SARS-Cov-2 virüsünün Wuhan’dan dünyaya yayılmasıyla birlikte insanların zihinlerinde, gerçeklik algısında ve bilimsel bulgulara bakışında çarpıklıklara yol açan “komplo teorileri” de bu yayılıma eşlik etti. Üstelik bu komplo teorileri de, virüsün ortaya çıkışından günümüze kadarki süreçte genomunda saptanan 12.000 mutasyonluk değişim kadar büyük ölçekli olmasa da evrim geçirdi, değişti ya da yeni sürümlerine dönüştü. Önce virüsün aslında “toplumların sırtında bir yük” olan yaşlı nüfusun elimine edilmesi için tasarlandığı ileri sürüldü. Hastalığın etki ettiği yaş dilimi değiştikçe hedefi belirsiz ama özellikle ABD-Çin gerilimi özelinde yapılmış, kimi zaman Çin tarafından, kimi zaman ABD tarafından üretildiği ima edilen bir biyolojik silah olarak tanımlanmaya başlandı. Küresel güçlerin sınırsızca at koşturduğu bir dünyada yaşadığımıza göre bazı şirketlerin işin içinde dâhil olduğu, aşı satma amacıyla üretilmiş yapay bir organizma olduğu söylendi. Virüsün genomunda HIV virüsüne ait parçalar vardı, bu da yapıntı olduğuna net bir kanıttı. Sonra o parçaların doğadaki başka virüslerde de olabildiği görülünce kimse “biz ne büyük yanlış yapıp insanların zihnini bulandırıyormuşuz” diye özür dilemedi. Sonra daha rafine kanıtlar geldi. SARS-Cov-2’nin sahip olduğu ve hücrelere çok daha etkin girmesinde etkili olan S1/S2 adı verilen bölgesinde çok özel bir yapı olduğu ve doğal olarak ortaya çıkmasının mümkün olmadığı, bunun virüsün insan eliyle yapıldığına bir kanıt oluşturduğu söylendi. Çin’in Yunnan bölgesindeki yarasalardan elde edilen başka virüslerde de aynı özel bölge olduğuna ilişkin çalışma yayımlanınca bu da unutuldu.
Bu tür komplo teorileri kuşkusuz Covid-19’a özgü değil. Kızamık, AIDS, EBOLA, deli dana, aşılar ve hatta 2003 yılında ortaya çıkan ilk SARS salgını da bu “teorilerden” nasibini aldı. Öyle ki bu sefer bazı Çinliler ilk SARS virüsünün Japonya ve Tayvan karşısında Çin’i güçsüz bırakmak için ABD tarafından üretildiği teorisini ortaya attı. 10 yıl sonra Arabistan’da ortaya çıkan ve SARS’ın akrabası olan MERS-Cov’un petrol zengini Arapların kökünü kurutmak için üretildiğini nedense kimse söylemedi. EBOLA içme sularına bile bile katılan laboratuvar ürünü bir virüstü, deli dana uçakların bıraktığı ize gizlenmiş partiküllerden kaynaklanıyordu, aşıların içineyse insanları kanser etmek için bilerek virüslerde konmuştu. Buradan bakınca hastalıklar ve bunların etkenleri karmaşık biyolojik özelliklerinden büyük oranda soyutlanmış olarak politik çekişmelerin kenar süsü işlevini görüyor. Herhangi bir toplumsal eylem, protesto nasıl ki içeriğine ve taleplerine bakılmaksızın doğrudan bir takım güç odaklarının, fonların, düğmeye basanların işi olarak kurgulanıyorsa hastalıklar ve bunların etkenleri de böyle kurgulanıyor. Bir ülkede böyle bir eylemlilik olduğunda birilerinin bunu manipüle etmek, etkide bulunmak ve kendi işine yarayacak şekilde dönüştürmek istemesi başka bir şeydir eylemliliğin ortaya çıkmasının asıl nedeninin bu olduğunu söylemek başka bir şeydir. Bu sefer karşımızdaki eylemliliğin faili, elimizdeki bulgulara göre şimdilik öyle görünüyor ki, doğa. Bugün insanoğlunun erişemediği doğal alanlarda birbirine karışan, mutasyon geçirip değişen virüsler var ama bundan haberimiz olmuyor. Ama biz bunlarla bu bölgeleri işgal ettiğimizde karşılaşmaya başlıyoruz. Sadece alan işgali de değil, iklim değişikliklerinden, karbondioksit salınımından, küresel ısınmadan, ışık kirliliğinden vb. tutun da dünya ölçeğinde seyahatin bu kadar yoğun biçimde sürmesine kadar hastalık kaynaklarının ortaya çıkmasına ve yayılmasına sebep olduğumuz pek çok şey var.
