“Hiçbir Çinli, Peru’ya başkan olamaz!”
1990 yılında Peru’da gerçekleşen başkanlık seçimlerinde, daha sonra Nobel ödülü de alacak olan Perulu roman ve öykü yazarı Mario Vargas Llosa da adaydı. Llosa, açıkça ırkçı bir seçim kampanyası yürütüyordu ve ülkedeki Japon göçmenleri hedef alan yukarıdaki slogan, destekçileri tarafından sıklıkla kullanıyordu. Çünkü diğer aday, Japon asıllı Alberto Fujimori’ydi. Fujimori, bu söylemi lehine çok iyi kullandı ve şu sloganı seçimlerde ana sloganı olarak kullandı: “Sizin gibi bir aday.” Tabi ki, Fujimori, Latin Amerika’da neoliberal planın önemli bir uygulayıcısıydı; ayrıca kendisi 1996’da gerçekleşen “Konsolosluk Katliamı” ile de tanınır: Bu katliam, Aydınlık Yol gerillalarının Japon Konsolosluğu’nda 600 kişiyi rehin alması sonucu yaşanmıştır, ki rehinelerin daha sonraki beyanlarına bakıldığında, gerillaların kendilerini öldürmek gibi bir niyeti olmadığı da anlaşılmıştır…
Mario Vargas Llosa, 1936 yılında Peru’nun Arequipa kentinde doğmuştur. Önce Edebiyat bölümünde lisansını yaptığı Lima Üniversitesi’ne daha sonra da 1958’de doktorasını yapmak üzere Madrid’e geçmiştir. İlk başlarda solcu olan Vargas Llosa, bu süre zarfında sol karşıtı bir muhafazakar haline gelmiştir. 1989’da aday olduğu seçim kampanyasında da Peru’nun muhtemel başkanı olarak görülüyordu. Ülkedeki diğer sağcıları şemsiyesi altında topladığı bir de seçim örgütü vardı: FREDEMO (Demokratik Cephe’nin kısaltması). Bu seçim örgütü, “oy satın alması” ile de tanınmaktaydı.
Vargas Llosa aynı zamanda bir yerli düşmanıydı, ki kendisi de zaten bunu sol karşıtlığıyla denk görüyordu. Bu yerli düşmanlığı, Peru’nun tarihsel dinamikleriyle birlikte okunduğunda anlamlıdır. Çünkü Peru’nun başlıca iki büyük şehri olan Lima ve Cusco, Latin Amerika’daki İnka İmparatorluğu’na da ev sahipliği yapmıştı. 1492’de gerçekleşen İspanyol fetih sürecinden sonra da, bugüne kadar yerlilerin kaçıp saklandığı, ilk yerli isyanlarının gerçekleştiği yerler de (Tupac Amaru); bugün Peru sınırları içerisinde kalan coğrafyadır.
Vargas Llosa’nın “kolektivizm” adını verdiği ve romanlarında da işlediği bir düşüncesi vardır: buna göre, sosyalizm, faşizm gibi ideolojilerin karşısına kolektivizm ile çıkılabilir. Tabi ki bu kolektivizmde “beyaz” Perululara yer vardır ve yerlilere yer yoktur.
Vargas Llosa, 1971 yılında Küba Devrimi’nin önderi Fidel Castro’ya yönelik eleştirileri ile öne çıkarken, daha sonra bir manifesto yayınlayarak “sosyalizmin özgürlük düşmanı yönlerini” kendince ifşa ediyordu. 2010 yılında Nobel ile birlikte 1.5 milyon dolar değerinde bir para da alan Vargas Llosa, bu ödülden sonra 2011 yılında bir anda “demokrat” fikirlere bürünmeye başladı. 2011 yılında Peru’daki seçimlerden sonra Ollanta Humala’nın, Alberto Fujimori’nin kızı Keiko’ya karşı kazanmasını, “faşizmin geriletilmesi” olarak gördü. Aslında Ollanta Humala’nın da ne baba Fujimori’den, ne Keiko’dan bir farkı vardı. O da, Aydınlık Yol’a mücadele gerekçesiyle yerli köylülere eziyetler ve işkencelerle tanınan komutanlardan biriydi.
Vargas Llosa’nın hayatı boyunca yaşadığı bu ikircikli tutum, en iyi Fernando D’Addario ve Atilio Borón’un “Vargas Llosa’nın iki yüzü” isimli yazılarında özetleniyor. Bu yazıda Vargas Llosa’nın son kitabı “Zor Zamanlar”da 1954’te Guatemala’da Jacobo Arbenz’in ilerici hükümetine karşı gerçekleşen ABD destekli darbe işlenirken, yazarın La Nación gazetesindeki yazısında Bolivya’daki gerici darbeye ilişkin söyledikleri yer alıyor. Vargas Llosa, seçilmiş Evo Morales iktidarına karşı ülkedeki gerici unsurlar tarafından gerçekleşen sağcı darbeyle ilgili şu ifadeleri kullanıyor: “Bolivya, demokrasi ve meşruiyete karşı kaybetti. Birçok kişi Bolivyalıların Küba, Venezuela ve Nikaragua’dakiler gibi olacağını düşündü ancak Bolivyalılar egemenliği ve özgürlüğü seçti.” Yani Vargas Llosa, bir yandan solcu Arbenz hükümetine karşı yapılanlara hayıflanırken, diğer yandan bu sol hükümetler için özgürlük, egemenlik, demokrasi karşıtı ifadelerini kullanıyor.