Yaşadığımız dünya üzerinde gerçekten hep iyiler mi kazanır? Kazanmak adına olağanüstü mücadeleler vermek görevi sadece iyilere ait bir görev midir? Kötülük diye adlandırdığımız her şey yazılıp çizildiği kadar güçlü ve bunu alt etmek için illa ki sihirli güçlerimiz mi olması gerekir?
Masallara dair bu ve benzeri birçok soru sorabiliriz. İyi ve kötü insan olmanın neye denk düştüğü, bu iki durumunun hayatlarımızın her alanında savaşımını, tüm bunları çocuklara aktarırken tam olarak nerede durmamız gerektiğine dair birçok soru… Bu zamana kadar anlatılanlar ve bu anlatılanlar üzerinden verilecek cevapların hepsi de sarmal bir yapıda, hiçbir cevap da diğer tüm etmenlerden bağımsız değil. Bu sebeple, masallar ve alt mesajları konusunda daha fazla düşünmeye ihtiyacımız olduğunu, çocuklara aktardığımız her türlü ögeyi daha ayrıntılı incelememiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çocuklar erken çocukluk yıllarından itibaren bizlerin verdiği mesajlardan çok daha fazlasını zihinlerine yerleştiriyor, kişiliklerini bunlardan bağımsız oluşturamıyor ve yaşamları boyunca tüm bu mesajların izlerini üzerlerinde taşıyorlar.
Masallar, çocukların dünyasına giren ve çocuk edebiyatına dair en eski anlatılardan biri. Çocuklar için edebiyatın son zamanlarda daha çok önemsenmesiyle birlikte masallar da olumlu veya olumsuz birçok eleştiriye maruz kaldı, üzerine yazıldı ve zaman zaman da yenilenmiş olarak çocuklarımızın kitaplarında yerlerini yeniden aldı, almaya da devam edecek.
Masallar, kültürden kültüre değişiklik göstermekle birlikte hepsi için net olarak söyleyebileceğimiz birkaç şey var elbette. Bunlardan bir tanesi ve en sık rastladığımız “iyiler hep kazanır ve kötüler kaybeder”. Hemen hemen birçok masalda çocukların çıkaracağı derslerin başında bu gelir. Ne olursa olsun iyi olmamız gerektiği, hep ama hep doğrular için çalışmamız ve çabalamamız gerektiği, dürüstlük, çoğu zaman itaat, birçok zaman bizlere verilenle yetinmek vs. vs. tüm bunların evrensel değerler olduğunu, dünya kötülüklerle de akıp giderken tüm bu değerlerin çocuklarla tanıştırılmasının önemli olduğunun elbette farkındayız. Ve elbette ki tüm bu evrensel “iyi” değerler yaşamlarımızı anlamlı kılan, sürekli olarak tariflediğimiz ve hayalini kurduğumuz; hayatımızın her alanında hem kendimiz hem de çocuklarımızın geleceği için çabaladığımız yaşanabilir bir dünya için gerekli.
Fakat…
Masallarla birlikte bu değerleri aktarırken çocuklarımıza; kötüler hep kaybederken ve iyilerin yüzleri gülerken sayfaların sonlarında, akıllara bir soru geliyor: İyiler hep kazanıyorsa ve bu dünya gerçekten iyi insanların hatırına dönüyorsa Kibritçi Kız’ın suçu ne?
Masallarla birlikte küçük yaşlardan beri bizlere anlatılan masalların o iyiliklerle dolu, kötülüklerle savaşan dünyasında gerçek olanı sorgulamak, iyiliği reddetmek anlamına mı gelir? Veya başka bir taraftan, eğer gerçekten iyiliğin etkisine bu kadar inanıyorsak ve çocuklarımızı da inandırıyorsak, onlar büyüyüp yetişkin olduklarında dünya gerçekliğiyle ne derece baş edebilecekler? İlerleyen yaşlarından çocukluk dönemlerine baktıklarında kendilerini iyiliğin o görkemli ve kazanan alanlarında değil de Kibritçi Kız ile birlikte bir duvarın önünde soğuktan donarken bulduklarında kendilerini nasıl bir gerçekliğin içinde hissedecekler?
Tüm bu soruların cevaplarını birçok farklı etmen bir araya gelerek verecek olsa da dikkat etmemiz gereken şeyler var. Masalları çocuklarımızla tanıştırdığımız andan itibaren, yapısı gereği imkansız olayları barındırsa dahi, alt metinlerde verilen mesajların gerçekliğini ve yaşadıkları dünya ile bağını kurmakta fayda var. İki ayrı uç noktalarda gezinmekten ziyade, dengeli ve gerçek olanı anlatmak gibi mesela… Bu demek değildir ki masallarla birlikte dünyanın en kirli ve kötü taraflarını alsın çocuklarımız. Aksine tam olarak yaşamak istediğimiz dünyanın resmini çizdiğimiz kelimeler aydınlatmalı onların renkli ve umut dolu dünyasını. İyi olmanın tarafında konumlanırken mucizevi güçlere ihtiyacımız olmadığı, iyiye ve kötüye yaşamlarının her alanında rastlayabileceklerini ve kötülüğün bizlere masallarda anlatıldığı kadar güçlü olmadığını ve bu kötülüğü yenebilmek adına olağanüstü güçlere sahip olmamıza gerek olmadığını da görebilmesi gerekiyor. Kendilerini kötülük karşısında güçsüz hissettikleri bir anda ise mucizeyi beklememek ve Kibritçi Kız gibi kaderine razı gelmemeleri gerektiğini de…
Kötü olandan hesap sormanın, adaletin ve özgürlüğün, kendine güvenmenin ve elbette ki “iyi” bir insan olmanın tüm gerçekliği aslında Kibritçi Kız’ın ellerinde.
Tek bir farkla!
Kibritçi Kız’ın elindeki kibritler ısınmak için değil; gerçekten adaletli, eşit ve umutlu bir dünya için yakılması gerektiğini bir çocuğun sezgileyebilmesinde…