Kuşkunun, belirsizliğin ve mevcut dengenin sürdürülemezliğinin kural haline geldiği bir dünyada küresel ölçekte etkili olan bir hastalık etkeninin siyasi atmosferden azade kalması beklenemez fakat işin diğer yanı, insanların doğada olup bitenden, doğadaki mekanizmaların nelere yol açabileceğinden habersiz oluşudur. Virüslerin yıllar içinde o konaktan bu konağa geçerek bu kadar etkili bir sonuca yol açamayacağına ilişkin inanç, üstelik tarihte görülmüş benzer bir sürü hastalık varken, nereden geliyor mesela? Son 30-40 yılda daha önce görülmeyip de ortaya çıkan onlarca hastalık var. Bunların hepsinin laboratuvarlarda üretildiğine inanmak mı yoksa doğaya müdahalenin bir sonucu olarak karşımıza çıktıklarını düşünmek mi daha akla yatkındır? Aslında bu tür kabullenmelerden, piramitleri uzaylıların yaptığına, dünyanın düz olduğuna ya da canlılığın ortaya çıkma sürecinde “cansız” maddelerin arasındaki etkileşimlerinin yeterli olmadığına ilişkin inançlara uzanan bir yol var. Son tahlilde komplo teorilerinin yol açtığı sonuçlardan biri, her şeyi başından sonuna düşünülmüş bir şekilde planlayan bir üst akla, küresel güce inanan kitlelerin bu durum karşısında paralize olması, hayatlarını belirleyen bu süreçlere müdahalenin mümkün olmadığına inanmaları ve bu nedenle tarihin özneleri olduğuna inançlarının zayıflamasıdır.
Teorik ve elbette pratik olarak da virüslere ya da başka organizmaların genetik yapılarına müdahale etme yeteneğimiz ve araçlarımız var. Bunun önünde bir engel yok. Virüsler özelinde ise hem korona hem de başka virüslerle bu tür çalışmalar yapılıyor ve bunların sonuçları da yıllardır yayımlanıyor. Bu çalışmaların yapılmasının temel nedeni hem virüslerin doğasını hem de günün birinde virüsler tehlikeli bir biçime kavuştuğunda ona karşı ne yapabileceğimizi anlamak. Hali hazırda SARS-Cov-2’nin tam olarak hangi süreçlerden geçerek karşımıza çıktığını %100 bilmesek de doğal yollarla olgunlaştığını gösteren çalışmalar gelmeye devam ediyor. Bir kere virüsün ortaya çıktığı bölgede ara konak olabilecek başka pek çok hayvandan ve diğer yarasa türlerinden çok sayıda virüs örneği alıp karşılaştırma yapmadan virüsün kesinlikle laboratuvarda üretildiğini ileri sürmek abesle iştigaldir. Bilimsel çalışmalardaki boşlukları sömürmektir ve o boşluklar yeni çalışmalarla kapandıkça her bilim dışı argümanda olduğu gibi kılık değiştirip yeniden zuhur etmektir. Virüsün laboratuvar ürünü olup olmadığına dair kanıtlar, virologların, moleküler biyologların, genetikçilerin ve bulaşıcı hastalık uzmanlarının hakemlik ettiği, kılı kırk yaran inceleme ve eleştirilerin söz konusu olduğu saygın bilim dergilerinde yayımlandığında ciddiye alınabilir. Şimdilik elimizde buna dair ciddi bir çalışma, birikim ve bilimsel uzlaşı bulunmuyor. Virüsün potansiyeline, biyolojik özelliklerine ve yol açtığı hastalığın dinamiğine ilişkin nihai yargılar muhtemelen önümüzdeki sonbahar-kış döneminde çok daha güvenle söylenebilecektir. Öte yandan aşı çalışmaları tarihte örneği az görülen bir hızda ilerliyor. Bu nedenle, öyle görünüyor ki, şiddeti ne olursa olsun Covid-19’un tarihsel süreçte yüzlerce kez karşımıza çıkmış salgınlardan biri olduğuna ilişkin sade bir kavrayışa sahip olarak ve gelecek sonbahar-kış döneminde korunma önlemlerine çok daha dikkatle riayet ederek elimizden geleni yapmış olacağız.