yıldır herhangi bir geri adım atmadan iktidar karşısında sergiledikleri dirençli, kararlı ve istikrarlı mücadele çizgisi ise elbette sürekliliğin ortaya konulması açısından özel bir değer taşıyor.
YARGILAMANIN TARAFLARI KİMLERDİ?
Politik ceza davalarında, geleneksel ceza yargılamalarından farklı olarak üç taraflı bir yapının varlığından söz etmek mümkün olmuyor. Geleneksel ceza yargılamasında suçlayan/itham eden iddia makamı (savcılık), savunma makamı (sanık ve avukatlar) ile hüküm makamı (mahkeme/hakimler) yer alırken, politik davalarda çoğu kez ve ülke nesnelliğimizde daha da yoğun şekilde savcılar ile hakimlerin tekleştiği ve savunmayla doğrudan karşı karşıya gelişle siyasal bir hesaplaşmanın yaşandığı iki taraflı bir yargılama faaliyetine dönüşmekte. Somutlamak gerekirse bir tarafta rejimin bekçisi olan kolluk kuvvetleri (polis/jandarma), savcılar ve hakimler ile siyasi irade yer alırken diğer tarafta ise toplumsal mücadelenin öznesi olan yargılananlar, avukatları ve kamuoyu yer almakta.
YARGILANANLAR NELER TALEP ETTİ?
Yıllardır tutuklu olarak yargılanan ve haklarında uzun süreli hapis cezaları istenen kişilerin doğal olarak en başa yazacakları talepleri kendi özgürlüklerini ve adil bir şekilde yargılanmayı istemektir. Oysa ki ÇHD’li avukatların başa yazdıkları talepler bunlar olmadı. Kendi özgürlükleri ve adil yargılanma taleplerinden önce Gezi davasında haksız şekilde tutuklananların özgürlüklerine kavuşmalarını talep ettiler, Şebnem Korur Fincancı’nın haksız tutukluluğunu gündem ettiler, Amasra’daki işçi katliamında adil yargılanma yapılması için etkin bir soruşturma yürütülmesini dillendirdiler. Tıpkı Soma’da yaşamını yitiren işçiler için adalet talep etmeyi kendi davalarından daha çok önemsedikleri gibi. Her duruşmada kendi kişisel durumlarından bahsetmek yerine ülkede yaşanan haksızlıkları konuşmayı önceledikleri gibi. Her söz aldıklarında bıkıp usanmadan yoksullar, ezilenler ve tüm haksızlığa uğrayanlar adına eşitlik, özgürlük ve adalet talep ettiler.
YARGILAMA NASIL SONUÇLANACAK?
politik davaların sonuçlarının hukuksal değerlendirmelerle değil politik atmosferle ve siyasi tercihlerle belirleneceği su götürmez bir gerçek. Tıpkı verilen kararların da aynı şekilde politik atmosferin değiştiği dönemlerde tam tersine döndüğü gibi. Ve bugün yargılayanların yarın mutlaka yargılanacağı gibi.
Son söz savunmanın: “Kendimiz adına asaleten, konuşamayanlar adına vekaleten konuşacağız”*
*Selçuk Kozağaçlı’nın duruşmadaki savunmasından alıntı