Saray

Halkımızın medya aracılığıyla yeni durumlara uyum sağlama ve iktidar terminolojisini benimseme yeteneği çok yüksektir.  Muhalefet partileri bile “Saray” sözcüğüne alıştılar: “Saray bu işe karşı”, “Saray ayrı milletvekili listesi hazırlıyor”, “Başbakan, Saray’a danışmadan…” şeklinde konuşuyorlar. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girip 31 Mart gerici ayaklanmasını bastırmasını müteakiben, Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Âyan’ın kararıyla Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilerek Yıldız Sarayı’nı terk etmesinden tam 106 yıl sonra “Saray” sözcüğünün  yeniden siyaset diline girmesi  siyasi kaderin tuhaf bir cilvesidir.

Bu arada Saray  yerleşmeye devam ediyor.  Sümeyye hanım kızımızın at binmesi için Saray’ın bahçesine  bir “manej” yapılacakmış. Ankara’nın o bölgesi (AOÇ ve çevresi) geleneksel olarak at binme yeridir. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında  at üstünde Çankaya’dan çıkıp Çiftlik civarında,  çevrelerinde üç bin kişilik  koruma amaçlı bir süvari alayı olmadan, tek başlarına dolaşırlardı (fotoğrafları var). Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya ve Anadolu düzlüklerine kadar çok geniş bir coğrafyada ve savaş koşullarında at koşturdukları için kapalı manej istememişlerdi muhtemelen. Açık havadan hoşlanırlardı. Şimdi yerinde yeller esen  Merkez Lokantası’nda herkesin gözü önünde   iki tek atarlardı.  Mustafa Kemal, şimdilerde “Gazi Yerleşkesi Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı” içinde kaldığı için yıkılma tehdidine maruz kalan “Atatürk Köşkü”nde kalırdı bazı günler. Attila İlhan’ın  mısraları geldi şimdi aklıma: “Kim kaldı eski Selanik’ten/ Laternalar sustu/ Sürahiler tenha/Tek kibrit çakmıyor/Kim kaldı İttihat ve Terakki’den”

İktidarda kalırlarsa o bölge üzerinde çalışmaya devam edecekler. Bütün iktidarı, aileleri ve resmi  bürolarıyla birlikte, ABD Büyükelçiliği dahil olmak üzere oraya taşıyacaklar. Amerikan elçiliğini muhtemelen Kâbe-i Muazzama gibi merkezi bir konuma yerleştirecek, Ortadoğu’nun mazlum müslüman halklarının tepesine bomba yağdıkça çevresini yedi kere tavaf eyleyecekler.  Resmi yerleşkenin yanında bir lunapark ve hayvanat bahçesi de olacak.  “Hayvanat bahçesini ve tema parkını Ankara turizminin en büyük tetikleyicisi olarak görüyorum,” diyor İ. Melih Gökçek. “AOÇ’de bunu yapıyoruz. Muhteşem bir park olacak.” Yani tam bir Disneyland… Mickey Mause, kaydıraklı eğlence aletleri, oyuncak trenler,  roller-coaster’lar, korku tünelleri ve “fışkiyeli” havuzlar, içinden Seymenlerin çıkıp şıkıdım şıkıdım oynadıkları saat kuleleri… Turizmi tetikleyecek…

Bu arada Saray’ın, kendi güvenliğiyle ilgili sorunları aşırı derecede, yani ölçüyü biraz kaçırmış olarak ciddiye aldığı görülüyor. Bin yüz elli odalı Saray 3000 kamerayla denetleniyor, 1500 silahlı muhafız tarafından korunuyor. Bunlar Haziran Ayaklanması gibi karadan vuku bulacak taarruzlara karşı. Peki ya havadan bir taarruz ihtimaline karşı ne yapılacak? Onun için de Korkut adlı bir savunma sistemi kurulacak.  Bir namlusu arızalansa dahi  öteki namlusuyla atışa devam edebilen, otomatik mühimmat beslemeli, otomatik hedef takibi yapabilen, gece görüş kabiliyetli, dakikada 30 devir dönüşlü radarı olan, gene dakikada 1100 atış yapabilen ve  her bir mermisi 160 adet 35 mm.lik mermiye bölünerek bir ateş duvarı oluşturabilen  bir savunma sistemi!... Üstelik yüzde yüz yerli… MKE ve ASELSAN’ın   yurtsever mühendisleri tarafından üretilmiş. İyi mi? Yerli silah teknolojisi gelişiyor.

Bu aşırı silahlanma hali nedense bana Scarface filminin son sahnelerinde Tony Montana’nın (Al Pacino) davranış tarzını hatırlatıyor. Şu farkla ki kokainin yerini başkan olma tutkusu almış…

Fakat biz gene de tarihsel analoji çerçevesinde kalalım. Buna göre, Saray’ın Fransız İhtilal-i Kebiri (Büyük Fransız Devrimi) gibi bir olaydan korktuğu anlaşılıyor. Peki, bizden n’aber?  CHP mi, HDP mi?

yalogan@gmail.com