Geçtiğimiz günlerde Ücretli ve İşsiz Mimarlar Forumu, twitter hesabında (@UcretliIssizMim) akla mantığa sığmayacak kimi iş ilanlarını ifşa etti. Utanmada sınır tanımayan bu ilanlardan birkaçını sıralayalım.
Bir yönetici asistanı ilanı:
“Mini giyimi sorun etmeyecek ve rahat olabilecek. paylaşımın ne olduğunu bilen ve seve yapacak (paylasim zorunlu)…” (yazım hataları ilana ait).
Bu şirket diyor ki ben cinsiyetçiyim, çalışanlarımın duygusal emeğini sömürürüm ve Türkçe bilmem.
Bir sekreter ilanı:
“Sekreter pozisyonunda çalışacak personelin Hukuk, Mühendislik veya Mimarlık Fakültesi mezunu olması tercih nedenidir.”
Bu şirket diyor ki ben yıllarca mesleğinin gerekliliklerini öğrenmek için çalışmış didinmiş hukukçuları, mühendisleri, mimarları niteliklerinin çok altında bir işte çalıştırmaktan gocunmam.
Bir inşaat mühendisi – mimar kontrol elemanı ilanı:
“Part time imzacı olarak çalışacak inşaat mühendisi ya da mimar arkadaşlar aramaktayız.”
Bu şirket diyor ki işe alacağım mühendis ya da mimara kendisinin çizmediği projeleri onaylatıp sahtekarlık yaparım, başkasının hazırladığı iş yüzünden bina çökerse, iş cinayeti yaşanırsa sorumluluğu haksız yere bu arkadaşa yüklerim.
Bu kez Mühendis Mimar Ağı’na (@mumiabiz) takılan bir sosyal medya reklamı. Elinde kepçesiyle yakışıklı bir aşçıyı görsele koyan reklamın sloganı:
“Yakışıklılığımı her gün 15 saat mesai yapmaya borçluyum.”
Bu şirket (hem de anlı şanlı, uluslararası bir şirket) diyor ki ben “çalışma süresi günde 11 saati geçemez” diyen yasalara alenen aykırı biçimde işçi çalıştırırım, yasadışı eylemimi sempatiklik kılıfına sokarak işçiyi sömürdüğümü gizlemeye çalışırım, “bu nasıl iş” diye sorarlarsa da “şakaydı” derim ama hiç komik olmadığımın farkında bile olmam.
İşte her yönüyle çürümüş bir sistemin cüretkar ilanları karşımızda duruyor. Emek sömürüsü, cinsel sömürü, etik ilkelerden yoksunluk, sahtekarlık... ne ararsanız var. Üstelik bunlar yalnızca bir haftada göze çarpan reklam ve ilanlar. Biraz daha araştırsak kimbilir daha ne cevherler çıkacaktır.
Yukarıda saydığımız ilanlardan ikisi, sistemin çürümüşlüğünün yanında mühendis ve mimarların mesleki yeterliliklerinin git gide yok sayıldığını ve bu mesleklerin bir dönüşüm içinde olduğunu da gösteriyor aynı zamanda.
Dönüşümün seyrini anlayabilmek için çok kısaca bu mesleklerin tarihine bakalım. Mühendisliğin (“tüm teknik mesleklerin” diye okuyun) tarihsel gelişimine baktığımızda önceleri kafa-kol emeğinin birlikteliğini görüyoruz. Bir zamanlar mühendis dediğimiz kişi bilimi üreten ve uygulayan, hem doğa bilimcisi, hem mucit, hem alet yapan, hem aleti kullanandı. Arşimet’ten Leibniz’e kadar birçok ünlü kişiliği bu kapsamda sıralayabiliriz. Ancak Sanayi Devrimi’yle birlikte mühendisin etkinliği git gide yalnızca kafa emeğine indirgendi ve mühendis zamanla üretimde bilgiyi tekelinde tutan, yönetici sıfatıyla fabrika içinde patronun sesi olan ve kol emeğinden, dolayısıyla işçi sınıfından görünüşte ayrılan bir konuma geldi. Bu durum, sıkça kullandığımız mavi yaka-beyaz yaka ayrımını doğurdu.
Bugün geldiğimiz noktada ise mühendislerin, mimarların teknik bir formasyonla kafa emeğine uygun donatılıp gerçek hayatta ise kol emeğine uygun çalıştırıldıkları yeni bir evreden söz edebiliriz. Beyaz yakanın grileştiğine, ayrıcalıklı teknik meslek kesimlerinin proleterleştiğine, neredeyse nitelikli kölelik koşullarında çalışmaya razı edildiğine tanıklık ettiğimiz bu evrede işin niteliğinin değişmesinin yanı sıra, ücretlerin düştüğünü, hak gaspının yaşandığını, güvencesiz çalışmanın yaygınlaştığını, çalışma koşullarının ağırlaştığını, teknik meslek çalışanı beyaz yakalıların yalnızca iş saatlerinde değil gece yarıları ya da haftasonları hatta tatillerde bile çalışmak, en azından iş maillerine yanıt vermek zorunda kaldıklarını, neredeyse 24 saatlerinin ele geçirildiğini görüyoruz. Üstelik bunlar bir açıdan bakıldığında, iş bulabilen “şanslı” mühendis ve mimarların sorunudur. Gerçekliğin bir diğer yüzü de binlerce işsiz teknik çalışandır.
Sözünü ettiğimiz bu dönüşüm elbette üretim ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. Tüm toplumsal ve emeğe ilişkin süreçleri parçalayan neo-liberalizm, mühendis ve mimarların üretim sürecinde bütünlüklü bilgiye dayanan çalışma alanlarını da parçaladı, küçülttü, neredeyse hiçleştirdi. Bugün şirketler yukarıdaki ilanları vermeye cesaret edebiliyorsa, bu biraz da daracık bir alanda uzmanlaşmaya zorlanmış teknik meslek elemanlarının mühendislik ya da mimarlığın başka bir alanındaki bir işe uygun olamayacaklarını, o alanda iş bulamadıkları anda işsizliğe mahkum edileceklerini, basit bir motor parçası gibi kendilerinin sistemden çıkartılıp yerlerine başka bir parçanın kolaylıkla yerleştirilebileceğini ve bu çileli duruma düşmemek için baştan kötü koşullara rıza göstereceklerini bilmelerindendir.
Emek sömürüsünün niteliği ve yoğunluğu değiştikçe emek ile sermaye arasındaki çelişkiler daha keskin biçimde görünür hale geliyor. Teknik meslek grubundaki beyaz yakalıların, tüketim alışkanlıklarından bağımsız olarak, işçi sınıfının bir parçası ve onunla çıkarlarının ortak olduğu gerçeği her gün daha fazla gün yüzüne çıkıyor.
Buna eş zamanlı olarak çalışan ve işsiz mühendisler, mimarlar, şehir plancıları, vb.leri yukarıda adını andığımız dayanışma ağları, forumlar ve eylem platformlarında bir araya geliyor, sorunlarını çözmenin yollarını arıyor.
Kim bilir, nitelikli teknik emeğin köleliğe varan bu geri düşüşü, belki kendinde sınıf beyaz yakalıları harekete geçirecek bir itkiye dönüşür, kendisi için sınıf olmanın kapılarını açar. İşte o zaman özgürlük yakındır.