Nazım, bir mektubunda genç Orhan Kemal’i, “Bazı hikayelerin yalnız kederli değil, aynı zamanda ümitsiz.” diye uyarıyor. Hayatın “alacakaranlık, korkunç, rezil” taraflarını görmezden gelmeyi önermiyor elbette, ama edebiyatçının umutsuzluğunu etik bir sorun olarak görüyor. Hastalıklara karşı mücadelenin boş bir gayret olduğuna inanmaya benzetiyor umutsuzluğu. Kişinin böyle inanması, “fert olarak yalnız kendini ilgilendirir” diyor, ama bu kişi hekimse, mesleğini yapmaya hakkı bulunmadığını düşünüyor. Aynı şekilde, umutsuzluğa kapılan bir kişinin yazarlık yapmasını onaylamıyor.
Nazım’ın bu tutumu, “Mesleğimiz umut bizim” diyen Ülkü Tamer’in dizelerinde, Zülfü Livaneli’nin sesinde ve müziğinde somutlaşıyor. (Kısa bir müzik arasından sonra devam edelim: https://www.youtube.com/watch?v=t1TykytXvDQ )
ETİK BİR MESELE
Evrim Kuramının Dayanılmaz Bilimselliği kitabındaki yazılarında, Yaman Örs, bilimselliğin ayırt edici özelliği olarak “nedensellik ilkesine” dikkat çekiyor. Her olgu ve etkinin bir nedeni bulunduğu ve bunun gözlem, araştırma, düşünme, giderek kuram oluşturma yoluyla kavranabileceğini hatırlatıyor. Ayrıca, her türlü bilginin geçerliliğinin kaybolabileceğini, düşüncelerimizin yanlış olduğunun ortaya çıkabileceğini kabul etmek de çok önemli.
Bunun karşıtının, yani bilim karşıtlığının ne olduğu da açık değil mi? Nedensellik yerine niçinsellik (amaçsallık) ilkesine göre davranmak… Böyle bir kişi, her durum ve olayın bir amaca uygun biçimde gerçekleştiğini düşünür. Değirmeni döndürmek için dere yatağının oradan geçtiğini ileri sürmek gibi bir tutumdur aslında bu, ama biraz daha karmaşık konularda öyle sık başvurulur ki! Niçinsellik yaklaşımına göre insan varoluşu, canlılık, bilinç, doğadaki değişimler, ölüm, aklınıza gelebilecek her şey, önceden belirlenmiş bir amaç için gerçekleşmektedir. Ve her türlü bilgi, biz bilmesek de kesin ve değişmez biçimde mevcuttur; bir kitapta yazmaktadır veya bir âlim kişi bilmektedir.
Yaman Örs’ün evrim ve bilim konusundaki tartışmalara yaklaşımı, Nazım’ın tavrına benziyor: Fert olarak bilim dışı tavır alanları, hatta bilim karşıtı düşünceleri konu etmiyor; bilime karşı çıkarken bilimin yöntemlerini ve ürünlerini kullanmanın “ahlakdışı” bir tutum olduğunu anlatıyor. Bu tutumu, demokrasiye karşı mücadelede ederken demokratik söylem kullanmakla ilişkilendiriyor. Bir kişi demokrasi karşıtı değerleri savunabilir, halkın itaatine dayanan bir sistem isteyebilir, ama mücadelesini “demokrasi adına” yaptığını ileri sürmesi, elbette ahlaksızlıktır.
Yaman Örs, bilim düşmanlığıyla özdeş saydığı siyasal gericiliğin temel özelliğinin, neredeyse hiç paylaşılmadan gücün tek elde toplanması olduğuna dikkat çekiyor. Bilimsel araştırmaların tümüyle dışlandığı bir toplumsal ortamı ise, bu hedefe ulaşmanın önemli koşullarından biri olarak görüyor.
Postmodernler ve liberaller de Örs’ün eleştirilerinden payını alıyor.
LAİK KİŞİLİK
Evrim Kuramının Dayanılmaz Bilimselliği’ni okurken insanın kafasında inanç kavramıyla ilgili sorular oluşuyor. Bu konu ise, kaçınılmaz biçimde düşünmek etkinliği üzerinde durmayı gerektiriyor.
Her türlü zihinsel etkinliğe düşünmek denebilir mi? Örneğin, münazara tarzı bir atışmada kişinin beynini çalıştırması düşünmek midir? Veya bir aile tartışmasında, her ne olursa olsun haklı çıkmak amacıyla eşine laf yetiştiren bir kişi, o sırada düşünüyor mudur?
Böyle bir yazıda elbette terminoloji meselesine giremeyiz, ama şimdilik, bir zihinsel etkinliği “düşünmek” saymanın koşulu olarak, “önceden belirlenmemiş bir karara, görüşe veya bilgiye ulaşma amacı gütmek” diyebiliriz. Çünkü düşünmek için, kişinin düşünerek ulaşacağı sonuç açısından kendini sınırlamaması gerekir.
İnanmak ise, sözlüklerde en basit biçimde, “bir şeyi doğru olarak benimsemek” diye tanımlanıyor.
Peki, hiçbir şeye inanmadan yaşamak mümkün mü? Daha önemlisi, inanç her durumda kötü bir şey midir? Örneğin Harari, Sapiens tarihini anlatırken, sosyalizmden bir inanç olarak söz ediyor; olumsuz bir tonda “inanç” diyor.
Referans olarak “düşünmek”i kabul ediyorsak, inanmak, düşünmeye engel oluğu durumda zararlıdır. Kötüdür. Düşünmeye başlamadan önce o konuda bir doğruyu benimsemiş olan kişi, zihinsel etkinliğini, hedeflediği o belli sonuca ulaşmak amacıyla yürütecektir. Burada kişinin neye inandığı değil, nasıl inandığı belirleyicidir.
Elbette hiç kimsenin bilgi birikimi ve düşünme yeteneği her konuda her zaman sonuca ulaşmaya yetecek düzeyde olamaz. Ama kişi önceden belirlemediği bir sonuca ulaşmak için bilgileri inceleyerek, karşılaştırarak aralarındaki ilgileri çözümleyerek zihinsel etkinlikte bulunursa, düşüncelerinin doğrultusunu ve sınırlarını ortaya çıkarabilir. Yetersiz kaldığı yerden itibaren, o doğrultuda inançlarını geliştirebilir. Bu şekilde ortaya olumlu inanç çıkar, diyebiliriz herhalde. Kuşkusuz, olumlu inancın ayırt edici özelliği, ileride değişebilir, yanlışlığı kabul edilebilir olması.
Galiba olumlu anlamda inanmak, kişinin inanç konusundan çok düşünce konusuna yaklaşımına bağlı. Önceden belirlenmemiş bir yargı için zihinsel etkinlik, herhalde ancak laik kişilik ile mümkün olabilir. Ama bu, başka bir yazı konusu…
Gerçekten düşünmek isteyenler için, Yaman Örs’ün iyi bir kaynak olduğunu hatırlatarak bitirelim. “Laik kişilik” özelliğine sahip okurlar, Örs’ün çalışmalarında başta “canlılık” ve “bilinç” olmak üzere birçok kavramı ve evrim konusunu düşünme fırsatı bulacaklardır.